Kimdir

Mustafa Sâtı kimdir? Hayatı ve eserleri hakkında bilgi

Mustafa Sâtı kimdir? Hayatı ve eserleri hakkında bilgi: (1880-1968) Yemen’in Sana kentinde doğmuştur. Mülkiye Mektebini bitirdikten sonra, Yanya’da orta dereceli okullarda öğretmenlik yapmıştır. 1908 devriminden sonra, 1909 yılında İstanbul Öğretmen Okulu’na müdür ola­rak atanmıştır. Burada “Fenn-i Terbiye” (Pedagoji) adıyla “meslek ders­leri” okutmuştur. Burada çalıştığı 2-3 yıl içinde öğretmen okulunu yenileştirmiştir. Programlarda, yöntemlerde değişiklikler yapmıştır. Bakanlık adına, “Tedrisat-ı İptidaiye Mecmuası”nı çıkarmış, öğretmen okulu içinde bir “Nümune ve Tatbikat Mektebi” açmış, bunun prog­ramını hazırlamıştır. “Fenn-i Terbiye” adlı pedagoji kitabı yanında, Ba­kanlığa, eğitim ve öğretim sorunlarıyla ilgili görüşlerini açıklayan Lâyihalar da sunmuştur. Öğretmen okulunda ve Darülfünun’da verdiği konferansları kitap halinde toplamıştır. Nazır Emrullah Efendi ile görüş ayrılığına düştüğünde görevinden istifa etmiş ve bir “Çocuk Yuvası” aç­mıştır. Birçok meslek dergisinde zamanın düşünür ve eğitimcileri ile tar­tışmalara girişmiştir. Kendisi, Arap Milliyetçiliğine bağlı idi. Bu ne­denle, 1919 yılında bu ülkü ortadan kalkınca, Irak hükümetinin emrine girdi, burada önemli görevler aldı. Daha sonra Mısır’a geçerek orada öldü.

Fenn-i Terbiye:

Sâtı Bey’in “Fenn-i Terbiye” adını taşıyan bu kitabında, adının al­tında, iki çizgi arasında, “Nazariyat ve Tatbikatı” yazıları vardır. Bunun altında da bir çerçeve içinde şu yazılar vardır: Terbiye ve Fenn-i Ter­biye, Terbiye: Terbiye-i Bedeniye, Terbiye-i Ahlâkiye, Terbiye-i Fikriye, Usul-i Talim ve Tedris, Usul-i İdare-i Etfal ve Usul-i İdare-i Mekâtip.

Kitabın kapağında yukarıdaki bölümler belirtilmiş; fakat, kitap, bu bölümlerin hepsini kapsamıyor.

Sâtı Bey’in bu 346 sayfalık kitabı, o güne kadar yayımlanan eğitim bi­limi kitaplarının en ayrıntılı olanıdır. Her bölümün sonunda 1-2 sayfalık bir özet vardır. Buralarda, hatırda tutulması gereken noktaları bulmak mümkündür. Bu özet, ders kitabı yazma tekniğinde bir gelişme sayılır.

Sâtı Bey, “Fenn-i Terbiye” adlı kitabında, ahlâk eğitimi konusuna, seleflerinden daha değişik bir görüşle yaklaşmıştır. Örneğin, “Vicdan” konusunu açıkladıktan sonra şöyle bir sonuca varmıştır: (Türkçeleştirilerek)

“Vicdan, ahlâk yasalarının en önemli doğrulayıcı araçlarındandır. İnsanı, herkesten gizli kalacağına, bir cezaya ve hatta bir ayıplamaya neden olmayacağına emin olduğu hareketlerde bile, kötülük yapmaktan alıkoyan şey vicdandır. İnsana, yasaların cezasından, kamuoyunun kö­tülemesinden arta kalan kötülüklerinden dolayı bile, manevi cezalar veren de odur. Onun için çocukları aydın, doğru ve vicdanlı bir hale getirmek, ahlâk eğitiminin, hem amaçlarının, hem de araçlarının en önemlilerinden biri sayılmak gerekir.

Vicdanı, aydın ve doğru bir hale getirmek için; bir taraftan fikirlerin eğitimine, bir taraftan da ahlâkî eğitimlerin artırılmasına özen göstermek gerekir. Çocuklara, iyilik, kötülük, ödev ve erdem hakkında açık ve mü­kemmel fikirler vermekle birlikte, hiç durmadan ödeve, erdeme, sevgiye bağlılık duyguları telkin etmeli, eylem üzerine ahlâkî muameleler yap­tırmalı ve bunu, bir alışkanlık haline getirmelidir. Ödül ve ce­zalandırmada, bireylerden sakınarak (efrattan tevakki ederek), vicdanî fe­rahlık ve acıların gölgede kalıp körleşmesine engel olunmalı. Bunun için, bir taraftan tarih ve öykü kahramanlarının eylemleri ile arada sırada rastlanan ilgi çekici olaylar üzerine vicdanî muhakemeler yaptırılmalıdır. Bir taraftan da, kendi eylem ve hareketleri üzerine iyi incelemeler yap­maya ve onları , vicdanlarının denetimi altında toplamaya alıştırmalıdır.

Özetle: Onları, arada sırada da, vicdanları ile karşı karşıya kalmaya ve ona dikkat etmeye zorunlu bırakmalıdır.”

Bununla ilgili olarak, “Türkiye Maarif Tarihi” adlı kitabın yazarı Nafi Atuf Kansu, şu değerlendirmeyi yapmıştır:

«Sâtı Bey, ahlâk eğitiminde dinsel eğitimin yerini kabul etmekle bir­likte, bunun yaptırımını, daha çok vicdanda buluyor. Bu vicdanın nasıl oluşacağını kitabının 285. sayfasında açıklıyor.

Böylece Sâtı Bey, dinsel ahlâk yerine, İnsanî ahlâkı telkine ça­lışmıştır. Bununla birlikte, zamanının etkisiyle, yaptığı öğretmen okulu programlarına din derslerini koymaktan kendini alamamıştır.”

Sâtı Bey’e Göre Eğitimin Toplumsal İşlevi:

Sâtı Bey, “Fenn-i Terbiye” kitabına yazdığı önsözde eğitimin ve öğ­retimin toplumdaki işlevine ilişkin dikkate değer görüşler ileri sür­müştür. O güne kadar, öğretmen yetiştirmede, bu şekilde düşünenlere hiç rastlanmamıştı.

Bu kitaba yazdığı “Önsöz”de, ilkokul öğretmenleriyle ilgili olarak, şu görüşleri işlemiştir:

“… Almanya’nın oluşumu ve ilerlemesi, Japonya’daki yenilik ve

üstünlükler, hep ilkokul sayesinde ortaya çıkmıştır. Denilebilir ki, ‘Saduva’ yengisini kazananlar, Prusyalıların eğitimcileri idi. ‘Mançur’un kahramanlarını yetiştirenler de Japon eğitimcileri idi. Bu iki ulus, yen­gilerini, orduları kadar, belki de ordularından çok, yaşamsal öğ­retimlerine (hayat-ı tâlimiyelerine) borçludur.”

“Bizim tarihimizde dahi okullarımızın etkilerini gösterecek bazı ör­nekler vardır. Yunanistan’ın, Sırbistan’ın, Bulgaristan’ın bağımsızlık ve bölünmelerini hazırlayan ve sonuçlandıran etkenlerin en önemlileri, ora­larda açılan ilkokullardır.”

Daha sonra yazısına şöyle son vermiştir:

“Her şeyden çok, kuvvetli ve etkin öğretmen ordusuna muhtacız. Artık geleceğimiz, asker ordularından çok, öğretmen ordularımızın mânevi başarıları ve yengileriyle belirlenecek ve kararlaştırılacaktır…”

“Bu küçük eser, işte, bu orduların esaslı ihtiyaçlarından birini sağ­lamak için yazılıyor. Çünkü, Fenn-i Terbiye, öğretmen ordularının fenn-i harbidir.”

Böylece, Sâtı Bey, öğretmen okullarında okutulan meslek derslerine ve özellikle “Eğitim Bilimi” (Pedagoji) dersine büyük görevler yük­lemiştir. İstenen gelişim düzeyine ulaşabilmek için, eğitim öğretim yön­temlerine ve eğitimsel taktiklere olan ihtiyacı dile getirmiştir.

Daha sonraları (1923-1924’te) Cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk de öğretmene, “Milleti kurtaranlar, ancak ve ancak öğretmenlerdir.” sözü ile, aynı görüşü daha kuvvetle vurgulamıştır.

Sâtı Bey’in Eğitim Anlayışı:

Sâtı Bey, eğitim anlayışını kitabında şöyle ifade etmiştir:

‘Eğitim, insanın bütün yeti ve yeteneklerini, gerek kendinin ve gerekse başkasının mutluluğunu sağlayacak şekilde geliştirmektir.” Bunu, daha belirgin olarak şöyle ifade etmiştir. “İnsanın yeti ve yeteneklerini, gerek kendinin ve gerekse insanlığın elverişli olduğu yetkinliğin son derecesine, mümkün olduğu kadar yaklaşımını sağlayacak bir şekilde geliştirmektir.’

Bu tanım ile Sâtı Bey, yeti ve yeteneklere öncelik vererek, eğitimi, kendinden öncekilerin yaptığı gibi dinsel kaynaklara göre ele almamış, bunun yerine, biyolojik ve diğer kaynakları esas almıştır. Bu, eğitim an­layışında bir dönüm noktası teşkil eder. Henüz “öğretmenin rehberliği” ve “çocuğun içten gelişmesine yardım” söz konusu değildir. Yukarıdaki ta­nımda yine çocuğa dışarıdan bir “müdahale” , açıkça söylenmemiş olsa bile, söz konusudur.

Bunu, bundan 15-20 yıl sonraki kitaplarda da görüyoruz. Çocuğun “içten gelişmesine yardım etme” düşüncesi, ancak 30 yıl sonra 1940’larda görülmeye başlamıştır.

Sâtı Bey’in Öğretmen Okulunu Yenileştirmesi:

Sâtı Bey, İstanbul Öğretmen Okulun’daki görevini şartlı olarak kabul etmiştir. İstediği yapılmaz hale gelince de istifa etmiştir. Şart­larından biri, okulun öğretmenlerini kendisi seçmek, diğeri de okulun program ve öğretim yöntemlerini kendisi belirlemek. İlk, orta ve yüksek kısmı bulunan öğretmen okulunun İ. Hakkı Baltacıoğlu dahil, üç öğ­retmenini okulda bırakarak diğerlerini değiştirmiştir. Yanma yeni öğ­retmenler aldı. Öğretmenlerin her birinin, eğitimin belli alanlarında ye­tişmelerine yardım etti. İ. Hakkı  Baltacıoğlu’nun Avrupa’ya gönderilmesini sağladı. Tevfik Fikret’i okula öğretmen olarak aldı; çocuk edebiyatı üzerine çalışmasını sağladı. Çocuk edebiyatının ilk örnekleri bu suretle doğdu, Bunu, Ali Ulvi (Elöve)’nin çalışmaları izledi. Yanma, İhsan Sungu’yu, Cenap Şahabettin’in kardeşi Ali Nusret’i, tarih öğ­retmeni İhsan Şerif’i, Muallim Cevdet’i, fizyoloji öğretmeni Seracettin’i, Selim Sırrı Tarcan ve yardımcısı Feridun Bey’i, Harun Reşit’i, Ruşen Eşref’i, Fazıl Ahmet Aykaç’ı, matematik öğretmeni Hafız Kemal’i de aldı.

İstanbul Öğretmen Okulu, Sâtı Bey tarafından yenileştirilerek, âdeta yeniden kurulmuştur. Buna bağlı olarak ilköğretim de yenileşmiştir. Bu­nunla, bu okullarda bilimsel eğitim doğmaya ve gelişmeye başlamıştır, denilebilir. Bu, çocuğun doğasına ve yeteneklerine uygun bir eğitim de­mektir. Bilimsel öğretim yöntemleri, ilköğretim okullarında ilk kez onun zamanında kullanılmaya başlanmıştır. Kısaca, Türkiye’de eğitimin, bir bilim ve sanat olarak doğmasında İstanbul Öğretmen Okulu ve onun ye­niden kurucusu Mustafa Sâtı Bey öncülük etmiştir:

Sâtı Bey, 12 Temmuz 1910 (1326)’da öğretmen okulunda verdiği bir söylevde öğretmen okulunun görevini şöyle belirtmiştir:

“Öğretmen okulu, öğretmen ve eğitici (mürebbi) yetiştirmek ama­cıyla kurulmuştur. Onun için, onun bütün örgüt ve öğretimini bu amaca uygun, bu amaca doğru yöneltmek gerekti. Öğretmenlik, her şeyden önce, eğitici demektir. Eğiticilik ise, bir hünerdir; bir sanattır. Bu sanatın özel yöntemleri, özel kuralları vardır. Öğretmen olmak için, yalnız bilgi yeterli değildir. Aynı zamanda, bu yöntem ve kurallara vakıf olmak, eği­ticilik sanat ve mesleği için hazırlanmış bulunmak da gerekir. Bunun için, öğretmen okulunda genel eğitim ve bilgiden başka, meslekî eğitim ve bilginin de sağlanması gerekir. Bu amaçla, programlarda Fenn-i Ter­biye (Pedagoji) ve Usul-i Tedris konularına önemli bir yer ayrıldı.”

Sâtı Bey’in Diğer Eserleri:

Sâtı Bey, ayrıca, birçok dergi ve gazetelerde de eğitimle ilgili yazılar yazmış ve tartışmalara girmiştir. Bakanlığa sunduğu “Lâyihalarım” 1326) 1910 adlı kitap da eğitimle ilgilidir. Birçok konferans da vermiş ve bunlar dergilerde yayımlanmıştır. Bazıları da kitap haline getirilmiştir.

“Lâyihalarım”’ da öğretmen okullarının programları, maarif ıslahatı, müzeler, Avrupa’ya öğrenci gönderme, öğretmen yetiştirme üzerinde dur­muştur. “Vatan” adlı kitabında da eğitim konularına değinmiştir.

“Ümit ve Azim” kitabında “Irk ve Terbiye” konusunda şöyle diyor:

“Her kavinin, tamamıyla kalıtımsal birer eğilim ve mizacı bulunduğu kabul edilse bile, bundan, o kavmin tamamıyla kalıtımsal bir ahlâkı olduğu yolunda bir sonuç çıkarmak doğru olmaz. Kavimlerin me­ziyetleri, esasi mizaçlarına göre değil, bunun aldığı şekillere göre belirir. 3u şekiller ise, kavmin toplumsal durumlarına, eğitim şekline göre ka­rarlaşıp yerleşir. Herhalde, ahlâkî eğitimin etki sınırı pek geniş, eğitim çalışmalarının etki ve kapsamı pek büyük demektir. Bir kavmin doğal güzellikleri, her ne olursa olsun, kavmin toplumsal durumunun ve genel eğitiminin değiştirilmesi ve ıslâh edilmesi sayesinde ahlâkta da derin bir değişiklik ve verimli bir ilerleme sağlanabilir. Buna kaani olmak, buna kuvvetle inanmak, özellikle bizim için çok gereklidir”

1910’da öğretmen okulunda verdiği bir konferansta, eğitimde güdü­lenmenin ve çevrenin rolüne değinmiştir. Ona göre, çalışma, çaba, ger­çek sevgisi, araştırma zevki ve güdü, çevrenin rolünü tamamlamaktadır. Bunun için, okulda bunlara çok önem verilmelidir.

“Meslek Aşkı ve Fedakârlık” başlıklı bir konferansında şöyle di­yordu:

“Size, tâ, kalbimin derinliklerinden kopan bir ses ile tavsiye ede­ceğim. Mesleğinizi sevininiz ve uğranda özveriye azmediniz. Yalnız maddi makamlara, maddi ödüllere bakmayınız. iyice biliniz ki, mânevi makamlar, en yüksek maddi makamlardan bile kat kat daha yük­sektir…. Ve bugün bu halimizde, böyle mânevi makamlar itibariyle, hiç bir meslek, öğretmenlik mesleği kadar ürün verici değildir. Artık, her yükselişin, öğretmenler, ancak öğretmenler sayesinde kabil olabileceği bu devirde, bu mesleğin hem en önemli ve hem de ihmal edilmiş bir meslek olduğu bu zamanda hiçbir meslek, ona hizmet edenlere, öğretmenlik de­recesinde, şan, şeref ve yükselme vermeyecektir.”

“Hususi Hayat ve Meslekî Hayat” başlıklı bir konferansında da öğ­retmen adaylarına şu tavsiyede bulunmuştur:

“İnsan için özel hayat ile meslekî hayatı birbirine karıştırmamak ge­rektir; fakat, bunlara, paralel bir yön vermek, bunlar arasında bir uy­gunluk, bir uyum sağlamak da gereklidir. Denilebilir ki, hayatın özel ve meslekî dönemleri arasında, bir müzik parçasını oluşturan şeyler arasındakine benzer bir ilişki ve uygunluk bulunmalıdır. Nasıl ki, bir müzik parçasını oluşturan ve birbirini izleyen şeyler – birbirinden farklı ol­makla birlikte – birbirine uygun olursa, hayatı oluşturan uğraşlar dizisi – resmî uğraşlar ve evdeki özel uğraşlar – da böylece hem birbirinden fark­lı ve hem de birbirine uygun olmalıdır.”

Sâtı Bey, beş konferansını topladığı “Vatan için” adlı kitabında da şu görüşleri ileri sürmüştür:

“Vatan sevgisi, muhakeme ve düşünme sonucu değildir ve ol­mamalıdır. Onun için, zihinsel muhakeme ve düşünceleri ‘İnsan Va­tanını sevmelidir’ gibi öğütlerin, vatan eğitimindeki payları pek azdır. Böyle muhakeme ve öğütler, vatan sevgisini doğuramaz. Onlar, yalnızca, başka nedenlerle oluşmuş olan vatan sevgisini aydınlatmaya ve kuv­vetlendirmeye yardım ederler. Bu, vatan eğitiminin en önemli kuralıdır. Vatanseverlik telkin etmek için, öğütlerden, çok semere (verim) bek­lememeli; çocukların kalbine, annelerine karşı nasıl tedrici (yavaş yavaş, ağır ağır) ve içgüdüsel bir sevgi doğuruyorsa, yurtlarına karşı da öylece tedrici ve içgüdüsel bir sevgi uyandırmaya çalışmalıdır.”

Bu konferans şöyle sona eriyor.

“Vatanseverlik, özverinin, başkalarını sevmenin, fikre tapmanın özel bir şeklidir. Onun için, insanı bayağılıktan kurtaran şeylere yö­nelten, özveriliğe alıştıran her şey, her iyi ve yüksek duygu, yurt­severliğe yol açar. Bu yolda ilerlemeyi kolaylaştırır. İnsan yurt­severliğe yaklaşır. İnsan eğilim ve yüksek duygularının tümü, bir ağaca benzetilirse, denilebilir ki, yurtseverlik, bu ağacın en yüksek dallan üzerinde yetişen yüce bir duygudur. Bu duyguyu geliştirmek için, o ağacın kökleri ve gövdesi ile de meşgul olmalı; bütün ağacı büyütmeye çalışmalıdır. Yurtsever olmak için erdemli ve özverili ol­malı; çocukları yurtsever yapmak için de erdemli ve özverili yap­maya çalışmalıdır.”

Böylece, Sâtı Bey, yurtseverliği, öğütlere ve boş sözlere değil, yurtla ilgili olan her şeye karşı geliştirilen sevgi, bağlılık ve özveriye bağ­lamıştır. Onun için, çocuğun bunlarla etkileşime girmesi, ona etkide bu­lunması, ondan etkilenmesi gerektiği görüşünü getirmiştir. Çevre ge­zileri, eğitim ve öğretim değerlerinin yanında, bunun için de gereklidir. Cumhuriyet döneminde ilkokullara konan Hayat Bilgisi dersi, çevre ge­zileri aracılığı ile, doğa ile temas sonucu, onu sevecek ve ona bağ­lanacaklardır. Daha sonraki yıllarda da Tarih, Coğrafya ve Tabiat Bilgisi derslerinde de buna devam edilecektir.

Sâtı Bey’in Savunduğu Genel Öğretim Yöntemleri:

Sâtı Bey, okullardaki ezbercilik uygulamasını şiddetle eleştirmiştir. 1911 yılında “Tedrisat-ı İptidaiye Mecmuası”nda yayımlanan “Ez­bercilik” adlı yazısına şöyle başlıyor: “Ezbercilik…. Bizde öğretimin en genel ve en süreğen hastalığıdır. Okullarımızın en büyüklerinden en kü­çüklerine varıncaya kadar hemen bütün derecelerinde bu hastalığın bir­çok görünüşüne rastlanır. Özellikle, ilkokul ve rüştiyelerde bu has­talıktan kurtulmuş olanlar azdır.”

Sâtı Bey, “Buldurucu Yöntem” (Tekşif-i Usul)’ü savunmuş, okul­larda uygulamış ve uygulatmıştır. “Tedrisat-ı İptidaiye Mecmuası”nın ilk üç cildinde Alfabe Öğretimi, El İşleri Dersleri, Anlatma (Takrir) ve Buldurucu (Tekşifi) Yöntemler, Tarih Öğretimi, Coğrafya Öğretimi, Öğretimde Soru-Cevap yöntemleri üzerine birçok yazılar yazmıştır.

Sâtı Bey, resim dersini ilk kez öğretmen okuluna koymuş ve bunun öğretimiyle ilgili ilk yazıları da yazmıştır. 1911 ’de Tedrisat-ı İptidaiye Mecmuası’nda yayımladığı, “Darülmuallimin’in Bir Senelik Hayatı” başlıklı bir yazısında yaptığı yenilikleri sıralarken, resim öğretiminin tarz ve yönteminden söz etmiştir. “Resim, hem büyük bir pratik hem de büyük bir eğitim yararı olan bir derstir. Bunun endüstrideki önemi ne kadar büyük ise, eğitimdeki ve onun gelişmesindeki önemi de o kadar büyüktür.”

Nafi Atuf Kansu, bunu aşırı bir iyimserlik olarak görmüştür. “Bu­radaki iş eğitimi, basit alıştırmalardan ibaretti” diyor.

Sâtı Bey, okulunda müzik eğitimi ve öğretimine de yer vermiştir. Hatta, güftesi Tevfik Fikret’e, bestesi Zati Bey’e ait olan ilk “Öğretmen Okulu Marşı”, onun öğretmen okulu müdürlüğü zamanında düzenlenmiş ve notasıyla birlikte, “Tedrisat-ı İptidaiye Mecmuası”nm 15. sayısında yayımlanmıştır.

Sâtı Bey’in Okuma ve Yazma Öğretimine Katkıları:

Sâtı Bey’in ilk okuma ve yazma öğretimine de bir katkısı olmuştur. O zaman kullanılmakta olan Arap harflerinde harflerin adı başka, sesi başka idi. Öğretimde harflerin adı söylenerek heceleme yapılırdı. Bunu Selim Sabit Efendi, değiştirmek istedi ise de değiştirememişti; Sâtı Bey, harf­lerin sesine göre adlandırılmasını ve doğrudan hecelemeye başlanmasını istemiştir. Harfleri sıra ile öğrenme yerine, önce ayrı yazılan harflerin, sonra da bitişik yazılan harflerin öğretilmesini istemiştir. (Yazının Arap harfleriyle yazıldığı unutulmamalıdır.)

Yine, alfabe kitaplarında, harflerin hepsini bir anda ve bir sayfada öğ­renme yerine, birkaç harfin, büyük puntolarla bir sayfada öğretilmesini önermiştir. En önemlisi de, harflerin, hem gösterilerek, hem de yaz­dırılarak birlikte öğretilmesini önermiş olmasıdır. Bu amaçla, harfleri, kağıt ve mukavva üzerine yazdırtmış ve sonra, bunları öğrencilere oy- durtmuş ya da kestirtmiştir. Böylece, çocuğun, her harfi-somut olarak- çeşitli duyu ve hareket organlarıyla algılamasını sağlamıştır. Yine, aynı amaçla, okuma ve yazma öğrenirken, harfleri kum üzerine yazma, fasulye ve nohutla yazma denemeleri yaptırmıştır. Bu eğitsel uygulama şekli, bugün de sürmektedir.

Sâtı Bey, ayrıca yazı dilinin sadeleşmesi için de çaba harcamıştır.

Sâtı Bey’in Eğitimimize Getirdiği Diğer Yenilikler:

– Sâtı Bey, okul bütçesine “mubassırlara” (gözcülere) verilmek üzere konan paralarla ders araç ve gereci aldırtmış ve “mubassırlığı” kal­dırmıştır. Bunun yerine, öğrencilerin kendi kendilerini yönetmelerine ve denetlemelerine önem vermiştir. Böylece, “kendi kendine yönetim”in baş­langıcı, bizde Meşrutiyet dönemine kadar gider.

– Çocukları ilk kez gündelik olaylarla ilgilendirmiş ve öğretimde “güncellik” (aktüalite) ilkelerini uygulamıştır. Günlük olaylarla ilgili ola­rak, öğretimde ilk kez projeksiyon makinesi kullanmıştır.

– Öğretmen okulu içinde bir “uygulama okulu” açmış ve programını da kendisi yapmıştır. Her dersin uygulaması sonunda bilimsel tartışma, saptırma geleneğini başlatmıştır.

– Öğretmen okulunu yatılı hale getirmiş ve geceleri öğretmenlerin nöbet tutmalarını sağlamıştır.

– Öğretmen okulu mezunlarım her yıl okulda toplayarak, “Öğretmen Okulu Kongresi” düzenlemiş, bu suretle, eğitim deney ve uygulamalarının bir değerlendirmesini yapmıştır.

– Öğretimde çevre gezilerine önem vermiş ve ilk kez tarihsel yerlere, fabrika ve kırsal alanlara geziler düzenlemiştir.

– Çıkardığı, Tedrisat-ı İptidaiye Mecmuası, zamanında 10.000 adet basılıyor ve bütün okullara gönderiliyordu. O müdürlükten ayrıldıktan sonra, adı “Tedrisat-ı İptidaiye” oldu. Bir süre sonra, orta öğretime de hi- tabedecek şekilde, adı sadece “Tedrisat” olmuştur. Bu dergi sonradan ya­yınını aksatmıştır. Fakat, yayınını, 1926’ya kadar “Tedrisat” adıyla devam ettirmiştir.

– Okul içinde bir müze ve kitaplık da kurmuştur.

Böylece Sâtı Bey, bugün de zaman zaman öğretmen yetiştiren ku­ruluşlarda görülen başlıca etkinliklerin temellerini atmış ve bu konuda iyi bir gelenek oluşturulmasına katkıda bulunmuştur. Diğer eğitimcilerle yap­tığı tartışmaları daha sonra ele alacağız.

İstanbul dışındaki öğretmen okulları da Sâtı Bey’in çalışmalarını iz­lemişler; burada yapılanları, kendi ölçülerinde uygulamışlardır

Bu dönemin sonlarında Bursa Öğretmen Okulu’na öğrenci olarak giren ve Köy Enstitülerinde müdürlük yapan Süleyman Edip Balkır, anı­larında şunları yazmıştır:

“Okulda bir iş atelyesi vardır. İş yoluyla eğitim fikri hiç değilse vardı; kendi olmasa da. Kitaplığa düzenleme görevi bana verilince, orada meslek dersleriyle ilgili kitaplar dikkatimi çekti. Bunların içinde adını yarım ya­malak işittiğim Sâtı Bey’in ‘Lâyihalarım’ adlı küçük bir kitabı dikkatimi çekti. Şöyle içine bir baktım. İlk yazısı “Darülmuallimîn” ve arkasından yine meslek sorunları. Her şeyi olduğu yerde bıraktım. Abandım üzerine ve doğrusu, yer gibi de okudum. İşte, beni, öğretmenlik konusu ve bu­nunla ilgili olarak, işlenmiş fikirlerle ilk buluşturan kitap budur.”

Kaynak: Öğretmen Yetiştirme Açısından Türkiye’de Eğitim Bilimleri Tarihi Üzerine Bir Araştırma, Cavit BİNBAŞIOĞLU, Milli Eğitim Basımevi, 1995

İlgili Makaleler