KLASİSİZM
Güzel sanatlarda Eski
Yunan ve Roma sanatını temel alan tarihselci yaklaşım ve estetik tutum.
• (Edebiyat)
XVII. yüzyılda
Fransa’da ortaya çıkan ve sonraları diğer Batı edebiyatlarında da etkisini
göstererek gelişen bir edebiyat akımı. Adım Fransızca sınıf, toplumsal sınıf
anlamına gelen Classe kelimesinden türemiş Cİassicisme (klasik olma, klasiklik)
kelimesinden alan bu akım, gelenek olarak Antik Yunan ve Latin edebiyatlarına
sıkı bir şekilde bağlıdır. Duygu ve coşkuları, akıl ve sağduyuyla ahlak
ölçüleri çerçevesinde kontrol altına almaya ve tabiatı akıl yoluyla incelemeye
dayanır.
Fransa’nın XVII.
yüzyıl başlarında içinde bulunduğu durum; 1560’lardan beri süregelen mezhep
ve din savaşlarının dinmiş olmasıyla beraber İç barışın tesisi ile mutlak bir
monarşinin kurulmasının getirdiği siyasal denge ve oturmuşluk, bu dengenin
ekonomik alanda ve uluslararası ilişkilerde sağladığı olumlu gelişme, ülkede
felsefe, sanat ve edebiyat (bütünüyle kültür) alanında da yeni eğilim ve
arayışların filizlenmesine zemin hazırlar. 1635’de “Fransız diline kesin
kuralları vermek, onu arı, iyi anlatımlı kılmak ve sa-natlarla bilimleri
işleyebilecek duruma getirmek hususunda gayret ve özenle çalışmak” üzere
Cardinal de Richelieu’nun ça-balarıyla Fransız Akademisi kurulur. Aka-demi’nin
kuruluşundan daha evvel XVI. yüzyıl sonlarında Fransızca’ya da en az Yunanca ve
Latince kadar önem vermeyi ve antik yazarların eserlerindeki dil gibi mükemmel
bir dille yazılmış Fransızca eserler ortaya koymayı düşünerek bir araya gelen
Pleiade (Yedi Şair Topluluğu) ile 1605 yılından itibaren Fransız dili ve şiirinde
reform sayılacak fikirler ve uygulamalarla eserler meydana getiren ve
Plei-ade’ın Fransızca’yı çetrefilleştirdiği iddiasıyla, halkın anlayabileceği
yalın, süssüz bir dil ve şiir isteyen Malherbe’in çalışmaları klasik akıma
zemin hazırlayan etkenler olmuştur. Bu etkenler arasmda Fransa’da sosyete
salonlarında oluşan, duygularda ve anlatımda inceliği esas alan salon
edebiyatının dilin ve duyguların işlenmesine ettiği hizmeti de belirtmek
gerekir.
Klasisizm’in XVII.
yüzyıldaki gelişim seyri üç döneme ayrılabilir: 1598-1660 arası hazırlanma
dönemi, 1661-1680 arası akımın en parlak dönemi ve 1681-1715 arası zayıflayış
ve çöküş dönemi.
1650’lerden itibaren
gelişme gösteren Descartes’ın rasyonalist hazırlanış döneminde klasik akımın,
tutku ve duyguların akılla kontrol altına alınması ve akim emrettiği vazifenin
ahlak adına önplana çıkması prensibinin oluşmasında etkili olur.
Klasisizm’in kuruluşu
ve edebiyatta tutacağı yol herhangi bîr beyanname ile ilan edilmez. Fakat
Boileau’nun eserlerinde, özellikle Epitre’ler ve L’Art Poetique (Şİ-ir
Sanatı)’de bu ekolün ana ilkelerini bulmak mümkündür. Özellikle ikinci eserinde
Boileau, Malherbe’den başlayarak, çağdaşı olan büyük Fransız edebiyatçılarının
bu konudaki düşüncelerini sistemli bir biçimde bir araya getirmiştir.
Klasik akımm ana
ilkeleri şunlardır:
1-Sanatçının anlattığı konu ne olursa olsun, eserine
akıl ve sağduyu hakim olmalı, hayaller, ihtiraslar ve heyecanları akıl kontrol
altında bulundurmalıdır. Akıl doğruyu gösterir ve doğru olan herşey güzeldir;
2- Tabiata önem vermek ve onu iyi İncelemek gereklidir.
Fakat bu tabiat, dış alemdeki canlı, renkli, hareketli tabiat değildir.
Klasik sanatçılar “tabiaf’la insanın iç dünyasını, “fıtraf’ı
kasdetmişler ve insanın iyi tanınmasının, iç aleminin derinliklerine
inilmesinin bir sanatçı için gerekli
olduğunu
söylemişlerdir. Çünkü ancak o zaman sanatçı insanı tanıyabilir ve eserlerine
yahut sahneye güzel bir şekilde akset-tirebilir. Dış tabiatı görmek ve
göstermek hastalığa işarettir. İnsan tabiatım işlerken de, aşağı ve bayağı
yönlerini göstermekten kaçınmalıdır. Çünkü bu yönler, insanların hayvanlarla
ortak olduğu yönlerdir. Bu yüzden İnsanın üstün ve olgun değerleri ve
özellikleri klasik eserlere girmelidir. Bu ayırımda ölçü akıldır;
3- Örnek ve
gelenek olarak Antik Yunan ve Latin edebiyatları benimsenmelidir. Çünkü
Home-ros, Virgüius, Horatius, Sophokles, Aiso-pes, Euripides gibi sanatçıların
yüzyıllardır beğenilip hâlâ okunuyor olmaları, eserlerinde insanı, insanın
kalbini ve dünyasını çok iyi bilmelerinden, bu noktada mükemmeli
yakalayabilmelerindendir;
4- Klasik eserlerde mutlaka gerçeğin, olmuş olanın
anlatılması gerekmez. Olaylar gerçekte meydana gelmemiş olabilir. Ama böyle de
olsa “gerçeğe benzerlik” ilkesi esas alınmalıdır. Yani konudan çok,
konunun gerçeğe benzer bir şekilde anlatılması ön plandadır;
5- Konunun
anlatımının konudan daha önemli olması, klasik yazarları Antik Yunan ve Latin
edebiyatlarının konularını tekrar tekrar İşlemeye yöneltmiştir;
6- Gerçeğe benzerlik İlkesinin bir devamı olarak,
toplumda geçerli geleneklere, törelere ve ahlak anlayışına uymak gerekir;
7- Edebi türler birbirinden kesin bir şekilde ayrılmalıdır.
Her edebi türün kendine has ilke ve teknik Özellikleri vardır. Birinden öbürüne
geçilmez;
8- Tiyatroda “üç birlik kuralı” esastır. Yani
olayda birlik (tek bir olayın anlatılması), mekanda birlik (olayın aynı yerde
geçmesi, değişik sahnelerin olmaması) ve zamanda birlik (olayın bir günde başlayıp
bitmesi) ilkesi klasik tiyatronun teme-
lidir. Klasik yazarlar
bu ilke doğrultusunda, dış dünyanın karışıklığı ve ayrıntısı yerine kişinin
iç hayatını, yüksek duygularını ve psikolojik olayları yalın bir şekilde
sahnelemek amacını gütmüşlerdir;
9- Bu akılcılık ve ilkelere bağlılık, klasik akımı kuru
ve sıkıcı bir gerçekçiliğe itmemiştir. Klasiklere göre sanat eğitici ve
öğretici olmalı, ama bunu yaparken hoşa gitmeyi de başarabilmelidir;
10- Klasik eserlerde
yalnız seçkin ve olgun insanlar (aristokrat sınıf) ele alınmıştır. Çünkü
onlara göre bunlar akıllarını ve iradelerini kullanabilen uyumlu kişilerdir.
Sıradan halk klasik yazarlara hitap etmez;
11-Klasik akıma bağlı sanatçı, eserinde şahsi kanaatlerini
daima gizlemiştir. O okuyucunun yahut seyircinin dikkatini yalnızca eser
kahramanları üzerine çekmeyi amaçlar;
12- Klasik yazarlar milli dile önem vermişlerdir.
Eserlerin konuşma diliyle, süssüz, yalın, açık ve sağlam olmasına dikkat
edilmiştir. Fakat kullanılan dil, halkın değil, seçkin sınıfın konuştuğu
kültür dilidir.
Klasik akımın önde
gelen sanatçıları Bo-ileau, Moliere, Racine, La Fontaine, Cor-neille, Bossuet,
Madam de la Fayette’dir. Akım XVIII. yüzyıl başlarında, gelişen yeni edebi
eğilimler, sosyal şartlar ve ayrıca Moliere, Racine, La Fontaine ve Bossuet
gibi büyük klasik yazarların ölmüş olmaları dolayısıyla gitgide zayıflar ve
etkisini yitirir.
Bizim edebiyatımıza
klasisizmin girişi, diğer akımlarda olduğu gibi, tercümeler yoluyla olmuştur.
Bununla beraber bizde klasisizmden bir akım olarak değil, tercüme edilmiş
klasik eserler diye bahsetmek daha doğru olacaktır.
Şînasi, 1859′ da
neşrettiği Terteme-i Manzume’d& Racine, Fenelon ve La Fontaine’den yaptığı
küçük şiir parçaları tercümesine de yer verir. Ahmet Vefik Paşa, Moliere’in pek
çok tiyatro eserini tercüme veya adapte eder. Recaizade Mah-mud Ekrem La
Fontaine’den bazı eserler çevirir. Ahmed Midhat Efendi Corneil-le’den Le Cid’ı
tercüme ederek Tercü-man-ı Hakikati yayınlar. Onun bu tercümesi edebiyatımızda
bir klasik eser tartışmasını da başlatır.
1313/lS9S’âcTercüman-ıHakikat\eya-yınlanan
A.Midhat Efendi’nin “îkrâm-ı Aklâm” adlı yazısında klasiklerin
devrinin geçmediği, bizim henüz bu eserlere nüfuz edemediğimiz, bu eserlerin
tercüme edilerek edebiyatımıza kazandırılmasının gerektiği fikirleri öne
sürülmektedir. Bu yazıya Ahmed Cevdet, Malûmat dergisinde cevap verir. Ona
göre bizim edebiyatımızın kendi klasikleri vardır. Süleyman Çelebiler, Sinan
Paşalar, Muallim Naciler bizim klasik yazarlarımızdır. A.Cevdet bu yazısında
klasik eserleri, her devirde geçerliğini koruyan mükemmel eserler olarak ele
alır. Her dil ve edebiyatın kendi klasikleri vardır. Ayrıca bu klasik eserler
yazıldıkları dillerin güzelliklerini taşıdıklarından, tercüme edildiklerinde
bu özelliklerini kaybederler.
Tartışma, devrin diğer
kalemlerine de sıçrar ve giderek, klasiklerin tercümesi değil, bizim de
klasiklerimizin olup olmadığı şekline bürünür. Divan edebiyatına klasik
denilip denilmeyeceği tartışılır. Bu tartışmalarda Cenab Şehabeddin’İn
“Klasikler Meselesi” adlı yazısıyla, A.Midhat Efendi’nin buna
verdiği cevap dikkat çekicidir. Cenab, Klasiklerin tercümesinin gereksiz
olduğu, klasik akımın Fransız edebiyatında dahi devrini doldurduğu, klasik
eserlerin illa da çevrilmesi isteniyorsa, o halde onların da önderleri olan
eski Yunan ve Latin edebiyatlarına gitmenin da-
ha doğru olacağı
görüşündedir. Ahmed Midhat ise eserleri zamana göre değerlendirip, bu benîm
zamanımın eseri değil diye ikinci plana atmanın yanlış olduğunu söyler ve
gerekirse eski Yunan ve Latin edebiyatına da gidilebileceği fikrini savunur.
Bütün bu yazılar ve
tartışmalara bir bütün olarak bakıldığında, bunların klasi-sizm’i bir akım
halinde ele alma, onu açıklama ve yaygınlaştırma şuurundan uzak oldukları
görülür. Zaten bu yıllarda klasi-sizm Avrupa’da çoktan sona ermiş, romantizm
bile hızını kaybetmiş, yerini realizme (gerçekçiliğe) bırakmaya başlamıştı.
Bu yüzden klasisizm, bizde Batılılaşma dönemi edebiyatçıları arasında çok fazla
ilgi uyandırmamıştır.
M.Fatih ANDI Bk.
Realizm, Romantizm.