Kimdir

Johann Sebastian Bach kimdir? Hayatı ve eserleri hakkında bilgi

Johann Sebastian Bach kimdir? Hayatı ve eserleri hakkında bilgi: (1685 — 1750) Müzik tarihleri, on yedinci yüzyılı bir “ge­çiş devri” olarak kay­dederler. Bu devirde, kilise havasından uzaklaşıl­mış, armoni sistemi, opera ortaya çıkmış, sazlar daha mükem­melleşmiş, müziğe yeni çeşitler eklenmiş, oda müziği ve orkestra grupları teşekkül et­mişti. İşte, Johann Sebastian Bach böyle hareketli bir zamanda Eisanach’da dünyaya geldi. Yedi nesillik Bach ailesinin beşinci çocuğuydu. O güne kadar yaşamış altmış Bach’dan yedisi hariç geri kalanların hepsi müzikçiydi. Johann Sebastian Bach da ilk müzik derslerini baba­sından aldı. Mükemmel keman ve viyola çalıyordu. Hafta sonları bütün aile salona toplanır, kendi aralarında konserler verirdi. Bu konserlerin en fazla alkışlananı da hiç şüphesiz ki, küçük Johann Sebastian’dı.

Anne ve babasının erken ölmesi üzerine Ohrduf’da oturan ağabeysi Johann Cristoph’un yanına git­ti. Küçük Johann, burada da günlerini boş geçirmi­yordu. Kısa zamanda klavsen çalmasını öğrendi ve devrin üstadlarının org için besteledikleri eserleri tetkike başladı. Geceleri de ay ışığı altında ağabeysinin notalarını kopya ediyordu. Besteci, bu çalışma­larının zararını yıllarca sonra hem de pek acı bir şekilde ödedi.

Johann Sebastian Bach, on beş yaşında Lüneberg kilisesinin korosuna girdi. Orada org çalmasını da öğrenmişti. En tanınmış organistleri dinlemek için civar kasabalara yürüyerek gitmekten çekinmi­yordu. Daha yeni bülûğa eren delikanlının etrafını notalar çevirivermişti, artık gözü hiç bir şey gör­müyordu. Bir sene sonra da Mühlhausen kilisesine organist olarak girdi. Aynı sene kuzini Maria Bar­bara Bach’la da evlenmişti. Bu izdivaçtan dünyaya gelen çocukları arasında Wilhehn Fiedemann ve Cari Philip Emanuel Bach, meşhur birer müzikçi ola­rak babalarının ismini yaşattılar.

Gerçi Bach, orgu gayet güzel çalıyor, müzikten iyi anlıyordu ama, bir türlü papazlarla anlaşamıyordu. Pazar sabahları kiliseye gelen halk da yeni organistten memnun değildi. Şimdiye kadar hiç alış­madıkları bir tarzda çalıyor, lüzumsuz varyasyonlar­la İlâhilere iştirak edenlerin zihinlerini karıştırıyor­du. Fakat bütün bunlara rağmen Bach’ın şöhreti ci­var kasabalara kadar yayılmıştı. Hem işe girmeden önce korodaki çocukları yetiştireceğine dair söz verdiği halde, kiliseye geldiği günden beri bir defa ol­sun onlarla meşgul olmamıştı. Sadece orgunun başın­da oturup şişmanlıyordu. Nihayet Bach, burada da­ha fazla kalamıyacağını anlıyarak başka bir tarafa göç etti. Ne çare ki, genç organistin talihi bu bakım­dan pek kötüydü. Gittiği yerlerde hiç kimseyle an­laşmasına imkân yoktu. Genç müzikçinin etrafını saran dostları ise Almanyada ve diğer memleketler­de onun bir eşine daha rastlanmayacağına kani idi­ler. Nitekim o zaman Fransanın en meşhur organisti olarak tanınan Jean Louis Marchand, Bach’ın müzik düellosu teklifini kabul etmektense Almanyadan uzaklaşıp Fransaya kaçmayı daha uygun buldu.

Artık hakikî müzikseverler için Bach bir müzik âbidesiydi. Bestelediği eserleri zevkle dinliyorlar, küt parmaklariyle orgda yarattığı harikaları tabiî karşılıyorlardı.

Bach, 1717 de Weimar sarayına organist tâyin edildi. Kral Büyük Friedrich, “Tanrım, dünya üze­rinde yalnız bir tane büyük Bach vardır” diyerek bu genç müzisyeni ne derece takdir ettiğini göstermek istemişti. Bach, Weimar’da kaldığı müddet zarfında en güzel eserlerini besteledi. Genç besteci, burada hakikaten mesut bir kaç yıl geçirmişti. Kendini tan­rısına ve müziğine veren genç bir dâhi… Bach, Tan­rıya ancak müzik sayesinde yaklaşmanın kabil ola­cağına inanıyordu. Yarattığı eserlerin güzelliği ise onu hiç ilgilendirmiyordu. “Normal herhangi bir in­san, benim yaptıklarımı başarabilir” diyordu, “Yeter ki azimle çalışabilsin.”

Hayatının en güzel yıllarını Weimar’da geçiren Bach, yediği darbelerin en müthişini de aynı yerde yedi. Saraya baş müzikçi olarak seçileceğini zanne­diyordu. Hele eski baş müzikçi ölünce, yerinin Bach’a kalması herkes tarafından gayet tabiî karşı­lanacak bir neticeydi. Ne çare ki, başka bir müzik­çi bu mevkie lâyık görülmüştü. Bu haksızlığa Bach o kadar üzüldü ki, hiç âdeti olmadığı halde büyük bir öfkeye kapılıp hakaret dolu sözlerle, vazifesinden az­lini istedi.

Bach’ı başka bir âlem bekliyordu.. Weimar’da iken, onun eserlerine hayran olan Cöthen Prensi Leopold hâdiseyi duyunca hemen genç besteciyi kendi sarayına çağırdı. Besteci, Cöthen’de geçirdiği altı yıl zarfında bol bol oda müziği eseri bestelemeye va­kit buldu. Prens Leopold, Bach’ın kurup idare ettiği küçük orkestrada çalıyordu… Seyahate çıkacağı za­manlar ise Bach’ı da yanında götürüyordu. İşte bu seyahatlerden birinde de bestecinin birinci karısı Maria Barbara öldü.

Tahminen 1719 yılında, Bach Karlsbad’a gittiği sırada Brandenburg magrifi (bir asalet unvanı) Prens Christian Ludwig’le tanışmıştı. Bu genç asil­zade, pula, paraya merak saran şımarık koleksiyon­cular gibi konçerto toplamaya meraklıydı. Bach’ın müziğini dinlediği zaman hayranlığını gizlemedi ve besteciye bir konçerto ısmarladı. Bach, vefakâr ve iyilik bilir bir insandı. Prens Christian Ludwig’i hiç aklından çıkarmadı ve derhal çalışma­ya koyuldu, iki sene sonra altı “Brandenburg” kon­çertosunu, kısa fakat samimî ve ürkek bir ifadeyle yazılmış bir mektupla birlikte prense yolladı. Ludwig, Karlsbad’da dinlediği “çalgıcı”yı çoktan unut­muştu, mektubu ve konçertoları istifhafla gözden ge­çirip bir kenara attı.. Fakat ne gariptir ki, Branden­burg ismi, Prens Ludwig’in kahramanlığı sayesinde değil, o acemi bestecinin beğenilmeyen konçertoları sayesinde ölümsüzleşti.

Bach, müzik âlemine bahşettiği eserlerin kıyme­tinden habersiz, bütün hayatı boyunca durmadan do­laştı, pek az kimse tarafından takdir edildi, rakiple­rinin kıskançlıklarına kurban olmaktan kurtulama­dı, samimî hisleri karşılıksız kaldı, fakat o bunların hiç birine aldırmıyor, boyuna yepyeni tarzlarda eserler vermeye çalışıyordu.

Son defa 1747 de Potsdam’a gitti. Büyük Friederich onun gelişini ayağa kalkarak şu sözlerle bildir­mişti, “Beyler, işte nihayet büyük Bach aramızda, onu hürmetle selâmlayın.”

Daima haddinden fazla yorulan gözleri son za­manlarda bir hayli zayıflamıştı. 1750 yılının Ocak ayında görme kabiliyetini tamamen kaybetti. Artık son günlerini yaşadığının farkındaydı. Org için ha­zırlamakta olduğu korolu prelütlerin sonuncusuna şöyle bir mısra eklenmesini istedi: “Allahım, nihayet tahtının önünde eğiliyorum.”

Bach, vaktinin büyük bir kısmını eser bestele­mekle geçirdiği halde, bunları halka duyurmak için hiçbir teşebbüste bulunmuyordu. Muhtelif memle­ketlerin şekil ve stillerinden örnekler almış, buna kendi dehasını katarak müzik âbidelerini vücuda getirmişti. Bestelediği eserlerin çoğu org ve kilise koroları için hazırlanmış eserlerdi. Daha sonra oda müziğine de ehemmiyet verdi. Müzikte ârmoninin şart olduğuna inanıyordu. Evet, Tanrı, herşeyi bir ahenk içinde yarattığına göre onun kulu Bach da eserlerini aynı esasa dayanarak yaratmalıydı. Beste­ciyi büyük bir hayal kırıklığına uğratan Brandenburg konçertoları da bugünkü konçertolara şekil ba­kımından biraz benzeyen fakat aslında kalabalık bir oda müziği eserinden farksız olan denemelerdir. Bach, müzikte yepyeni bir çığır açmıştı, bunun farkı­na varmadan öldü ama ondan sonra gelenler daima “Baba Bach”ın kıymetini takdir ettiler ve onun izin­den yürüdüler.

BAŞLICA ESERLERİ:

Koro müziği:

Orkestra müziği:

Piyano müziği:

Oda müziği:

Org müziği:

Başkaca:

Kaynak: Büyük Kompozitörler, 40 besteci, Varlık yayınları, Azize ERTEN, Osman Fuat ÖZKILIÇ, Canset Unan, İstanbul, Nisan 1959

İlgili Makaleler