Kimdir

İbn Kuteybe ve Tevilu Muşkilil-Kuran hakkında bilgi

İbn Kuteybe ve Tevilu Muşkilil-Kuran hakkında bilgi: Ebû Muhammed Abdullah b. Müslim b. Kuteybe ed-Dîneverî (213-276/828-889) Küfe ve Basra ekollerini birleştirmede rol oynayan Bağdat nahiv ekolünün ilk mümessillerinden biridir. İranlı bir aileden gelmektedir. Me’ınunun hilâfetinin sonlarına doğru 213/828 senesinde doğmuştur. es-Sem’ânî ve el-Kıftî onun Bağdat’ta doğduğunu söylerken, İbnu’n-Nedîm, İbnu’l-Enbârî ve İbnu’l-Esîr Kûfe’de doğduğunu söylemektedirler. Ulemanın hakkında ittifak ettiği husus, onun Bağdat’ta yetişmiş ve gelişmiş olmasıdır.

İbn Kuteybe, genç yaşından itibaren, Bağdat’taki, tefsir, hadis, fıkıh, nahiv, lügat, kelâm, edeb ve tarih dersleri meclislerine devam etmiş, devrinin en iyi öğretmenlerinden, öğreneceklerini öğrenmiş ve daha sonra da İslâmî ilimler ve edebiyat sahasındaki meşhur eserlerini yazmış ve şöhretli talebelerini yetiştirmiştir. İbn Kuteybe, zamanındaki ilimlerde, çağdaşları olan el-Câhız (ö. 255/868-869) ve Ebû Hanife ed-Dîneverî (ö. 282/895) gibi şöhrete ulaşmıştır. İslâm âlimlerinin büyük bir kısmı, İbn Kuteybe hakkında takdirkâr sözler sarfederken, ed-Dârekutni (ö. 405/1014) onun yalancı olduğunu, el-Beyhaki (ö. 458/1065) ise Kerrâmiye görüşüne sahip olduğunu zikretmektedir­ler Te’vilu Muşkili’l-Kur’ân’ın naşiri es-Seyyid Ahmed Sakar, bu hususları birer birer tetkik etmiş ve bu ithamların İbn Kuteybe’de mevcûd olmadığını ve İbn Kuteybenin bu şekilde ithama lâyık bulunmadığını, yapılan bu hücumların ona muarız olan bir âlimler silsilesinden geldiğini ispat etmiştir. Bu itham zinci­rinin irtibatı şöyledir: İbn Kuteybenin çağdaşı olan Ebû’l-Abbâs es-Sa’leb (ö. 291-904), el-Enbârinin (ö. 328/939) üstadı, el-Enbâri’de ed-Dârekutni (ö. 385/995) nin, ed-Dârekutnî ise el-Hâkim (ö. 405/1014) in, el-Hâkim, el-Beyhakî (ö. 458/1065) in üstadıdır. Bu itham zinciri İbn Kuteybe’nin zamanına kadar çıkartılabilir.

İbn Kuteybe, Dinever şehrinde kadılık yaptığı için, ed-Dineverî nisbeti ile şöhret kazanmıştır. Onun tarih, dil, edebiyat, şiir sahasındaki eserlerinin yanında, İslâmî ilimler alanında, bilhassa tefsir ve hadis sahasında eserler telif ettiği de malûmdur. O, velûd bir müellif olarak tanınır. Kitaplarının sayısının 65 veya daha fazla olduğu söylenir. Bunların birçoğu zamanımıza kadar ulaşma­mıştır. es-Seyyid Ahmed Sakar, onun eserlerinin 47 tanesini bize tanıtmaktadır. Tefsir sahasında – eğer eserlerinin müsemmaları bir, isimleri ayrı değilse – Garibu’l-Kur’ân, İ’rabu’l-Kur’ân, Meâni’l-Kur’ân, Te’viiu Muşkili’l-Kur’ân adlı eserlerini yazmıştır. Bilhassa burada üzerinde durmayı düşündüğümüz Te’vilu Muşkili’l-Kur’ân’ı ile Garibu’l-Kur’ân’ını, Ebû, Abdillah Muhammed b. Ahmed b. Mutarrif (Mutarriz) el-Kinânî el-Kurtübî (ö. 387/ 997) bir araya getirmiş, meydana geien bu yeni esere “el-Kurteyn” ismini vermiştir. Eserde, sûrelerin, Kur’ân’daki tertibine riâyet edilmiş, evvelâ sûrelerdeki garibler izah edilmiş, sonrada müşkülen çözülmüştür. Bu eser, İbn Kuteybe’nin iki kitabının dağınık olan mevzularını bir araya toplamış olması bakımından faydalıdır. Yoksa yeni bir fikir getirmemektedir. Zaten Garibi’l-Kur’ân, Te’vilu Muşkili’l-Kur’ân’ın bir tetimmesidir. İbn Kuteybe, Gâribu’l-Kur’ân’ının birçok yerlerinde, Te’vilu Muşkili’l-Kur’ân’ına atıflarda bulunur. Buradan da, Garibi’l-Kurân’ın daha sonra te’lif edilmiş olduğu ve iki eserin birbiriyle sıkı bir irtibatı bulunduğu anlaşılmak­tadır.

İbn Kuteybe’nin bizim için mühim oian tarafı, onun tefsir usûlündeki dirayetini ortaya koyan, Te’vilu Muşkili’l-Kur’ân’ı olacaktır. Bu eserinde filozoflara ve re’ycilere karşı Kur’ân’ın doğruluğunu müdafaa etmek suretiyle zamanındaki din mücâdelesine fiilen karışmaktadır. Bu eser, Kur’ân etrafında dolaşan şüpheleri bertaraf etmek için İbn Kuteybe’nin sağlam ilminin bir semeresidir. Bu eseri yazmaya sevkeden âmili şöyle anlatmaktadır. “Mülhidler, Allah’ın kitabının müteşâbih âyetlerine tabii olarak itirazda bulunup, gürültü yaptılar ve anlayışsızlık gösterdiler. Sakat görüşleriyle Allah’ın kelâmını yerlerinden oynatıp tahrif ettiler… Buna göre Alah’ın Kitabını müdafaa etmek, bu hususta parlak deliller, açık burhanlar getirerek gürültü yapanların koymuş oldukları şüphelen ortadan kaldırmak için böyle bir teşebbüse giriştim.” Zaten onun, Kur’ân ve dinî ilimlere olan bağlılığını, onun hayatını tetkik eden el-Cundî’nin eserinde de görmek mümkündür. Terceme yoluyla İslâm’a giren ilimleri, İslâmî ilimlerden üs­tün tutanların “büyük bir dalâlet” içinde olduklarını söyledikten sonra bu yeni ilimlerin öğrenilmesine de taraftar ve bunların lüzumuna kail olduğunu gör­mekteyiz. O sadece bu yeni ilimlerin, zihinlere, akıllara bağ ve köstek olabile­ceğinden endişelenmektedir.

İbn Kuteybe eserine, Kur’ân’a ta’n edenlerin hikâyeleri ile başlayıp, onların ta’nlannm nevilerini ortaya koymakta, sonra da bablar halinde onların iddialarını reddetmektedir. Bu eserde, Kur’ân’ın müşkil meselelerinin, Ebû Ubeyde de oi-duâu gibi sadece mecaz lafzı altında değil de, belirli bablar hâline girdiğini ve mecaz lafzının hududunun daraltılıp nevilere ayrıldığını görmekteyiz.

İbn Kuteybe’ye göre te’vilcilerin hataları ekseriyetle mecazda idi. Buna göre yolların ayrıldığını ve ihtilafların hasıl olduğunu söylemektedir:

Yedi harf ve kıraat ihtilaflarını bahis konusu etmiş ve onları yedi vecihte toplamıştır. Bunların hangi şekiller üzerinde ihtilaflar meydana getirdiğini ve bu konudaki çeşitli görüşlerden bazılarını münakaşa edip tahlil ettikten sonra reddetiği görülür. Kur’ân-ı Kerîm’de kâtip hatası olduğu söylenen bazı âyet­lerin, bazı lehçelere göre sahih olduğunu söylemek suretiyle, problemlerin halli yoluna gitmiştir:

Ayetler arasında tenakuz ve ihtilaf gibi görülen yerlerde, böyle bir tenakuz ve ihtilafın olmadığını izaha çalışmış ve Kur’ân’dan bol bol misaller vermiştir:

Muhaliflerin, Kur’ân’daki müteşâbih âyetlerden maksat nedir? Gibi suallerine karşı cevaplar vermiş ve Kur’ân’daki müteşâbih âyetlerin hikmetini gerek seleften deliller ve gerekse Arap dilinden örnekler vermek suretiyle izah etmiştir:

Medh, zem, istihza gibi hususlardan, bir şeyi zıt vasfıyla söylemek olan maklûb, hazf ihtisardan bahsetmiştir:

Kıssa ve haberlerin tekrarındaki sebepler üzerinde durmaktadır:

Kinaye ve tariz hakkında örnekler vermekte, lafzın zahirinin manaya olan muhalefetini ele almaktadır:

Hurufu Mukatta’a hakkında söylenen sözleri nakletmekte ve müfessirlerin bu husustaki ihtilaflarını göstermektedir.

Kur’ân sûrelerinde bulunan müşkiller, bu gün elimizdeki mushaf tertibine riâyet edilmeden sıralanmış, zikrettiği bir sûredeki müşkilleri tamamlamadan başka sûreye geçmiş, sonra da aynı sûreye bir kaç defa dönmek zorunda kalmıştır. Meselâ, Bakara Sûresi dört defa, Nisa Sûresi ise üç defa tekrarlanmıştır. Bütün sûrelerin müşkillerini bahis konusu etmemiş, ele almış olduğu sûrelerden de, sadece Cin sûresinin tamamını nazarı dikkate almıştır. Lafızları bir, fakat manaları aynı müfred kelimelerden bahsetmiş ve bunları neşet etmiş olduğu asla döndürmüştür. Mesela, kelimesinin muhtelif kullanılış manalarını verdikten sonra, bu manalar hepsi furu’dur, onların hepsi bir asıldandır; keza kelimesi hakkında bu kelimenin aslının taâttan başka bir şey olduğunu görmüyorum, salat, kıyam, dua gibi şeyler de onun içindedir demektedir. Keza kelimesi Kur’ân’da el-kaza, ed-din, el-kavl, el-azâb, el-kıyame, el-vahy, ez-zenb gibi manalara geldiğinde örnekler verdikten sonra “Bunlar hepsi ihtilaf etse de asılları birdir”demektedir.

Daha sonra İbn Kuteybe, Kur’ân’da geçen hurufu’l-meânî ve fiile benzeyen fakat tasrif edilmeyen lafızlardan bahsetmekte ve bunların manalarını ve kulla­nılış şekillerini göstermektedir. Nihayet harfi çerlerin birbiri yerine kâim olmasına âit örneklerle eser sona ermektedir.

İbn Kuteybe’nin bu eseri, o günlerde Kur’ân’a karşı vâki olan itirazları gös­termesi bakımından tarihî bir kıymet ifade etmektedir. Bu eseriyle o, ilminin sağlamlığını, bilgisinin genişliğini ve anlayışının derinliğini göstermiştir. Bütün bunlar onun, Arap ve Fars kültürlerine iyi bir şekilde vâkıf olmasından ileri gelmektedir. Onun hakkında neler söylenirse söylensin, şüphesiz o, dinî vakar ve salabete sahip olan bir kişidir. Onun edebi yönü dini yönünü asla nakzetmez. Dinî sahalarda, Kur’ân ve hadis naslarının hâricine çıkmaz. Fakat edeb sahasında fikri hür bırakır. Bu bakımdan eserleri, öğretme ve faydalı olma gayesini güder. Bütün eserlerinin muhtevaları ciddidir ve tertip ve tasnifleri güzeldir. Bu eserlerinde tafsilata girişilmeksizin meselelerin özüne inilir.

Delillerini ileri sürerken, münakaşa metodunu kullanır. Muhtemel sorular sorarak, onlara cevaplar verir gibi.

Şunu da unutmamak gerekir ki, İbn Kuteybe’nin dinî eserleri, tam bir kelâm eseri olarak mütalaa edilemez. Çünkü o, bu eserlerinde akılcılar ve kelamcılarla tam manasıyla münakaşa etmemiş, sadece şüpheleri red ve te’villeri tashihetme yolunu takip etmişti. Zaten kelamcılara karşı olan tutumundan anlaşılacağı üzere, eserlerinde böyle bir şey aramak mümkün değildir. Zira…

“O bazen kelamcıların meclislerinde bulunmuş, onların Allah’a karşı cüretlerini, takvalarının azlığını, kıyaslarında inkıta meydana gelmesi için kendilerini nasıl günahlara sürüklediklerini gördüğünü ve oradan hüsran içerisinde, pişmanlıkla geriye döndüğünü” anlatmaktadır.

Edebî tefsir konusunda, örnekleri günümüze kadar çoğaltmak mümkündür. el-Esmâi, Ebû Ubeyd el-Kâsım b. Sallâm, el-Müberred, ez-Zeccâc, bu alandaki ilim erbabından sadece bir kaçıdır.

Kaynak: Tefsir Tarihi, İsmail Cerrahoğlu, Fecr Yayınevi

İlgili Makaleler