Kimdir

Fahruddin Er-Razî kimdir? Hayatı, eserleri ve Tefsiri

Fahruddin Er-Razî kimdir? Hayatı, eserleri ve Tefsiri: İsâm âlimleri arasında geniş kültüre sahip olan şahsiyetlerden biri de hiç şüphesiz Fahruddîn er-Râzî’dir. Onun kültürünün temeli o kadar geniştir ki naklî, aklî ve tabiat ilimlerinden hangisini ele alırsak alalım, karşımızda onu buluruz. Çok yönlü olan bu insanın, her yönden ele alınarak incelenmesi mümkündür. Hattâ, meşhur olan tefsirinde dahi pek çok yönü açığa çıkmaktadır. Genellikle, felsefe ve çeşitli ilimlerle dolu olan tefsirin anlaşılmasının zorluğundan dolayı cemiyetimizde, kendisine ulaşılmayan bir tefsir niteliğini kazanmıştır. Biz, bu alanda çalışacaklara bir ışık tutmak maksadı ile onun hayatına temas edecek, genel hatları ile tefsirini tanıtmağa çalışacağız. Tefsirinde temas edeceğimiz noktaların her birinin mühim bir tez konusu olacak mahiyette olduğu göz önünden uzak tutulmamalıdır.

Fahruddin Er-Razî Hayatı, Şahsiyeti, İlmî Muhiti, Kültürü

Hicretin 543/1149 senesi Ramazan ayının 25 inde Rey şehrinde doğan müellifimizin adı Muhammed b. Ömer b. el-Huseyn b. Ali el-Kureşî et-Teymî, el-Bekrî, et-Taberistânî’dir. Kazanmış olduğu ilim ve şöhret sebebi ile Fahruddîn er-Râzî ve el-Fahr b. el-Hatîb gibi lakaplarla anılmıştır. Künyesi ise Ebû Abdillah veya Ebû’l-Fadl’dır. O’nun 544/1150 senesinde doğduğunu söyleyenler de vardır, ilminin ilk kaynağı babasıdır. Babası Rey hatibi diye tanınan Ziyauddîn idi. Bu zât, meşhur el-Bağavî’nin sohbetinde bulunmuş ilim ve edebiyata vâkıf, lisânı fasih bir kimse idi. Zamanında, kelâm ilminde ileri gelen kimseler arasında sayılırdı. “Gâyetü’l-Merâm” adlı iki cildlik eserini es-Subkî incelemiş, onu, ehlisünnet kelâm kitapları arasında en nefis olanlarından bulmuştur. Böyle edip ve âlim bir babaya sahip olan Fahruddin Er-Razî, ilk bilgilerini ve bilhassa fesahatini babasından almıştır. Fikirler yönünden de genellikle onun tesiri altında kaldığı görülür.

Genç Fahruddin Er-Razî, zamanının âdeti olduğu üzere ilim tahsili için çeşitli islâm ilim merkezlerine seyahatlerde bulunmuştur. İlk seyahati Hârizm’e olmuş, orada Mutezile akidesine sahip kimselerle yaptığı mezhep ve itikâd münazaraları sebebiyle o ülkeden çıkarılmış, 580/1184 senelerine doğru Buhâra’ya gitmeye niyetlenmiş, yolu üzerinde tabib Abdurrahman b. Abdilkerim es-Sarahsi’ye uğramıştır. Fahruddin Er-Razî ‘den çok hoşlanan bu zât ona ikramda bulunmuş, bu sebepten dolayı bir müddet Serahs’ta kalmıştır. Oradan Buhâra’ya gelmiş, burada Hanefî fakihi er-Radî en-Neysâburî ile arasında münazaralar yaşanmıştır. Semerkant, Hocent, Benâkit, Gazne ve Hind beldelerini dolaştıktan sonra Buhâra’ya dönmüştür. Bütün bu beldelerde hürmet gören müellifimiz, muhaliflerinin haklı kışkırtması sebebi ile Buhâra’yı terketmek mecburiyetinde kalmıştır. Doğduğu yer olan Rey’e dönmüştür. Bir müddet sonra Bâmiyân emîri olan Bahâuddîne gitmiş, orada ikram görmüş, Gazne Sultanı Gıyasuddin el-Gûrî’nin yanında bulunmuş, sultanın yanında mevkisi yücelmişti. Hârzem devletinin büyük sultanı Alâuddin Muhammed b. Tökeş’e ulaşmış, Hârzemşâh’ın onu evinde ziyaret etmesiyle, o en yüksek mevkî ve ta’zime ulaşmıştır. Herat’ta kalmakta karar kılmış orada evlât ve mülk sahibi olmuştur.

İlim almak için yaptığı bu gezileriyle kendini geliştirmiş, zekâ ve akıl dolu bir kafaya sahip olduğundan, ilmin çeşitli kollarında pek çok eser meydana getirmiştir.

Dünyanın izzetli ve âhiret âleminin saâdetli olması amacıyla birinci derecede ilmi kelama ihtimam göstermiştir. Allah’ın zâtı, sıfatları, efâli ve isimlerini ortaya koyması bakımından kelâm ilmini, ilimlerin en şereflisi ve en mükemmeli olarak görür.

Fahruddin Er-Razî ’nin kelâm ilmine karşı sevgisi babası Ziyâûddîn’den kaynaklanır. Ailesindeki kelâm ilmine karşı olan sevgi, İmâmu’l-Haremeyn Ebu’l-Meâlî el-Cuveynî (ö. 478/1085) Ebû İshâk el-İsferâ’înî (ö. 418/ 1027) Ebû’l-Hasen el-Bâhilî (ö. 370/980) Ebû’l-Hasen el-Eş’arî (ö. 324/936) Ebû Ali el-Cübbâî (ö. 303/915) ye kadar ulaşır. es-Subkî’nin ifadesine göre, Fahruddin Er-Razî, İmâmu’l-Haremeyn’in kelâm ilmine âit olan “eş-Şâmil” adlı eserini hıfzetmiştir. Bizzat kendi ifadesinden anlaşılıyor ki kelâm İlmine dâir 12.000 varak ezberlemiştir.

Fırka kitaplarının asıllarına ve usûllerine vâkıf bir kimse idi. Bu sebepten onlardaki doğru ve hataları iyi bir şekilde ayırt edebilmekte idi. eş-Şehristânî’nin, el-Milel ve’n-Nihal adlı kitabının, mehazlarının çok mütaassıb kimselere dayandığını ileri sürerek, bu eserin itimâda lâyık olmadığını söyleyecek kadar ileri gidebilmiştir. O, Gazâlî’yi sevmesine ve onun kültürüne iyi bir şekilde vâkıf olmasına rağmen, onun fikirlerini ve metodunun bazı noktalarını tenkit etmiştir. Fahruddin Er-Razî, Müslümanların felsefe kültürünü en geniş şekilde öğrenmişti. Meraga’da zamanın en faziletli âlimi Mecduddîn el-Cîlî’den kelâm ilmini ve hikmeti okumuştur. Hicri 582/1186 yılında Buhâra’da iken müneccimler tufan olacağına hükmetmişlerdi ve âlimlerden pek çoğu bu sözlere inanmıştı. Fahruddîn ise, İbn Sina, Farabî ve Ebû Sehl ei-Mesîhî’nin eserlerine dayanarak, müneccimlerin ileri sürdükleri fikirlerin zayıflığını göstermiştir.

Râzî, şeriat ilimlerinde de âlim bir usûlcü idi. “el-Mahsûl fi Usûli’l-Fıkıh” adlı eseri bu hususu teyid eder. Hele tefsirinde şer’i meseleler üzerinde durması, onun bu alandaki yerini göstermeye yeterlidir. Çok çeşitli alanlarda yazdığı eserlerinin bir kısmının basılmış olması, diğer bir kısmının ise yazma halinde kütüphanelerde bulunması, onun üzerinde geniş bir çalışmanın yapılması lâzım geldiğine bir işarettir. Onun fikirleri ve eserleri zamanından itibaren her tarafta yayılmaya başlamış, öyle bir şöhrete ulaşmıştır ki, zamanının imâmı olmuştur. el-Kıftî, onun için,

“Zamanının en faziletli kişilerindendi, fıkıhta, usûlde, kelâmda, hikmette eskileri geçti” demektedir. İbn Haldun ise,

“Mantık ve münazara ilmini en iyi işleyen kişinin Razi olduğunu” söylemektedir. İbn Hallikân da:

“O aşırın yeganesi idi, o, ilmi kelâm ve ma’kulât ilimlerinde zamanındakilere üstün geldi” demektedir. Bazı âlimler, Râzî’yi Hicrî VI. asrın müceddidi olarak görmüşlerdir. Bir yere giderken, kendisine sualler soran kalabalık bir cemaat etrafını sarardı. Zeynuddin el-Kîşî, Kutbu’l-Mısrî, Şihâbuddin Neysâburî, Mufaddal b. Ömer, Tâcuddin el-Ermevi, Şemsuddin Hüsrevşâhi, onun kıymetli talebelerindendir. Fahruddin Er-Razî ‘nin va’z meclislerinde, melikler, vezirler, âlimler, emirler ve halk hazır bulunurdu. Dinleyiciler arasında bulunan çeşitli mezhep sâiikleri ona çeşitli sualler sorar, o da suallere gereken en güzel cevabı verirdi. Pek çok Kerrâmî ve diğer mezhep sâliki, onun sayesinde, ehlisünnet akidesine dönmüşlerdir. Herat’ta Şeyhu’l-İslâm lakabını almıştır. Onun kıymetini takdir eden hükümdarlar, çeşitli beldelerde onun namına medreseler tesis etmişlerdir. Eserleri bu medreselerle diğer İslâm ülkeierindekilerde okunurdu.

Gerek ilminin zenginliği ve gerekse izzeti nefis sahibi oluşu sebebiyle Fahruddin Er-Razî, sultanlar, melikler ve emirler yanında yüksek mevkilere sâhib olmuştur. Kendisi orta boylu, şişmanca, uzun sakallı, sesi gür, vakar ve haşmet sahibi bir kimse idi. Doğru bir imâna ve ruhî riyazete sahip, zâhid bir yönü de vardı. İnsanlara Allah’ın emirlerine tâbi olmayı tavsiye ederdi. Bazı hutbelerinde ağlar ve dinleyicilerini de ağlatırdı. Tefsirinde birçok duâ ve istiğfarlar vardır. Allah’a tevekkül eden bir kimse olduğundan ve ilmine de güvendiğinden, fikirlerini adeta meydan okurcasına ortaya koymaktan çekinmemiştir. Kerrâmîlerle çok uğraşmış, birbirlerini küfürle itham etmişlerdi. Kerramîler, ona hücumda o kadar ileri gitmişlerdi ki oğluna ve karısına fısk ve zina ile iftirada bulunmuşlardı. Fahruddîn bu haberi duyduğu zaman

“Bunların vuku bulması mümkündür. Amma Allah’a yemin ederim ki Allah cisimdir, diyemem” demiştir. Kerâmîlerle olan bu mücadelesi gerek tefsirinde ve gerekse diğer eserlerinde görülebilir.

Fahruddin Er-Razî ’nin hususiyetlerinden biri de müthiş bir zekaya sahip olması idi. O hiçbir zaman mütaassıb bir kimse olmamış, mütekelliminden ve felsefeden olan muhaliflerinden, hiç kimseyi tekfir etmemiştir. Ona göre mütekellimler ve filozoflar Allah’ı, takdis, tenzih ve ta’zim etmeye çalışmışlar, fakat bazıları hata etmiş, bazıları doğru yolda olmuşlardır. Zira hepsinin gayesi Allah’ı yüceltmekti. Yalnız Kerrâmiler, onun bu geniş toleransının dışında kalmışlardır. Kendisine ve ailesine karşı gösterdikleri lâyık olmayan şiddete karşı, onları tekfir ederek adeta onlarla muharebeye girişmiştir. Hasımlarından olan İbnu’t-Tabbâh, Fahrudîn’e, eserlerinde ehlibeyt’e muhabbetinden dolayı Şi’î idi demektedir. Bazı mütaassıb İsmailî dâiler de onu İsmâilî addetmişlerdir. Halbuki Fahruddin Er-Razî, tefsîrini Bâtınilerin tevilatlarını tenkit etmek ve onlarla mücadele etmek için yazmıştır. O, tefsirinde bazı ibarelerinde Ebû Bekri, Ali’ye tafdil eder. Buna rağmen bazı Râfiziler, onun bu sözlerini gizleyerek veya görmezlikten gelerek, onu Şiâ içerisine sokmaya çalışmışlardır. Fahruddîn bu şekilde hareket edenlere de lanet eder.

Fahruddin Er-Razî, bidayette fakir olmasına rağmen, hayatının sonlarına doğru, hükümdarların verdiği hediyelerle zengin olmuştu. Kendisinin Ziyâuddîn ve Şemsuddîn isminde iki oğlu olmuş, bunlar da ilimle meşgul olmuşlardır. Bir de Harzemşâh Sultanının veziri Alâu’l-Melik el-Alevî ile evlenen bir kızı olduğu söylenir.

Devrinde çok yüce bir ilim mevkiine erişen bu âlim zât 606/1210 senesi Ramazan Bayramının birinci günü vefat etmiştir. Kerrâmilerin onu zehirlediği ve ölümü   üzerine   sevinç   gösterileri   yaptıkları   söylenir.   Fahruddin Er-Razî,   kabrinin Kerrâmilerden gizlenmesini ve şeriat esasları üzere gömülmesini istemiş, evlatlarına her Müslüman için örnek olacak bir vasiyetname bırakmıştır.

Fahruddin Er-Razî Tefsiri

IV. hicri asırdan itibaren, Mutezile mezhebinin tefsir alanındaki hızı kesilmiş, Ebu’l Hasan el-Eş’arî (ö. 324/936) tefsiri sünnî bir anlayışla ele almıştır. Daha sonra gelen Ebû Bekr el-Bâkıllânî (ö. 403/ 1012), İmâmu’l-Haremeyn (ö. 478/1085) ve İmâm el-Gazâlî (ö. 505/ 1111) gibi şahsiyetler fikirlerini fıkıh ve kelâm alanında yaymaya çalışıyorlardı. Bu zatların eserlerinde şeriâtle hikmetin birleştiği görülür. Yine bu asırda mütekellimlerden olan hadisciler ortaya çıkmıştır. Ebû Bekr İbnu’l-Arabî (ö. 543/1148), el-Kâdî İyad (ö. 544/1149) gibi şahıslar dini maârifle felsefi maârifi birleştirmiş felsefeyi dine hizmet edecek şekilde geliştirmişlerdir. VI. asrın ortalarında parlayan bir yıldız, Yunan felsefesini, kelâmı ve Şâfi’i mezhebi fıkıh usûlünü okumuş, daha sonra tefsir, kelâm, usûl, fıkıh, nahiv, edebiyat, felsefe, tıp, hendese ve astronomi ilimleri alanında eserler vermiştir. Bu zât, müellifimiz Fahruddîn er-Râzî’dir. O, aklî ve naklî ilimler sahasında çeşitli eserler vermekle beraber “Mefâiihu’l-Gayb” isimli muazzam tefsirinde, ilmin çeşitli alanlarına bol bol temas etmiştir.

Fahruddin er-Râzi, kelâm ve felsefe yolunu tâkib etmiş, fakat bu yolda fazla bir fayda temin edemediğini de itiraf ederek, Kur’ânî hikmetin, kelâmî yolların hepsinden sağlam olduğunu söylemiştir. Bu bakımdan o, tefsirinde tabiatçılar ve felsefecilerle dâima münazara etmiş ve onlara meydan okumuştur. O, Kur’ân’ın hikmetlerini ortaya çıkarmaya çalışmış veya insanları Kur’ân’ın kaynağına doğru sevketmiştir. Kur’ân’ın ilk Sûresi olan Fâtiha’yı tefsir ederken, tefsirdeki metodunu ortaya koymaya çalışmış, diğer sûreleri de, orada koyduğu esaslara göre incelemiştir. Sûrelerin başlangıçlarında, o sûreden elde edilen faydaları kaydeder. Tefsirinde ilmi meseleler, hikmetler, terbiye, belagat nükteleri, Arapça dilbilgisi kaidelerinden istifâde edilerek terkiplerden elde edilen neticeler, mânâların teselsülü ve kelâmî meseleler yer alır. Çok çeşitli meseleleri ihtiva etmesi bakımından bazı ilim adamları

“Fahruddin Er-Razî ’nin tefsiri, tefsirden başka her şeyi ihtiva eder” demişlerdir. İbn Teymiye ve Ebu Hayyân el-Endelûsi’ye karşı, Râzî’yi savunan es-Sübkî

“Onun tefsiri, tefsirle birlikte her şeyi ihtiva eder” şeklinde bir ifade kullanmıştır. Tefsirindeki her sûre başlı başına bir kitap sayılabilir. Bu tefsirin diğer bir hususiyeti, müellifin kendi münazaralarından, seyahatlerinden ve hususiyetlerinden bahsetmesidir.

Buraya kadar, tefsirinin genel görünüşünden bir nebze bahsettik. Daha sağlam neticelere uluşabilmek için bizzat tefsirini tahlile tâbi tutmamız en doğru hareket olacaktır. Başkalarının dediklerinden ziyade, eserin kendisini objektif olarak ele almak en sağlam neticeye ulaşmak için bir yoldur.

Fahruddin Er-Razî, çeşitli konulardaki eserlerini telif ettikten sonra tefsirini yazmaya başlamıştır. Tefsirini yazmaya başladığı tarihi kafi olarak belirleyemiyoruz. Bildiğimiz kadarıyla muazzam bir şekilde müstakil olarak Fatiha tefsirini yazmış, sonra diğer sûreleri ona ilave etmiştir. Bazı sûrelerin sonunda telif edildikleri tarihlere rastlamaktayız. Bu tarihler sayesinde eserin, ömrünün sonlarına doğru yazıldığını anlıyoruz. Yine bu tarihlerden anlaşıldığına göre, müellif tefsirinin bazı sûrelerine telif tarihlerini koymuş bazılarına koymamıştır. Öyle zanne­diyorum ki bazı eserlerde mevcûd olan, Râzî bu büyük eserini ta­mamlayamamıştır, sonradan gelenler onu tamamlamışlardır, gibi sözler bu­radan ileri gelmektedir. Fakat Râzî üzerinde yapılan ciddi tetkikler, onun eserini tamamladığını kaydeder. Böyle bir ihtilafın ortaya çıkışının asıl sebebi, hacimli olan eserin tamamının okunmamasından ileri geldiği söylenebilir. Üslûp hususiyetleri açık bir şekilde gösteriyor ki Fatiha Sûresinden Nâs Sûresinin sonuna kadar hepsi Râzî’ye aittir. Diğer şahıslara âit olduğu söylenen ibareler, bazı talebelerinin tâlikatları, haşiye kabilinden istinsah esnasında metne girmiş olabilir. Fakat bunlar asla aslı bozacak kadar çok değildir.

Bazı sûrelerin sonunda telif tarihlerinin bulunduğunu söylemiştik. Bunların ilki Âl-i Imrân Sûresinin sonundadır. 595 senesi Rebiu’l-Âhir’inin ilk günü olan Perşembeye işaret edilmektedir. Nisa Sûresi yine 595 senesinde, Enfâl, Tevbe, Yunus, Hûd, Yusuf, Râ’d, İbrahim ve isrâ sûreleri 601 senesinde, Kehf Sûresi 602 de, Saffât, Sa’d, Zümer, Mü’min, Fussilet, Şura, Zuhrûf, Duhân, Câsiye, Ahkâf ve Feth sûremeri 603 senesinde telif edilmiştir. Hatta bazı sûrelerin sonunda telif edildiği yer dahi zikredilmektedir. Fatiha ve Bakara sûrelerinde tarih olmadığına göre, müellifimiz tefsirini telife ya 595 senesinde veya bu sene­den bir veya iki sene evvel başlamıştır. Tefsirinden elde ettiğimiz en son tarih ise 603 senesidir. Bu son tarih Feth Sûresinde olduğuna göre, tefsirinin tümünü 604 veya ömrünün geri kalan yıllarında yani 606 senesine kadar olan müddet içerisinde bitirmiş olabilir.

Her müfessirin tefsirde bir gayesi vardır. Fahruddin Er-Razî ’nin de böyle bir tefsir yazmadaki gayesi, aklî kanunlar ışığında Kur’ân’a gelecek olan saldırıları durdurmaktır. VI. asırda İslâm alemindeki siyasi ve sosyal hayattaki karışıklık, onu böyle bir eser yazmaya sevketmiştir. İslâm âlemi, bir taraftan Haçlı bir taraftan da Tatarlar önünde yenilgiye uğramakta idi. Eserini kelâmî sözlerle tak­viye ederek, Mutezile istidlallerinin zayıflığını göstermiş, itikâdî mezhep olarak Eş’arîliği benimsemiştir. Tefsiri genellikle bu hava içerisindedir. Bu bakımdan asrının ihtiyacına cevap verecek bir mahiyettedir. Tefsirlerin genellikle zamanlarının bir aynası mesabesinde oldukları unutulmamalıdır.

Fahruddin Er-Razî ’nin tefsirdeki metodunun genel hatlarını şöyle özetleyebiliriz: Fatihada tenbih mahiyetinde geniş bir mukaddime yaptığını söylemiştik. Her sûrenin müstakil bir kitap halinde olduğunu da söyleyebiliriz. Kitaplar bablara, her bab da meselelere tahsis edilmektedir. Her meselede mukaddimeler, hüccetler, latifeler, hükümler, vecihler yer almaktadır. Bablar kısımlara, kısımlar faidelere ayrılır. Birçok fıkhî mesele sıralanır. Aklî sırlar, lügatler, kelâmî mevzular anla­tılarak, okuyucu daldan dala geçer. Hayatın derin meselelerinden bahsederken adeta tefsirden uzaklaşmış gibi olursak da, aslında yine onun içerisinde olduğumuzu hissederiz. Bu sebepten birçok kimse “Onda tefsirden başka her şey vardır” diyerek, onun bu eserini tefsir sınıfından dışarı çıkarmak istemişlerdir. Hakikatte bu büyük bir hatadır. Zira Râzî kelâmî yönlerin istinbatını Kur’ân’a dayanarak yapmaktadır. Tefsirinin mevzularına girerken ilmî, aklî me­todu kullanır. Bu arada Müslümanların ahlâkî yönlerde meleke sahibi olmaları için, sâlih kimselerin hikâyelerini, sûfilerin kıssalarını, hakîmlerin mev’izelerini, âdil hükümdarların davranışlarını anlatmayı da ihtimal etmez. Razî tefsire başlarken, o mevzuda varid olan bütün fikirleri ortaya  koyar, sonra onların delillerini arzederek münakaşalara girişir. Bunlar arasında seçmeler ve tercihler yapar ve delillerini ortaya koyar. Mühim bir fikir bulduğunda, eğer o fikir okuyucu tarafından tatbik edilecekse, onu muhtelif şekillerde takdim eder. Âyetteki kültür yönlerini açıklar. Okuyucuyu geçmiş tefsirlere sevketmeye çalışarak, eski tefsirlerdekileri hulâsa olarak vermeye çalışır.

Fahruddin Er-Razî, bir ayeti tefsir ederken, o âyeti tefsire yardım eden başka âyetleri zikreder ve orada pek çok faydaları da kaydetmeyi ihmal etmez. Aklî mahreçli âyetler için dâima aklını kullanır. Zaten o, dini kaideler için açık olan aklî vecihlere tâbi olurdu. Aklî delillerle, nakli teyid etmeye çalışırdı. Bütün meseleleri ikna edici bir üslûpla ve sağlam felsefi münakaşalara dayandırarak incelerdi. Nübüvvet ve mucizeler hakkında kuvvetli aklî deliller ortaya koyardı. Hz. Musa’nın asasının yılana tahavvül etmesi, Hz. Muhammed’in Mescid-i Haram’dan Mescidi Aksa’ya cesedi ile gidişi (İsrâ) nâdirattandır, fakat aklî yönden onları inkâra da imkân yoktur. Her mümkünün olması düşünülebilir. Müfessirimiz bir taraftan hayat, güneş, yıldızlar gibi âlemlerin durumunu incelerken, bir taraftan da ruh hallerini araştırır ve ifadelerinde sofi görüşlere bağlı olduğu görülür. Nakil, sahih ve sabit olduğu zaman onu esas olarak alır. Şayet bir hususta nakilde birşey bulamazsa akla müracaat eder.

Fahruddin Er-Razî, usûl ve furu’daki akli kaidelere dayanarak, tefsir ilmine de aklî unsuru bol miktarda sokmuştur. Ona göre sahih oian nakil, sahih olan akla muhalif olmaz. Zira her ikisi de aynı kaynaktan çıkmaktadır. Aralarında hakiki bir zıtlığın varlığı mümkün değildir. Razi, bu hususu tefsirinde tatbiki olarak ispat etmiştir.

Müfessirimizin hayatından bahsederken, onun çok geniş bir kültüre sahip olduğunu söylemiştik. Üzerinde durduğumuz tefsirinin kaynaklarının neler olduğu ilk akla gelen hususlardandır. Gerek kaynaklan ve gerekse tefsirindeki metodu hakkında örnekler verirken, okuyucuyu bıktırmamak için fazla misal vermemeye çalışacağız. Mümkün mertebe bir veya iki misalle iktifa edeceğiz. Şimdi tefsirinin kaynaklan üzerinde duralım.

Fahruddin Er-Razî ’nin tefsiri okunduğunda genellikle aklî kaynaklara dayandığı görülür. Okuyucuda sanki onun aklî kaynaklardan başka bir şeye dayanmadığı intibaı uyanabilir. Halbuki eser dikkatle tetkik edilecek olursa, onun bütün tefsir mezheplerinden istifade ettiği görülür. Âyetlerin lügat yönlerini izah ederken lügatçıların tefsirlerinden istifâde eder. Hadisleri naklederken veya sahabe ve tabiîlerin sözlerini zikrederken, me’sur tefsirlere müracaat eder. Aklî mevzularda aklî mezhep tefsirlerine, fıkhi mevzularda da fıkhı tefsirlere dayanmayı ihmal etmez. Tefsirinde sık sık rastladığımız, çeşitli tefsir mezheplerine sâlik kimseleri şöyle sıralayabiliriz. Bunlar, aynı zamanda müfessirimizin kaynaklan olmaktadır.

Tefsir ilminde uygulanan en mühim hususlardan biri, sahabe ve tabiîlerin tefsirlerine muttalî olmaktır. Râzî de bu usûlü esas kabul etmiş, sahabe ve tabiîlerin rivayet ettikleri tefsire, bilhassa lugavî mânâlar, nüzul sebebi, kıraat ve çeşitli hükümler yönünden onlara ehemmiyet vermiştir. Bunların başında da İbn Abbas gelir. İbn Abbas’ın tefsire âit haberleri, Râzî’nin tefsiri için ilk muteber kaynaktır. Müfessirimiz, tefsirin en mühim aslı olan İbn Abbâs’tan kelimelerin umumi mânâlarını nakletmektedir. Ondan naklettiğine göre, Kur’ân ve kıraat kelimeleri, husrân ve hasâre kelimelerinin bir olması gibi aynı mânâdadır. İbn Abbâs’tan, kıssalar, ahbâr, nüzul sebebi ve kıraat hususlarını da nakleder. Bazen de İbn Abbâs’tan birbirine zıt iki haberi zikrederek birini diğerine tercih eder, veya onları telif eder. Meselâ; âyetinde İbn Ab­bâs’tan gelen haberlerde sefihler, Yahudilerdir denilmiştir. Diğer rivayette ise onlar Arap müşrikleri olarak gösterilmektedir. Diğer bir rivayetinde ise onlar münafıklar olarak belirlenmektedir. Râzî, bütün bu rivayetleri telif ederek, hepsinin birden kastedilmiş olabileceğini söyler. Bazen de onu tenkit ettiğini görürüz. Meselâ, Mu’tezile imamlarından el-Kâdi Abdu’l-Cebbâr’ın, İbn Abbâs’tan rivayet ettiği bir rivayette, Firavun’un topladığı sihirbazlardan bahse­derken aralarında Ninovalı bir mecûsinin varlığından da bahsedilir. Râzî, bu haberin naklinin müşkil olacağını, Mecûsî Zerdüşte tâbi olandır. Halbuki Zerdüşt, Musa’dan çok sonra gelmiştir, haberde tarihi bir hatanın bulunduğuna işaret eder:

Râzî, İbn   Abbâs’dan   gelen   Kur’ân’ın   zahirine   muhalif   rivayetleri   de reddeder âyetindeki nın   takip   için olduğunu söyleyerek, bunun için kırk sene beklemeye lüzum olmadığını söyler. İbn Abbâs’ın bazı rivayetlerini aklî ve ilmi yönlerden ele alarak tenkit eder. Meselâ; verilebilir: ayeti hakkındaki görüşünü reddetmesi buna örnek verilebilir:

el-Hurûfu’l-Mukattaâlar hakkında bazı görüşlerini de şiddetli bir şekilde reddeder, harfleri hakkında söylenen sözlerin kuvvetli olmadığını, hakikat veya mecaz yolu ile söylenen bu sözlerin Allah’a isnadının caiz olmayacağını ifade etmektedir. İbn Abbâs’tan gelen ve İsrâiliyât kokan bazı haberleri de reddeder. Hârût ile Mârût kıssasında Râzî, İbn Abbâs’ın bu husustaki haberini ilmî şekilde tenkit ederek, bu haberi fâsid ve merdûd addetmektedir.

Müfessirimiz, Ubeyy b. Ka’b, İbn Mes’ud Âişe ve İbn Ömer gibi daha pek çok sahabeden rivayetlerde bulunmuş, zayıf gördüğü pek çok rivayeti de tenkit etmiştir.

Râzî, tabii müfessirlerden, Mücâhid, Katâde, Süddî, Hasan el-Basrî, Saîd b. Cübeyr, Ebu’l-Âliye, Muhammed b. Ka’b el-Kurezî’den de rivayetlerde bulunmuşsa da genellikle onların görüşlerine katılmamış, bilakis onların aklî ve nakli tefsir alanlarındaki zayıf yönlerini göstermeye çalışmıştır. Mesela, Bakara Sûresinin ilk âyetlerinde, Mücâhid, dört âyette müminleri, iki âyette kâfirleri, on üç âyette münafıkları zikretti dedikten sonra, âyet sayısına bakarak, bu da münafıkların cürümlerinin büyüklüğüne delalet eder, diye bir netice çıkarmaktadır. Râzî ise, âyetlerin sayısının çok olması cürümün büyüklüğünü icâb ettirmez, demek suretiyle, Mücâhid’in görüşünü reddeder.

Keza âyetindeki hakkındaki Katâde ve Süddî’nin görüşlerini zayıf görerek tenkit eder.

Râzî, kıraat, lügat ve nahiv hususunda Ferrâ’ya müracaat eder ve bazen de onu tenkit eder.

Râzî, Taberî’yi tefsirinde nâdir olarak zikretse de, Taberî’nin tefsiri, Râzî için me’sur tefsir kaynağıdır. Biliyoruz ki Taberî, sahabe ve tabiilerden birçok rivayeti eserinde toplamıştır. Eğer Râzî, ondan fazla istifade etmemiş dersek, onun geçmiş tefsir kültürünü nereden almış olacağı meselesi ortaya çıkar. Öyle zannediyoruz ki Râzî selefin tefsir rivayetlerini isim zikrederek veya zikretmeyerek Taberî’den bol miktarda almıştır.

Fahruddîn er-Râzî’nin lügat meselelerinde itimat ettiği kişilerden biri de Zeccâc (ö. 311/923) dır. Onun nahiv ve iraba âit izahlarını birçok yerde kabul eder. Mesela ayetinde Zeccâc kelimesini iki vecihle nasbeder, Râzi de bu hususu teyid eder. Fakat Zeccâc’a bu kadar itimat etmesine rağmen birçok yerde onu reddeder.    Meselâ âyetindeki tahkîm hususunda âyetin nüzulünden evvel haram ve günah gibi bir şey olmadığını söyleyerek Zeccâcın te’viiini zayıf görür. Sonradan gelen bir nehiy geçmiş olan bir fiile tesir edemez der. Keza âyetindeki cevabının mukaddem oluşunu ve Zeccâc’ın zikrettiği nahvî tevcihâtı yersiz bulur.

Fahruddin er-Râzi Eş’ari mezhebinden olması hasebiyle Eş’ari kaynaklardan da istifade edeceği açıktır. Bu bakımdan Razİ’nin en mühim kaynaklarından biri de el-Kaffâl (ö. 365/976)dir.  Bilhassa onun  lügat hususlarına  itimat eder.

Mesela; ayetinde   el-Kaffâlin   görüşünü   naklederek mânâsını verir. Keza âyetinde, el-Kaffâl, el-Incâya, tencih ve tahlîs mânâsını verir. Bazen de, el-Kaffâlin bir âyet hakkındeki sözlerini nakleder. Âyetler hakkında çeşitli sualler sorar. Bu hususta Kaffâl’den yaptığı istinbatları ve cevapları zikreder. Râzî’yi bu zattan, Allah’ın insanlık için vaz’ettiği hükümler arkasındaki incelikleri naklederken görürüz. Geçmiş müfessirlerin sözleri hususunda da yine onun tefsirine itimat eder. Râzî, el-Kaffâl’den pek çok görüşler almasına rağmen, onu tenkit edip ona hücum ettiği noktalar da eksik değüdir. Bilhassa onu itizâle rağbet etmekle itham eder. Onların usûlüne ihatası olmadığını söyler. Râzî, el-Kaffâl için, o tefsirde güzel sözlüdür, lafızları tevil etmede ince görüşleri vardır. Ancak Mutezile mezhebini takrir ederken çok mübalağa yapar, ilmi kelâmdan hazzı azdır, Mutezile kelâmı hakkında nasibi yok denecek kadardır. Râzî lafızlara âit me­selelerde el-Kaffâl’e itimat etmişse de, kelâmi meselelerde ona itimat etmediğini müşahede etmekteyiz. Muhammed Reşît Rıza bile, el-Kaffâle fazla ittiba edip ona itibar göstermesinden dolayı Râzî’yi tenkit etmektedir.

Râzî birçok mevzuda Gazâli’ye de itimat etmiştir. Halbuki Gazali’nin İstılahı mânâda müfessir olmadığı herkesçe bilinmektedir. Hasedin hakikati ve mertebeleri hakkındaki hadisleri ondan nakleder. Yine bazen ondan âyetlerin akli ve ruhi tefsirlerini alır. Râzî’nin, genellikle tefsirinde, bazı âyetler için Gazâlî’nin kitaplarından vârid olan şeylere de itimad ettiği görülür. Bazen onun nakillerini müstakil bir bahismiş gibi uzatır. Meselâ, tevbenin hakikati ve sabır hakkında zikrettikleri buna örnek verilebilir. Nâdir olarak, Gâzalî’nin Hanefî mezhebine muvafık olan fıkhî görüşlerini de nakleder. Kabe istikametine dönmekle namazın sahih olması gibi. Zira Şafiî’ler cihete itibar etmişlerdir. Râzî, bu husus Gazâlî’nin İhyasında tercih ettiği husustur, demektedir. Halbuki bu görüş Şafiî mezhebine muhaliftir.

Yukarıda, Râzî’nin tefsirdeki metodunun genellikte aklî olduğunu söylemiştik. O, kelâmî meseleleri münakaşa etmeye hırslıdır. Bütün istidlallerini ehlisünnet’in Eş’ariyye esası üzerine bina eder. Tabiî bir haldir ki o bu şekilde yapılmış olan tefsirlerden istifade etmeye çalışacaktır. Onlardan, lügat, beyân, Kur’ân’ın güzelliğini açıklama, âyetin terkibinin güzelliğini açığa çıkarma, fesahatini izhâr, i’câzını ispat yönlerinden istifade edecektir. Şunu da unutmamak gerekir ki ilk devirlerde kelâm münakaşalarını ele alan tefsirler, Mûtezilî tefsirlerdir. Müfessirimiz, onların aklî metodlarından istifade ederek, kendi metodları ile kendilerini tenkit  etmiş,  bazı noktalarda  şiddetli   hücumlarda  bulunmuştur.

Şüphesiz ki Râzî, Mutezilenin ileri gelen müfessirlerinden istifade etmiştir. Şimdi onların bir kaçı üzerinde duralım.

Râzî’nin tefsiri kaynak yönünden tetkik edildiğinde, onun en mühim kaynaklarından birinin, Ebû Alî el-Cübbâî (ö. 303/915) nin tefsiri olduğu görülür. Bilhassa Mutezile akidesini naklederken bu zâta itimat eder. Râzî’nin maksadı sadece el-Cübbâî’den nakletmek değil, onun hatasını göstermek ve hatta onu reddetmek. Meselâ ayetinde el-Cübbâi, oruç üzerine kudreti ispat ederek, oruç tutmadığı takdirde fidyenin vâcib olduğunu ileri sürer. Razî, bu hususu kabul etmez.

Keza ayetinde de el-Cübbâî’yi tenkit eder. Yine el-Cübbaî, âyetinin Cebriyye’nin

“Allah kâfirleri imandan çevirir” sözünün butlanına delalet ettiğini söyler. Eğer onların sözü doğru olsaydı, bu âyetin zikri doğru olmazdı, der. Râzî de bu iddiaya karşı eğer bu âyet el-Cübbâînin dediği gibi Kaderiyye’nin görüşüne delalet etseydi, âyetin delâlet ettiği mevzu, bir yönden de kendilerinin fesadına delalet ederdi, demektedir.

Fahruddin Er-Razî ’nin tefsirinde açık tesiri görülenlerden biri de Ebû Müslîm el-İsfahânî (ö. 322/934) dir. Bilhassa lügat ve âyetler arasındaki ahenk hususunda ona itimad eder. Âyetin ahengi hususunda en güzel söyleyen Ebû Müslim (Allah ona Rahmet eylesin) dir, der. Ebû Müslim ayetini en güzel izah edendir.

Zaman ve mekanın muhdesât için iki zarf olduğunu, Allah’ın ise zaman ve mekâna mâlik olduğunu söyler. Bu söze karşı Fahruddin Er-Razî, böyle bir ifade, yüceliğin ga­yesinin beyanıdır demektedir. Ebû Müslim açık olarak neshi inkar eder. O, Ebu Müslim’in bu yönünü tevil etme hususunda epeyce gayret sarfeder. Mesela ayeti ile neshini Ebû Müslim kabul etmez, fakat Râzî bunu üç vecihle izaha çalışır. Keza âyetinde, Ebû Müslim, “Şeriatımızda böyle bir şey sabit olmadı. Böyle birşey belki Hıristiyanlarca var. Allah Teâla onların şeriatında sabit olan bu âyeti neshetti” demek suretiyle, dinimizde neshin bahis konusu olmayacağını ileri sürer.” Râzî’nin, Ebû Müslim’in nesh hususundaki görüşlerini tevillerle izah etmeye çalıştığı müşahede edilmektedir. Genellikle de Ebû Müslim’in tevillerini kuvvetli bulur. Ebû Müslim, tefsirde kelâmı güzelleştirdi, çok kere inceliklere ve latifelere daldı diyerek onu takdir eder. Râzî en derinlikli konularda ona itimat eder. Bir konuyu işlerken önce müfessirlerin fikirlerini zikreder. Sonra Ebû Müslim’in fi­kirlerini açıklar ve onu diğerlerine tercih eder. Zira onun nazarında, Ebu Müslim’in fikirleri gerçeği tahakkuk ettirmeye daha yakındır. Fikirlerinin çeşitli yönlerini ele alarak inceler. Meselâ, ayetini işlerken, müfessirler bu ayet hakkında sözü uzattılar dedikten sonra, bu hususuta en iyi görüş Ebû Müslim’in görüşüdür, demektedir. Râzî genellikle, Ebû Müslim’in fikirleriyle münakaşa ederse de, onu kibarca reddetmekte ve onun şahsiyetine büyük hürmet göstermektedir.

Müfessirimizin itimad ettiği kaynaklardan biri de Kâdi Abdü’l-Cebbâr b. Ahmed (ö. 415/1024) in tefsiridir. Bu tefsir üzerinde, Mutezile mezhebinin hatalı görüşlerini gösterir ve münakaşalarını yapar. İtizalî görüşlerin ekserisini reddeder. Râzî, Abdü’l-Cebbârı kelâm ve usûl alanındaki tenakuzundan dolayı ayıplar. Fakat onun tefsirinden kendisi için faydalı gördüğü bazı şeyleri alır.

Râzî, âyetlerin mânâlarını nakil hususunda Ebû Bekr el-Asam (ö. 236/859) da itimad eder. Meselâ, ayetinde ve daha birçok ayette, ondan âyetlerin nazmının beyanını ve muhtelif fikirlerini nakleder lafzının izahında el-Asam’ın görüşünü benimser. Râzî, muvafık görmediği hususlarda el-Asam ile münakaşalara girişir ve onu reddeder. Mesela, Bedir savaşında Müslümanlarla birlikte meleklerin de muharebe etmesini el-Asam inkâr eder. Râzî ise, böyle bir söz Kur’ân ve nübüvveti inkar edene lâyık olur, el-Asam’a böyle bir inkâr lâyık olmaz. Zira Kur’ân’ın nassı buna delalet eder ve bu hususta tevatüre yakın haberler vardır, demektedir. Bazen de âyetinde oduğu gibi, Abdu’l-Cebbar’a karşı el-Asamı savunur ve onun sözünün zayıf olmadığını ispata çalışır.

Fahruddin Er-Razî, Mutezile müfessirlerinden olan Ali b. İsâ er-Rummânî (ö. 384/994) ye fazla itimat etmez. Ancak ondan nahiv ve lügat yönlerinden bazı haberler nakleder.

Fahruddin Er-Razî ‘ye en fazla tesir eden şahsiyetlerden biri de hiç şüphesiz, Mutezile kültürünü miras almış, tefsir ilminde beyân ilminin reisi durumuna gelmiş olan Cârullah ez-Zamanşerî (ö. 538/1143) dir. Müellifimiz ondan pek çok âyetin lugavî ve belagat yönlerini nakletmiştir. Zemahşerî muhaddis olmamasına rağmen onun naklettiği hadislere itimad eder.

âyetinde, Zemahşeri’nin görüşünün en güzel görüş olduğunu söyler. Râzî, zaman zaman Zemahşerî’nin sözlerini reddeder ve onun hatalarını gösterir.

Kaynak: Tefsir Tarihi, İsmail Cerrahoğlu, Fecr Yayınevi

Fahruddin Er-Razî kimdir? Hayatı ve eserleri:

Horasan’da yetişmiş, meşhur din ve fen âlimi. İsmi, Muhammed bin Ömer bin Hüseyin bin Hüseyin bin Ali et-Teymî el-Bekrî’dir. Künyesi Ebû Abdullah ve Ebü’l-Me’âlî, lakabı Fahrüddîn’dir. Allâme, Şeyhülislâm ve Fahr-i Râzî denilmiş, İbn-i Hatîb-ir-Rey (Rey Hatîbi’nin oğlu) diye tanınmıştır. Soyu Kureyş Kabîlesine ulaşır. Aslen Taberistanlıdır. 1149 (H.544) senesinde Rey şehrinde doğdu. 1209 (H.606) senesinde Herat’ta vefât etti.

Fahruddin Er-Razî, önce büyük bir âlim olan babası Ziyâüddîn Ömer’den ders aldı. Babası, Muhyissünne Muhammed Begavî’nin talebelerindendi. Râzî fen ilimlerini Necd-i Cîlî’den, fıkıh ilmini Kemâl Simnânî’den öğrendi. Bunlardan başka asrının büyük âlimleriyle görüştü ve onlardan ilim öğrendi. Şeyh Necmeddîn-i Kübrâ hazretlerinin sohbetinde bulunmak sûretiyle tasavvufta olgunlaştı.

Tahsilini bitirip, ilimde yüksek derecelere kavuştuktan sonra, bâzı seyâhatler yaptı. Harezm’de bozuk îtikâd sâhibi Mûtezileye mensup kimselerle münâzaralarda bulundu. Daha sonra Mâverâünnehr’e gitti. Buradan memleketine dönen Fahrüddîn-i Râzî, daha sonra Gazne’ye, oradan da Horasan’a gitti. İlimdeki yüksekliği sebebiyle, Sultân-ı Kebîr Alâüddîn Muhammed Harezmşâh’ın sevgi ve saygısını kazandı. Sultan sık sık onun ziyâretine giderdi. Bir müddet Herat’ta kalan Fahrüddîn-i Râzî, bozuk bir inanca sâhib olan Kerrâmiyye mensuplarının îtikatlarının yanlış olduğunu delilleriyle ispatladı.

Fahruddin Er-Razî, yalnız Arabî ilimlerde değil, zamânın bütün ilimlerinde mütehassıs idi. Bu yüzden gittiği her yerde sultanların iltifâtını kazandı. Sultan Gıyâseddîn Gûrî onun için, Herat’ta bir medrese yaptırdı. Kerrâmiyye îtikâdında olan halk, sultânın ona olan iltifâtlarını çekemeyip fitneye sebeb olduklarından, buradan da ayrılmak zorunda kaldı ve gittiği her yerde ilimle meşgûl oldu. İlim ve irfâna susayanlar, âlimler, gittiği her yere peşinden gittiler.

Pekçok âlim yetiştiren Fahruddin Er-Razî 1209 (H.606) senesinde Heret’ta vefât etti.

Fahruddin Er-Razî hazretleri; tefsir, fıkıh, kelâm ve usûl-i fıkıh gibi dînî ilimlerde çok derin bir âlim olduğu gibi, edebî ilimler, matematik, kimyâ, astronomi, tıb gibi zamânın fen ilimlerinde de söz sâhibiydi. O zaman İslâm âleminde ortaya çıkan bid’atleri, yanlış îtikâd sâhiplerinin ve filozofların bozuk düşüncelerini en ince teferruâtına kadar araştırarak, onların bozuk ve yanlış olduğunu delilleriyle ispat etmiş, Müslümanları onların sapık ve yanlış sözlerine aldanmaktan kurtarmıştır.

Fahruddin Er-Razî de, İmâm- Gazâlî ve İmâm-ı Beydâvî gibi Ehl-i sünnet îtikâtında, yâni Eshâb-ı kirâmın ve onların talebelerinin yolundaydı. Bunların zamânında türeyen bid’at fırkaları ilm-i kelâma felsefeyi karıştırdılar. Hattâ, îmânlarının esâsını felsefe üzerine kurdular. Bu üç imâm, bozuk fırkalara karşı Ehl-i sünnet îtikâdını müdâfaa ederken ve onların sapık fikirlerini çürütürken, felsefecilere de geniş cevaplar verdiler. Onların bu cevapları, Ehl-i sünnet mezhebine felsefeyi karıştırmak olmayıp, kelâm ilmini, kendisine karıştırılmak istenen felsefî düşüncelerden temizlemektir.

Din ilimlerindeki otoritesi yanında, fen ilimlerinde özellikle fizik ve tabîat ilimleri sâhasında asrının bir tânesiydi. Bu ilim dallarının gelişmesinde büyük katkıları oldu. Fiziğin temel konularından olan hareket, sürat, zaman-mekân ve enerji konularını derinlemesine araştırdı. Aralarında sıkı münâsebet bulunduğunu belirtti. Kuvvetin, şiddet ve süre îtibârıyla arz ettiği farklılıkları gösterdi. Ağır bir cismin uzayda durabilmesi için kendi ağırlığına eşit bir kuvvete muhtac olduğunu ve bu kuvvet devâm ettiği sürece cismin uzayda durabileceğini delîllendirdi. Mekaniğin temellerinden olan birinci ve üçüncü hareket kânunlarını da, gâyet açık ve esaslı bir şekilde ortaya koydu. Ayrıca, ışık ve ses konularını da inceledi. Görme olayının ışık vâsıtasıyla gözde teşekkül ettiğini, renklerin de ışık sebebiyle meydana geldiklerini ve ışıksız cisimlerde herhangi bir rengin mevcud olamayacağını söyledi. Ona göre suda dalgalanma olduğu gibi, havada da dalgalanma meydana gelmekte; bundan da ses ortaya çıkmaktadır.

Eserleri: Fahruddin Er-Razî, din ve fen ilimlerine dâir pekçok eser yazdı.

Tefsire dâir eserlerinden bâzıları:

1) Tefsîr-ul-Kebîr, on cildlik bir eserdir. Mefâtih-ül-Gayb ismiyle de bilinir. 2) Tefsîru Sûret-il-Fâtihâ.

Fıkıh ilmine dâir eserlerinden bâzıları:

1) El-Muhassal fî Usûl-il-Fıkh, 2) El-Me’âlim fî Usûl-il-Fıkh, 3) El-Muhtehab-ül-Mahsûl fî Usûl-il-Fıkh, 4) İhkâm-ul-Ahkâm

Kelâm ve akâide âit eserlerinden bâzıları:

1) Ez-Zübde fî İlm-il-Kelâm, 2) El-Me’âlim fî Usûl-id-Dîn, 3) İrşâd-ün-Nüzzâr ilâ Letâif-il-Esrâr, 4) El-Cebru vel Kader, 5) İsmet-ül-Enbiyâ, 6) Risâlet-ül-Me’ad, 7) Hudûs-ul-Âlem, 8) Esâs-üt-Takdîs, 9) Risâletün fin-Nübüvvet.

Fizik, hikmet, mantık, ahlâk ve psikolojiye dâir eserlerinden bâzıları:

1) El-Mebâhis-ül-Meşrikiyye fî İlm-it-Tabiiyyet vel-İlâhiyyât, 2) Lübâb-ül-İşârât, 3) Ta’ciz-ül-Felâsife, 4) El-Mantık-ül-Kebîr, 5- El-Âyât-ül-Beyyinât fil-Mantık, 6) Risâletün fî Ziyâret-il-Kubûr.

Cedel ilmine dâir eserlerinden bâzıları:

1) El-Cedel, 2) Et-Tarîkat-ül-Alâiyye fil-Hilâf.

Arap dili, lügat ve edebiyâtı ile ilgili eserlerinden bâzıları:

1) Şerhu Nehc-il-Belâga, 2) Şerhu Şakt-iz-Zend li-Ebi’l-A’lâ el-Me’arrî, 3) Nihâyet-ül-Îcâz fî Dirâyet-il-Îcâz, 4) El-Mevrid fî Hakâyık-ın-Nahv.

Matematik, astronomi ve tıb ilmine dâir eserlerinden bâzıları:

1) Kitâbun fil-Hendese, 2) Risâle fî İlm-il-Felek, 3) Kitâb-ut-Tıbb-il-Kebîr, 4) Et-Teşrih Miner-Re’sî ilel-Halk, 5) El-Eşribe.

KAYNAK: REHBER ANSİKLOPEDİSİ, 7. CİLT

İlgili Makaleler