MÜNAFIK
MÜNAFIK
Arapça “n, f,
k” kökünden türeyen kelime, etimolojik olarak yer altında bulunan ve bir
ucundan diğer ucuna gizlice gidilebilen işlek yol demektir. Islami
terminolojide ise, kısaca içi dışı bir olmayan, iki yüzlü kimselerin müslüman
toplum içinde müslü-man gibi görünerek gerçekte içlerinde küfür veya şirk
inancını taşımalarına denir. Açıktır ki, böyle kimseler legal ve illegal olmak
üzere daima iki tavrı bir arada sürdürmekte olan tehlikeli kimseler olacaktır.
Kuşkusuz her sosyal ve
politik sistemde, o sistemin üzerinde yükseldiği felsefi ve ideolojik görüşü
paylaşmayan ve fakat yine de ses çıkaramayacak durumda olan insanlar
bulunabilir. Münafıklar da, farklı bir sosyal kategori olarak tslam toplumunun
iç muhalifleri şeklinde görülebilirler. İnsan gruplarının temel hak ve
özgürlüklerini, inanç, ibadet ve düşünce farklılığı olanların, bu farklı
konumlanın tabii karşılayan İslam toplumu, muhalif çevrelerin varlığından
geniş ölçüde rahatsız olmaz ve bu muhaliflerin inanç ve düşüncelerini baskı
kullanarak değiştirmeyi, ya da ibadet ve ayinlerine engel olmayı tasarlamaz.
Nitekim zımmi adı altında toplanan gayr-ı müslim
teb’a için hassas bir
hukuki statünün teşekkül ettiğini biliyoruz. Ancak buna rağmen Kur’an
münafıklara ilişkin oldukça sert ve tehdit edici ifadeler kullanıyorsa, bu,
ni-fak’ın bilinen farklı bir dine veya siyasi görüşe mensubiyetten daha fazla
bîr olayla karşı karşıya bulunduğumuzdandır..
Kur’an-i Kerim
münafıklara ateşin en alt tabakalarını uygun görür (Nisa, 145). Gerçi müşriklerin,
küfrü tercih edenlerin de eninde sonunda gidecekleri yer ateştir. Ne var ki,
münafıklar için belli ki özel bir vurgu kullanılmaktadır. Bunun da elbette
birtakım haklı nedenleri vardır.
İslam devleti, hangi
inanç, din ve görüşte olursa olsun, bütün insan gruplarına yaşama imkanları
tanır, onlar için özel hukuki statüler tayin eder. Kişi ve gruplar bir takım
Özel durumları dolayısıyla farklı konumda ele alınsalar bile, yine de onların
can, mal, namus, din ve görüşlerini güvence altına ^lan hukukun üstünlüğü
ilkesi vardır. Şu halde zımmi ile münafık arasında, hukuki anlamda benzerlikler
bulunamaz. Daha önemlisi, hukuki olarak münafık için tâyin edilmiş özel bir
statü yoktur. Kuşkusuz bu, ilk anda paradoks gibi görünse de, İslam’ın genel
ilkeleri ve insan zümrelerine biçtiği manevi ve ahlaki değer gözönüne alındığında
mantıkidir.
Ahlaki ve dini
bakımdan insan türünün en aşağılık yaratığı durumunda olan müna-fık’ın,
İslam’ın önüne çıkardığı ilk büyük zorluk, düşünce ve inançlarını içinde tutmakla
yetinmesi, bunu uluorta ve her fırsatla açığa vurmama ihtiyatını
göstermesidir. Kİşİ temelden muhalif düşünce ve inançlarını içinde taşıdığı
müddetçe, siz onun dini ve siyasi tercihinin ne olduğunu biliyor olsanız bile,
ona herhangi bîr hukuki yaptınmda bulunamazsınız. Hele herkesçe gözlenen
davranış ve eylemleri -zahiren de olsa- İslam’ı temel davranış ve eylem
biçimlerine aykın değilse, büsbütün yapabileceğiniz şeylerin sınırları
daralmış demektir. Bu durumda onun ne düşündüğünü sadece bilmeniz, hukuki bir
anlam ifade etmez. Nitekim Peygamber efendimiz (s.) Medine hayatında birçok
münafık tanıdı, onları yaki-nen bildi ve zaman zaman liderleri Abdullah bin
Ubey gibilerinin zararlarım da gördü. Ancak buna rağmen bazı kimseleri münafık
olarak teşhis etmedi, kimseyi açıkça münafıklıkla tanımlamadı.
Münafıklar potansiyel
kafirlerdir. Potansiyel bir güç kendini açığa vurmadıkça ona karşı sadece
zihnen tedbir alınabilir. Ancak hiç kimse potansiyel muhalif oluşundan dolayı
yargılanamaz, ona bir ceza verilemez.
Bütün bunlardan dolayı
Kur’an-ı Kerim, münafıkların içinde bulunduktan manevi ve ahlaki kirliliği
sergilemeye önem vermekle yetinir, ahirette uğrayacakları feci akıbeti tasvir
eder. Kur’an-ı Kerim’e göre münafık bir insanın en Önemli özelliği, onun kalben
hasla olmasıdır. Münafıklar ile kalplerinde hastalık olanların bir arada
zik-Tedilişlerinin (Enfal,49; Ahzab, 12) nedeni, ikisi arasında varolan ahlaki
özdeşliğe dikkat çekilmek istenmesidir. Bu da gösteriyor ki, münafık kişiliği
zedelenmiş veya tam olarak olgunlaşamamış, kendi zaaflarına karşı yenik,
güvensiz, korkak ve her zaman dürüst davranmayı riskli bulan tehlikeli
kimsedir.
Münafık, daima
gelişecek güçlerin muhtemel hesaplarını yapar, çeşitli sosyal grupların
nezdinde yatırımlara girişir. Böyle yapmakla, zamanın aleyhine dönmesine
karşı etkili tedbirler
aldığını düşünür (Mai-de; 52). Böyle kişilerin açık bir mücadele ve savaş
alanında, açık, dürüst ve adil bir tercih koymaları mümkün değildir. Eğer
himayeleri altında oldukları kimselerde bir zaaf belirtisi tespit
edebilirlerse, -Uhud savaşına tam çıkarken müslüman ordudan Medineli
münafıkların kopmayı, stratejik bir darbe telakki etmeleri gibi -bunun daha da
büyümesi için birtakım adımlar atmaya cesaret edebilirler. Uhud savaşında
kopanlann böyle moral çöküntü yaratma amaçlan yanında Mekkeli müşrikler ve
Medineli Yahudiler katında ilerisi için yatırım yapma düşünceleri de vardı.
Ancak bu, yine de istisnaî bir hal olabilir.
Normal ve alışılagelen
zamanlarda münafıklar, yeraltında, karanlık mahfillerde ve sessizce çalışmayı,
müslüman toplumu içten çökertmeyi tercih ederler. Kalblerinde hastalık olması,
İslam’ın sunduğu hayat tarzı, görev ve sorumlulukların onları ya tatmin
etmemesi veya kendilerine güç gelmesinin sonucudur. Oysa kolayca itiraf edilebileceği
gibi ruhsal, zihni ve sosyal anlamda bir şeyden memnun olmayan kişi, muhalif
görüş ve eletirilerini açıkça ortaya koyar, gerekirse fiili olarak karşı
mücadele verir. Bu, nisbeten tavır koyabilme gücünü gösterebilenlere özgü bir
davranıştır. Münafık ise bu cesareti ve kişiliği sergileyemez. Hatta daha
aşağılık yollara başvurur, gösteriş için namaz kılar (Nisa, 142,;Tevbe, 54),
müslüman gibi görünür. Ancak kendi başına kaldı mı ne namaz kılar, ne de İslam’ın
aleyhinde faaliyet göstermekten boş kalır. Bundan dolayı daha Medine döneminde
Peygamber efendimiz ve arkadaşları (ashab), sabah ve yatsı namazlarının münafıklara
ağır geldiğini söylüyorlardı. Öyle yainandığı için değil, aldatmak istediği
için namaz kılan birinin, sabah namazı için gün doğmadan kalkması, yatsı için
geç saatlere kalması başkalarına gösteriş yapabilme imkanı yok ise ağır bir
külfetten başka nedir ki!
Islamiyetin gelişmiş
bir fıkıh geleneğine rağmen, münafık zümrelere hukuki-dünyevi bir müeyyide ve
ceza getirmemesi, bu kavramın istismara elverişli yapısı dolayı-sıyladır. Çünkü
yeterince kendini olgunlaş-tıramamış kimi müslümanlar da, görüş, fikir ve
anlayışlarına tam uygun olmayan bazı samimi müslümanlan münafıklıkla suçlama
hatasına düşebilirler. Bu ise kolayca tahmin edilebileceği gibi, son derece
tehlikeli sonuçlara yol açabilir. Madem ki nifak kalbte gizlenen bir duygu ve
düşüncedir ve madem ki bizler başkalarının kalplerinin İçini okuma imkanlarına
sahip değiliz, şu halde kendini muslüman takdim eden ve zahiren öyle görünen
herkes hakkında hüsnü niyet beslemek ve onları muslüman kabul etmek
durumundayız. Nitekim bildiği halde Peygamberin açıklamadığı münafıklar,
Medine’nin genç islam toplumunda diğer müslümanlar gibi muamele görmüş,
müslü-manlann lehinde ve aleyhinde olan, onların da lehinde ve aleyhinde
olmuştur. Açığa vurulmadığı sürece kimin münafık olup olmadığını, sadece,
kalplerin içini bilen Allah bilebilir.
Burada kadar
anlattığımız İslam i yazılarda “akidevi nifak” adı verilen nifak
türüdür. Bir de aynı yazılarda “ameli nifak” deyiminden de söz
edilmiştir ki, kişi gerçekte ve kalben münafık olmadığı halde, bir takım amel
ve eylemleriyle münafıkm amel ve eylemleriyle benzerlik içinde olabilir. Bu,
kuşkusuz sakınılması gereken önemli
bir davranış biçimi,
kısaca bir zaaftır.
Müslüman toplumun
manevi ve ahlaki olgunluğuna büyük önem veren Hz. Mu-hammed (s.), bu zaafın yol
açacağı tahribata dikkat çekmiş ve müslümanlan uyarmıştır.
“Münafığın
alameti üçlün Konuştuğunda yalan söyler, söz verdiğinde sözünü yerine
getirmez ve kendisine birşey emanet edildiğinde ona ihanet eder.” (Müslim,
Hadis No: 106).
Yalan, sözü tutmama ve
emanete İhanet, ahlaki düşüşün birer göstergesidir. Kendini yeterince terbiye
edememiş zaaf sahibi bir muslüman da, bu hata ve günahları yapabilir. Bu, onun
gerçekten münafık olduğu anlamına gelmez. Aksi halde yalan söyleyen herkesi,
münafık sayıp onu İslam dairesinin dışına atmak mümkün olur. Oysa gerçekte O,
mü’min ve muslüman, ancak amel ve eylemleri mü’mince ve müsf umanca değildir.
Yalan, sözü tutmama ve emanete ihanet, münafıkların amel ve eylemleridir. Şu
halde her davranışında doğru, dürüst ve tutarlı olmak zorunda olan, böyle
hatalara düşüp münafıkla paralelliğe düşmemeli, kendini sakındırmalidır.
Ancak bu negatif tutumlara rağmen paralellik ile özdeşlik aynı şeyler
değildir.
Ali BULAÇ Bk. Küfür