33Sosyoloji Sözlüğü

KLASİSİZM

 

KLASİSİZM

 

Güzel sanatlarda Eski
Yunan ve Roma sanatını temel alan tarihselci yaklaşım ve estetik tutum.

• (Edebiyat)

XVII. yüzyılda
Fransa’da ortaya çıkan ve sonraları diğer Batı edebiyatlarında da etkisini
göstererek gelişen bir edebiyat akımı. Adım Fransızca sınıf, toplumsal sı­nıf
anlamına gelen Classe kelimesinden türemiş Cİassicisme (klasik olma, klasik­lik)
kelimesinden alan bu akım, gelenek olarak Antik Yunan ve Latin edebiyatları­na
sıkı bir şekilde bağlıdır. Duygu ve coş­kuları, akıl ve sağduyuyla ahlak
ölçüleri çerçevesinde kontrol altına almaya ve ta­biatı akıl yoluyla incelemeye
dayanır.

Fransa’nın XVII.
yüzyıl başlarında için­de bulunduğu durum; 1560’lardan beri sü­regelen mezhep
ve din savaşlarının din­miş olmasıyla beraber İç barışın tesisi ile mutlak bir
monarşinin kurulmasının getir­diği siyasal denge ve oturmuşluk, bu den­genin
ekonomik alanda ve uluslararası ilişkilerde sağladığı olumlu gelişme, ülke­de
felsefe, sanat ve edebiyat (bütünüyle kültür) alanında da yeni eğilim ve
arayışla­rın filizlenmesine zemin hazırlar. 1635’de “Fransız diline kesin
kuralları vermek, onu arı, iyi anlatımlı kılmak ve sa-natlarla bilimleri
işleyebilecek duruma ge­tirmek hususunda gayret ve özenle çalış­mak” üzere
Cardinal de Richelieu’nun ça-balarıyla Fransız Akademisi kurulur. Aka-demi’nin
kuruluşundan daha evvel XVI. yüzyıl sonlarında Fransızca’ya da en az Yunanca ve
Latince kadar önem vermeyi ve antik yazarların eserlerindeki dil gibi mükemmel
bir dille yazılmış Fransızca eserler ortaya koymayı düşünerek bir ara­ya gelen
Pleiade (Yedi Şair Topluluğu) ile 1605 yılından itibaren Fransız dili ve şi­irinde
reform sayılacak fikirler ve uygula­malarla eserler meydana getiren ve
Plei-ade’ın Fransızca’yı çetrefilleştirdiği iddiasıyla, halkın anlayabileceği
yalın, süssüz bir dil ve şiir isteyen Malherbe’in çalışma­ları klasik akıma
zemin hazırlayan etken­ler olmuştur. Bu etkenler arasmda Fran­sa’da sosyete
salonlarında oluşan, duygu­larda ve anlatımda inceliği esas alan salon
edebiyatının dilin ve duyguların işlenmesi­ne ettiği hizmeti de belirtmek
gerekir.

Klasisizm’in XVII.
yüzyıldaki gelişim seyri üç döneme ayrılabilir: 1598-1660 arası hazırlanma
dönemi, 1661-1680 ara­sı akımın en parlak dönemi ve 1681-1715 arası zayıflayış
ve çöküş dönemi.

1650’lerden itibaren
gelişme gösteren Descartes’ın rasyonalist hazırlanış döne­minde klasik akımın,
tutku ve duyguların akılla kontrol altına alınması ve akim em­rettiği vazifenin
ahlak adına önplana çık­ması prensibinin oluşmasında etkili olur.

Klasisizm’in kuruluşu
ve edebiyatta tuta­cağı yol herhangi bîr beyanname ile ilan edilmez. Fakat
Boileau’nun eserlerinde, özellikle Epitre’ler ve L’Art Poetique (Şİ-ir
Sanatı)’de bu ekolün ana ilkelerini bul­mak mümkündür. Özellikle ikinci eserin­de
Boileau, Malherbe’den başlayarak, çağdaşı olan büyük Fransız edebiyatçıları­nın
bu konudaki düşüncelerini sistemli bir biçimde bir araya getirmiştir.

Klasik akımm ana
ilkeleri şunlardır:

 1-Sanatçının anlattığı konu ne olursa olsun, eserine
akıl ve sağduyu hakim olmalı, ha­yaller, ihtiraslar ve heyecanları akıl kon­trol
altında bulundurmalıdır. Akıl doğru­yu gösterir ve doğru olan herşey güzeldir;

 2- Tabiata önem vermek ve onu iyi İncele­mek gereklidir.
Fakat bu tabiat, dış alem­deki canlı, renkli, hareketli tabiat değil­dir.
Klasik sanatçılar “tabiaf’la insanın iç dünyasını, “fıtraf’ı
kasdetmişler ve insa­nın iyi tanınmasının, iç aleminin derinlik­lerine
inilmesinin bir sanatçı için gerekli

olduğunu
söylemişlerdir. Çünkü ancak o zaman sanatçı insanı tanıyabilir ve eserle­rine
yahut sahneye güzel bir şekilde akset-tirebilir. Dış tabiatı görmek ve
göstermek hastalığa işarettir. İnsan tabiatım işlerken de, aşağı ve bayağı
yönlerini göstermek­ten kaçınmalıdır. Çünkü bu yönler, insan­ların hayvanlarla
ortak olduğu yönlerdir. Bu yüzden İnsanın üstün ve olgun değerle­ri ve
özellikleri klasik eserlere girmelidir. Bu ayırımda ölçü akıldır;

3- Örnek ve
ge­lenek olarak Antik Yunan ve Latin edebi­yatları benimsenmelidir. Çünkü
Home-ros, Virgüius, Horatius, Sophokles, Aiso-pes, Euripides gibi sanatçıların
yüzyıllar­dır beğenilip hâlâ okunuyor olmaları, eserlerinde insanı, insanın
kalbini ve dün­yasını çok iyi bilmelerinden, bu noktada mükemmeli
yakalayabilmelerindendir;

 4- Klasik eserlerde mutlaka gerçeğin, ol­muş olanın
anlatılması gerekmez. Olay­lar gerçekte meydana gelmemiş olabilir. Ama böyle de
olsa “gerçeğe benzerlik” il­kesi esas alınmalıdır. Yani konudan çok,
konunun gerçeğe benzer bir şekilde anla­tılması ön plandadır;

5- Konunun
anlatı­mının konudan daha önemli olması, kla­sik yazarları Antik Yunan ve Latin
edebi­yatlarının konularını tekrar tekrar İşleme­ye yöneltmiştir;

 6- Gerçeğe benzerlik İlke­sinin bir devamı olarak,
toplumda geçerli geleneklere, törelere ve ahlak anlayışına uymak gerekir;

 7- Edebi türler birbirin­den kesin bir şekilde ayrılmalıdır.
Her edebi türün kendine has ilke ve teknik Özellikleri vardır. Birinden öbürüne
geçil­mez;

 8- Tiyatroda “üç birlik kuralı” esas­tır. Yani
olayda birlik (tek bir olayın anla­tılması), mekanda birlik (olayın aynı yer­de
geçmesi, değişik sahnelerin olmaması) ve zamanda birlik (olayın bir günde başla­yıp
bitmesi) ilkesi klasik tiyatronun teme-

lidir. Klasik yazarlar
bu ilke doğrultusun­da, dış dünyanın karışıklığı ve ayrıntısı ye­rine kişinin
iç hayatını, yüksek duyguları­nı ve psikolojik olayları yalın bir şekilde
sahnelemek amacını gütmüşlerdir;

 9- Bu akılcılık ve ilkelere bağlılık, klasik akımı kuru
ve sıkıcı bir gerçekçiliğe itmemiştir. Klasiklere göre sanat eğitici ve
öğretici ol­malı, ama bunu yaparken hoşa gitmeyi de başarabilmelidir;

10- Klasik eserlerde
yal­nız seçkin ve olgun insanlar (aristokrat sı­nıf) ele alınmıştır. Çünkü
onlara göre bun­lar akıllarını ve iradelerini kullanabilen uyumlu kişilerdir.
Sıradan halk klasik ya­zarlara hitap etmez;

 11-Klasik akıma bağ­lı sanatçı, eserinde şahsi kanaatlerini
da­ima gizlemiştir. O okuyucunun yahut se­yircinin dikkatini yalnızca eser
kahraman­ları üzerine çekmeyi amaçlar;

 12- Klasik yazarlar milli dile önem vermişlerdir.
Eserlerin konuşma diliyle, süssüz, yalın, açık ve sağlam olmasına dikkat
edilmiş­tir. Fakat kullanılan dil, halkın değil, seç­kin sınıfın konuştuğu
kültür dilidir.

Klasik akımın önde
gelen sanatçıları Bo-ileau, Moliere, Racine, La Fontaine, Cor-neille, Bossuet,
Madam de la Fayette’dir. Akım XVIII. yüzyıl başlarında, gelişen ye­ni edebi
eğilimler, sosyal şartlar ve ayrıca Moliere, Racine, La Fontaine ve Bossuet
gibi büyük klasik yazarların ölmüş olmala­rı dolayısıyla gitgide zayıflar ve
etkisini yi­tirir.

Bizim edebiyatımıza
klasisizmin girişi, diğer akımlarda olduğu gibi, tercümeler yoluyla olmuştur.
Bununla beraber bizde klasisizmden bir akım olarak değil, tercü­me edilmiş
klasik eserler diye bahsetmek daha doğru olacaktır.

Şînasi, 1859′ da
neşrettiği Terteme-i Manzume’d& Racine, Fenelon ve La Fon­taine’den yaptığı
küçük şiir parçaları tercümesine de yer verir. Ahmet Vefik Paşa, Moliere’in pek
çok tiyatro eserini tercü­me veya adapte eder. Recaizade Mah-mud Ekrem La
Fontaine’den bazı eserler çevirir. Ahmed Midhat Efendi Corneil-le’den Le Cid’ı
tercüme ederek Tercü-man-ı Hakikati yayınlar. Onun bu tercü­mesi edebiyatımızda
bir klasik eser tartış­masını da başlatır.

1313/lS9S’âcTercüman-ıHakikat\eya-yınlanan
A.Midhat Efendi’nin “îkrâm-ı Aklâm” adlı yazısında klasiklerin
devrinin geçmediği, bizim henüz bu eserlere nüfuz edemediğimiz, bu eserlerin
tercüme edi­lerek edebiyatımıza kazandırılmasının ge­rektiği fikirleri öne
sürülmektedir. Bu ya­zıya Ahmed Cevdet, Malûmat dergisinde cevap verir. Ona
göre bizim edebiyatımı­zın kendi klasikleri vardır. Süleyman Çele­biler, Sinan
Paşalar, Muallim Naciler bi­zim klasik yazarlarımızdır. A.Cevdet bu yazısında
klasik eserleri, her devirde ge­çerliğini koruyan mükemmel eserler ola­rak ele
alır. Her dil ve edebiyatın kendi klasikleri vardır. Ayrıca bu klasik eserler
yazıldıkları dillerin güzelliklerini taşıdıkla­rından, tercüme edildiklerinde
bu özellik­lerini kaybederler.

Tartışma, devrin diğer
kalemlerine de sıçrar ve giderek, klasiklerin tercümesi de­ğil, bizim de
klasiklerimizin olup olmadı­ğı şekline bürünür. Divan edebiyatına kla­sik
denilip denilmeyeceği tartışılır. Bu tar­tışmalarda Cenab Şehabeddin’İn
“Klasik­ler Meselesi” adlı yazısıyla, A.Midhat Efendi’nin buna
verdiği cevap dikkat çeki­cidir. Cenab, Klasiklerin tercümesinin ge­reksiz
olduğu, klasik akımın Fransız ede­biyatında dahi devrini doldurduğu, klasik
eserlerin illa da çevrilmesi isteniyorsa, o halde onların da önderleri olan
eski Yu­nan ve Latin edebiyatlarına gitmenin da-

ha doğru olacağı
görüşündedir. Ahmed Midhat ise eserleri zamana göre değerlen­dirip, bu benîm
zamanımın eseri değil di­ye ikinci plana atmanın yanlış olduğunu söyler ve
gerekirse eski Yunan ve Latin edebiyatına da gidilebileceği fikrini savu­nur.

Bütün bu yazılar ve
tartışmalara bir bü­tün olarak bakıldığında, bunların klasi-sizm’i bir akım
halinde ele alma, onu açık­lama ve yaygınlaştırma şuurundan uzak oldukları
görülür. Zaten bu yıllarda klasi-sizm Avrupa’da çoktan sona ermiş, ro­mantizm
bile hızını kaybetmiş, yerini rea­lizme (gerçekçiliğe) bırakmaya başlamış­tı.
Bu yüzden klasisizm, bizde Batılılaşma dönemi edebiyatçıları arasında çok fazla
ilgi uyandırmamıştır.

M.Fatih ANDI Bk.
Realizm, Romantizm.

 

İlgili Makaleler