MİSYONERLİK
Misyon (mission),
menşe itibariyle bir dinin tebliğini yapmak demektir. Bu tebliği yapana da
misyoner (missionnaire) denir.
Fakat bu tabirler,
daha ziyade hristiyan-lar için kullanılagelmiştir. Hristiyanlar misyonerlik
geleneğini Hz. İsa’nın havarilerine kadar çıkartmakla ve ilk büyük misyoner
olarak da Saint Paul’ü kabul etmektedirler.
Başlangıcından
itibaren, 18. yüzyıla kadar, tamamen dini bir mahiyet arzeden bu hareket
sonraları Avrupa Hristiyan emperyalizminin en büyük aleti olmuş, dinden zi
yade devletlerin sömürge politikalarına hizmet etmiştir. Bu anlamda resmi
olarak kurulan İlk misyoner örgütü, 1701 yılında faaliyetlerine başlayan
Protestanların açtığı Society for The Prapagation of the Gos-pet in Foreign
Parts adındaki gizli bir teşkilattır.
Katolikler ise, bizzat
papanın başkanlığında “Congregatio de Propaganda Fide” misyoner
teşkilatını kurmuşlardır.
Bu misyoner
teşkilatlan, her şeyden önce, misyonerleri yetiştirmekle işe başladılar.
Çünkü en ağır işleri yüklenecek olan görevliler bunlardı. İngiliz misyoneri Mr.
John, misyonerlerin nasıl yetiştirildiklerini şöyle anlatıyor:
“Misyonerler
çocukken hizmete alınırlar, ifa edecekleri vazifeye göre ilmen, ahlaken ve
fikren yetiştirilirler. Şöyle ki: İngiliz misyon cemiyeti her sene bütün
rüştiye mektepleri çocuklarının zekilerinden -tabii babalarının rızasıyla-
ihtiyaca göre otuz kırk talebe ayırarak dünya ülkelerinin kendilerince lüzum
hissedilen mıntıkalarına sevk eder. Mesela ikisini Türkiye’ye, üçünü Nubi’ye
dördünü Hindistan’a, üçünü Tibet’e, beşini Rusya’ya v.s. yerlere serpiştirir.
Bu çocuklar o memleketlerdeki sefaret veya konsolosluklara tevdi edilirler.
Bütün İngiliz sefaret
ve konsolosluklarında misyon cemiyetinin mükemmel talimatı vardır. İşte bu
talimata göre çocuklar büyütülür, okutulur, öğretilir ve yetiştirilir-
ler. Ben ve akradaşim
Herbert on yaşında iken Misyon Cemiyeti tarafından İstanbul’a gönderilmiş idik.
Doğruca sefarethanemize gittik. Sefir beni sefaret kavvası, Cihangir’de sakin
Ali Ağa’ya teslim etti ve şu ten-bihatta bulundu: “Ali Ağa! Bu çocuğun ismi
İbrahim’dir ve senin oğlundur. Herkese öyle söyleyeceksin. Aylık olarak sana on
lira vereceğiz. Bu para ile çocuğu mahallenizin mektebinde okutacaksın. Ve
tıpkı kendi soyundan olmuş çocuğun gibi yedirecek içirecek ve giydireceksin,
adetiniz nasılsa Öyle terbiye eyliyeceksin. Ayda bir kere geceleyin
sefarethaneye getirip bana göstereceksin” dedi. Kavvas Ali Ağa da
kolumdan tutarak beni hanesine götürdü ve zevcesi Gülsüm Hanıma teslim ederek:
“İşte sana evlat getirdim, bunu büyüteceksin” dedi. Don, gömlek ve
entari yaptılar ve giydirdiler ve güzelce yapılmış iki takunya alarak ayağıma
geçirdiler ve bir gün cümc on paralık kağıt helvası sıkıştırarak mahalle çocukları
arasına salıverdiler. Bîr kaç ay kadar sıkıntı çektim: Türkçe bilmediğim için
kimse bana ehemmiyet vermiyor ve dilsiz diyorlardı. Evde daima Türkçe görüşüldüğü
gibi, devam ettiğim mahalle mektebinde dahi Türkçeden başka dille konuşan olmadığından
yavaş yavaş kulak dolgunluğuyla Türkçeyi öğrenmeye başladım. Akşam üzeri
evimizin önüne toplanan çocuklarla lop oynamaya başladım. Bir sene sonra çocukların
elebaşısı olmuştum. Mcktcbtc de Hoca Efendi teveccüh göstermeye başladı. Sesim
iyi ve gür olduğundan Amme cüzzünü güzelce okuyordum, hatta ezberledim.
Derslerimde ileri gittim.
Misyoner John şöyle
devam ediyor: “El-has:!, bu şekilde Ibtidai ve Rüşdi derslerini gördükten
sonra Beyazıt Camii şerifinde Müderris Palabıyık Ali Efendi’nin ders halkasına
dahil oldum. Tcshibim elimde, kitabım koltuğumda, evden medreseye ve camii
şerife ve dershaneden eve gider ve gelir, geceleri derslerime çalışır idim.
Sarf, Nahiv, Avamil, Kafiye, Mantık, Tasavvu-rat, Tasdikat, Kelam, Fıkıh,
Tefsir ve ila ahirih gibi bir çok kitapları sırasıyla okudum ve öğrendim. Cami
dersini ikmal ederek icazet aldım, yani siinni bir müderris oldum.”
Misyoner John
bunlardan sadece bir tanesidir. Onun arkadaşı Hcrbcrt ise, Mu-hammed Ali
ismiyle Konya’ya gönderilmiş ve orada Bektaşi Şeyhi olarak yetiştirilmiştir.
Bu şekilde
yetiştirilen misyonerler, değişik kılıklara bürünerek müslümanlar arasına
karışıyor, müslümanların safça gösterdikleri ilgiden de yararlanarak
faaliyetlerini sürdürüyorlardı. Bunların çoğu kendilerini kâşif, botanikçi,
doklor, arkeolog olarak la-nıtmışlar, içinde faaliyet gösterdikleri ülkeleri,
kendi devletlerinin çıkarları doğrultusunda nasıl sömüreceklcrinin planlarını
yapmışlardır.
Özellikle 19. yüzyıl
ile 20. yüzyılın başlarında faaliyet gösteren bu örgütler, müs-lümanlan
birbirine düşman yapıyor, onları parçalayarak kendi devletlerinin siyasetlerine
alet ediyorlardı.
Hrisüyan misyonerler,
-tıpkı bugün olduğu gibi- müslüman yöneticilerden büyük destek görüyorlardı.
Özellikle Batılının Osmanlı Devleti içerisindeki temsilcisi olan Mustafa Reşid
Paşa, İngiliz misyonerlerine çok yardımcı olmuştur.
Müslüman
yöneticilerinin cehaletlerinden dolayı bu gaflete düştüklerini düşünmek de
safdillik olur. Çünkü bu tehlikeli misyoner faaliyetleri hakkında uyarıldıkları
halde, bir önlem almaları şöyle dursun, misyonclerc daha fazla yardımcı
olmuşlardır. Nitekim bu konuda hükümete sunulan Fazıl Alevi imzalı bir arızada
şunları okuyoruz: “Bazı ecnebilerin Ceziretu’l-Arab’da bir takım şeyhi
kandırarak kendi taraflarına çalışmalarını sağlamak için, birkaç seneden beri
sarf etmekte oldukları çalışmalar neticesi, birkaç sene sonra oralarını dahi
benzeri hilelerle kendi memleketlerine katmak fikri alenen siyaset sahnesine
çıkaracağından şüphe olmadığından ve Ce-ztretü’1-Arab ise İslamiyet’in merkezi
olan Hicaz kılasıyla diğer Arap ülkelerine bitişik olup, Allah göstermesin
yabancılar onlara tasallut edecek olurlar ise, türlü fenalıklar zuhur edeceği
ve bu halin düzeltilmesinin çok zor olacağı açık bulunduğundan işbu önemli işin
şimdiden dikkate alınması ve itina gösterilmesi arzolunur.” (Başbakanlık
Devlet Arşivi, Yıldız Tasnifi, Kısım no: 14, Evrak No: 88/26, Zarf No: 88,
Karton No: 12)
Misyoner örgütleri,
her ülkenin milleti ve dinine göre stratejilerini tesbit etmiş ve buna göre
hareket etmişlerdir.
Misyonerler,
müslümanlar arasında girişecekleri eylemleri uzun araştırmalar sonucu tesbit
etmişler ve bu teshilleri kitaplaşür-mışlardır ki, bunlardan en manidarı misyoner
Hamphcr’İn “İslam’ı Nasıl Yok Ede-ftm?” adlı kitabıdır.
Müslümanlar arasında
faaliyet gösterip sonuç alabilmek için, önce hedef tayin ediliyor, daha sonra
da bu hedefi gerçekleştirmek için, İslam’ın değerleri, gücü ve müslümanların
zayıf noktaları belirleniyordu.
Hedeflerini, Londra
Misyoner Teşkilatı Başkanı şöyle açıklıyor: “Biz İngilizlerin
müreffeh ve saadet
içinde yaşamanız için müslümanlar arasına nifak tohumlarını ekmemiz
lazımdır.”
Londra misyoner
teşkilatı, İngilizlerin refah ve saadetini, müsliimanların parçalanmasında,
Amerika İle Fransız misyonerleri de devletlerinin çıkarlarım müslüman-ları
sömürmede görmüşlerdir.
Gerek İngiltere’deki
misyoner teşkilatlarında çalışan elemanlar ve gerekse İslam dünyasında yetişip
hizmet verme seviyesine gelen misyoner-casus adayları, her yıl Londra’da
toplanarak görev bölümü yaparlar. Bu görevlerin başında, müslümanların zayıf
noktalarını tesbit etmek gelir. Bunun her yıl tekrar edilmesinin sebebi de,
müslü-man ülkelerinde meydana gelen iktidar değişiklikleri ve düşünce
farklılıklarıdır.
İngiliz Sömürge
Bakanlığı, uzun ve yorucu çalışmalar sonucunda, genci olarak, müslümanlann
zayıf taraflarını tesbit etmiş ve İslam ülkelerinde faaliyet gösterecek
misyoner-casusların bu esasları öğrenmeleri için yapılan tesbitler bir kitap
haline getirilmiştir. Yeniden tesbit edilen zaaflar da, kitabın daha sonraki
baskılarına ilave edilir.
ingiliz Sömürge
Bakanlığının tesbit edip kitap haline getirdiği bu zayıf noktalar şunlardır:
1- İhtilaflar: a) Sünni-Şii ihtilafı, b)
Amir-memur ihtilafları, c) Osmanlı-İran ihtilafı, d) Aşiret ihtilafları, e)
Ulema-devlet memurları anlaşmazlığı.
2- Bütün
İslam ülkelerindeki genel cehalet ve İslam hakkındaki bilgisizlik.
3- Donmuş
fikirler ve taassup, yeniliklerden ve dünyadan habersizlik; istek ve gayret
azlığı
4- Maddi
hayata önem vermeyip, cenne-
te ümid bağlama ve
tevekkül.
5-
Hükümetlerin halka uyguladıkları istibdat ve diktalorya.
6-
Emniyetsizlik, yol şebekelerinin azlı-
7- Her yıl
yüzlerce kişiyi Ölüme götüren veba, kolera gibi hastalıklara karşı hijyen ve
ilaç yokluğu.
8-
Şehirlerin viraneliği ve su şebekelerinin yokluğu.
9- Devlet
dairelerindeki hercümere; milletin, Kur’an ve Şeriat’lan çıkarıldığına
inandığı kanun ve nizamların olmayışı; Şer’İ anayasanın terk edilmiş oluşu.
10- Bozuk
bir iktisat, geri kalmışlık, genel fakirlik ve bütün İslâm ülkelerindeki işsizlik.
11- Düzenli
orduların olmayışı. Silahsız-Jık; levazım ve savunma teçhizatının azlığı,
modası geçmiş silahlar.
12- Kadın
haklarının çiğnenmesi.
13- Şehir ve
sokakların çevre sağlığından yoksun olması.
Misyoner kitabı,
müslümanlann zayıf noktalarını sıraladıktan sonra, şöyle demektedir:
“Elimizden geldiğince, müslümanlann, dinlerinin gerçek yönlerini öğrenmelerine
mani olmalıyız.”
İhsan Süreyya SIRMA