EKONOMİ (İktisat)
EKONOMİ (İktisat)
Yirminci yüzyılda
genci kabul gören bir tanıma göre iktisat, kıt kaynakların sınırsız ve rakip
kullanımlara tahsis edilmesinin incelenmesidir. Akademik çevrelerde,
bireylerin ve toplumların maddi ihtiyaç ve arzularını tatmin için
geliştirdikleri yöntemlerle uğraşan bir sosyal bilim olarak tanımlanmaktadır.
Böyle bir çerçevenin başlıca zaafı, depresyon veya toplam talep yetersizliği
gibi sorunları kapsama-masıdır. Oysa modern piyasa ekonomilerinin birçoğu büyük
miktarlarda kaynağın atıl durduğu dönemlerden geçmektedirler, özellikle emek
ve fabrika kapasitesi yönünden. Bu durumda asıl mesele kaynakların hangi
yöntemle kullanılacağı değil, kullanılır hale nasıl getirileceğidir.
Kaynaklan kullanımlara göre tahsis sorunu ile kaynakların tam kullanımını başarma
sorunu arasındaki fark kabaca iktisadın iki temel dalına tekabül etmektedir:
Mikroikti-sat ve makroiktisat. Ancak, para ve genel fiyat dengesi İle ilgili
bazı hususları kapsamasından ötürü, ınakroiktisatın da kaynakların tahsisi ile
bağı vardır.
Kaynakların alternatif
kullanımlara tahsisi en basit biçimiyle bir ailede (hanede) yapılmaktadır;
iktisatm özgün anlamı da hane halkı yönetimiyle ilgilidir. Eski Yunan’da bu
is, için kutlanılan kelime oikinomikos’dur. Ancak İleride göreceğimiz gibi, bu
kelime biçimsel değil aslî (Özsel/sabstantive) bir anlam taşımakladır ve
İktisadın modern anlamına karşıttır.
Grek nomenklatürü
Ortaçağ sonlarında Fransız yazarlarınca devralındı. Choyselat, 1956 yılında
Discours Occonomiquc’yî yayımladı; bu eser temelde agronomik bir meseleyle
ilgiliydi. Momchcretien de \Vattevillc Traİcıc de ruecouonıicpolilique (1615)
adlı eserinde iktisatm “poliçe” (hükümet bilimi) den ayrı
düşünülmemesi gerekliğini, çünkü “servet edinme biliminin aile ve devlette
ortak bİrşcy olduğunu” söylüyordu. Ne var ki, Montchereti-en uzun süre
hiçbir yankı uyandırmadı. Cla-ude Dugin 130 yıl sonra Occonomiques’i yazdı,
1750’de Oeconomische Nachrichtcıı yayına başladı ve kısa bir zaman sonra
Fizyokratlar, iktisatçılar (les economistes) olarak adlandırıldılar.
İtalya’da Genovesİ
‘sivil iktisat’, Ortes ise ‘milli iktisat1 terimlerini savundularsa da pek
başarı sağlayamadılar. Oysa Almanya’da milli iktisat (Nationalökonomie) terimi
19.yüzyılda büyük rağbet gördü. Bütün bunlara rağmen, modern anlamda iktisat bilimini
İngilizlerin eseri saymak yanlış olmaz. Merkantilist dönemin tüccar veya
hükümet yetkilileri, yazdıkları kısa Takat özlü risalelerde modern iktisat düşüncesinin
esaslarını, farkında olarak veya olmayarak, ortaya koydular.
Onycdinciyüzyılda oluşturulan
modern dünya görüşü içinde o kadar geniş bir yer tutan iktisadi düşünce,
arkasında İlahiyat (teoloji) veya siyaset felsefesinin uzun geleneklerine sahip
değildi. Yani o güne kadarki düşünce sistemleri içinde ayrı bir araştırma
alanı olarak bir yeri yoktu. Aristo ekonomilerden söz ederken hane
tiplerinden, yani sosyal yapı içindeki birimlerden söz ediyordu. Kilise
babalarının eserlerinde iktisadi düşünceler kötülük ve erdem üzerine yazılan
metinlere gömülüydü. Geç Orta Çağların kendine yeterli, dolaysız tüketim
ekonomilerinde iktisadi konular üzerinde düşünmeyi teşvik edecek fazla bir şey
yoktu. Avrupa’nın hemen her yerinde, tarımsal görevlerin organizasyonu
basitti. Düşük mahsul, nüfusu sürekli olarak tehlikeye İttiği için, siyasi
denetimin uygunluğu (meşruiyeti) tartışılmıyordu. Hukukta, iktisadi İlişkiler
görev ve hakların, güvenlik ve varolma ihtiyaçlarına yakından bağlandığı bir
sosyal bağlam içinde ele alınıyordu. Kısaca, iktisadi yapıdaki temel unsurlar
görünür ve elle tutulur kaldıkça, sistemin anlaşılması bütün toplumun tasarruf
undaydı. Dolayısıyla, iktisat gibi ayrı bir araştırma anlamına ihtiyaç yoktu.
Onaltıncı ve 17.
yüzyıllarda ticaretin genişlemesiyle bütün bunlar değişti. Serbestçe dalgalanan
fiyat ve kâr sistemiyle “commercialism” şehirlerden kırsalkesime
yayıldı. Yerel piyasaların engellerini yıkan yeni bir iletişim ağı oluştu.
Daha fazla üretim için verilen teşvikler, uzmanlaşma ve ölçek ekonomilerinin
maliyet avantaj larıyla elele verdi. Daha önceki dönemlerde sadece uzak
mesafeli ticaretin aktörü olarak tanıdığımız müteşebbis tüccarın tarım ve
imalat alanlarına girmesiyle piyasalar genişledi. Arzın sınırları içinde
tutulan bir ekonomi yavaş yavaş talebin özelliklerine {ve garipliklerine)
uymaya başladı. Görünmeyen işlemlerde anonim olarak kayıtlı ferdi zevkler yeni
bir güç kazandı.
Ticari bakımdan
bütünleştirilen ülke ekonomilerinde tüketici tercihleri, piyasaların büyüklüğü,
taşımacılıktaki verimlilik artışı ve ödeme araçları herhangi bir tahılın üretim
miktarından daha önemli hale geldi. Uluslararası rekabet, parasal
dalgalanmalar ve arz/talep düzeylerindeki süreksizlikler ekonomiyi artık
görünür ve elle tutulur olmaktan çıkarıp, genel olarak kavranılmaz bir duruma
getirdi. Merkantilist dönemin ‘risale yazarları’ işte böyle bir ortamda zuhur
etmeye başladılar. İktisat tarihi kitaplarında, mcrkantilistlerin ayırıcı
vasfı olarak umumiyetle onların devlet müdahalesinden yana oldukları
gösterilir. Bu hüküm, doğru olmakla beraber, merkantilistleri ancak 19. yüzyıl
veya 20. yüzyıldan (belki) ayırabilir; kendilerinden önceki dönemlerden ise
kesinlikle ayırmaz. Çünkü, iktisadi faaliyetin en küçük ayrıntıları bile her
zaman örf ve kanun vasıtasıyla, toplum tarafından denetlenmekteydi.
Merkantilist diye nitelenen dönemin eserlerini ayırdeden özellik, iktisadi
olgu ve ilişkilerin sosyal bağlamlarından kopanlma-sıdır. Örneğin
ThomasMun,T.Kuhn’un bilimsel araştırma yöntemini kullanarak, yeni bir
‘paradigma’ oluşturdu. İngiltere’nin ticari ilişkilerini gerçek bağlamlarından
soyutlayarak, onların yerine bir ‘düşünsel model’ kurdu. Malların gönderilmesi,
senet ve faturaların el değiştirmesi, metaların değiş-tokuşu tam ve görünmeyen
bir ticari akışın parçaları oldu, “özgül, kişisel ve somut”tan
bağımsız hareket eden bir akış. Düşünsel analizde, İktisadi faktörler İlk
defa, kendilerini çepeçevre saran sosyal ve siyasi engellerden açıkça
ayirdedilmek-teydi. O kadar ki, Kral bile Mun’m eserlerinde İngiltere’nin
hükümdarı olmaktan çok bir gümrük vergileri mültezimi olarak görülüyordu. Asli
iktisadi İlişkileri arızî (şarta bağlı) olanlarından ayırmakla, Mun aynı
zamanda mübadele sisteminin otonom (özerk) olduğu fikrini de dile getirmiş
oluyordu.
Markantilist
yazarların başlattığı soyutlama yöntemini Fizyokratlar devam ettirdi. İngiltere’de
merkantilizm hemen klasik iktisat tarafından takip edilirken, Fransa’da
kendilerine ekonomistler diyen ve tarımın üretkenliğini, sanayi ve ticaretin
ise kısırlığını savunan bir grup düşünür ortaya çıktı. Bu görüş özellikle
Ouesnay’in Ekonomik Tablo’sunda en açık ifadesini bulmaktadır. Net ürünün
toplumun değişik sınıflan arasındaki dolaşımını gösteren Tablo, fizyokratİk
öğretinin en olağanüstü unsurudur. Bütün dolaşım sürecini basitleştirmiş bir
şema ile göstermek, bilimsel yöntemin iktisadi olgu ve ilişkilere güçlü bir
biçimde uygulanması demektir. Mirabo, Ekonomik Tab-to’yu İnsan aklının en
önemli keşiflerinden biri olarak yazı ve paranın icadı ile aynı değerde
telakki etti.
İngiltere’de Petty,
siyasi ekonomiler ve ekonomiyi (oeconomicks) siyasi aritmetik anlamında
kullandı (17. yüzyıl) “Poliçe” ancak bir sonraki yüzyılda
yayılabildi; 1755’te Hutche-son, Ahlâkî Felsefe sistemi adlı eserinde
“İktisat ve Siyasct”i “sivil siyasa” ile dönüşümlü kullanıyordu.
Adam Smith 1763’teki derslerini “a-dalct, polis, gelir ve silahlara”
ayırmıştı; polis kavramıyla “temizlik ve emniyet, ucuzluk ve bolluk,
ticaret ve adaletler” ele alınıyordu. Hutchcson, 1742’de yayımladığı Ahlak
Felsefesine giriş adlı kitabının üçüncü bölümüne ‘İktisat ve Siyasetin
İlkeleri’ başlığını koymuştu, ama bölümün iktisatla ilgili yerlerinde evlilik
ve boşanma, çocuklarla ana-babalarmın, hizmetçilerle efendilerinin İlişkilerini
ele alıyordu.
Stcuart’ın siyasal
İktisatm Temelleri Üzerine İnceleme (1757)’si Siyasal İktisat terimine
popülerlik kazandırdı. O kadar ki Snıith, Stu-art’ın terimini “devlet
adamlığı veya yasama biliminin bir şubesi” ve “milletlerin
zenginliğinin labiat ve kaynakları” ile uğraşan bir disiplin olarak
niteledi. Ondokuzuncu üyzyıtın başlarına doğru, yeni disipline hemen hemen her
yerde siyasal iktisat deniyordu.
İktisat düşüncesinin
köşetaşı hiç şüphesiz Adam Smith’in 1776’da yayımladığı “Milletlerin
Zenginliği” adlı kitaptır. Bir iyimserlik asrının kutsal kitabı olan
Smith’in eserinin temel bir tezi, İkıİsadî hayatın gizli fakat mutlak bir
yasayla yönetildiğidir. Bu yasaya göre, her ne kadar sadece kendi öz
çıkarlarına hizmet etseler de, İnsanlar aynı zamanda otomatik olarak kamu
yararına katkıda bulunurlar. Hatta, kamu yararını hiç kimse sadece kendi
çıkarlarını gözeten hür insanlardan daha iyi teşvik edemez. Smith’in
ifadesiyle “her insanın kendi şartlarını daha iyileştirmek için gösterdiği
tekdüze, sabit ve kesintisiz çaba, kamu (milli) ve aynı zamanda özel servetin
kendisinden kaynaklandığı ilkedir. “Ekonomik faaliyete müdahale
edilmemelidir, çünkü görünmeyen el sapmaları düzeltir ve ekonomiyi denge
noktasına ulaştırır.”
Smith’i böyle bir
mekanik otomatik denge anlayışına götüren Neıvton oldu. İngiliz bilim adamının
resmettiği kainat dev bir saatin düzen ve kesinliği ile işliyordu. Smİth,
Ncutoncu bilimi onsekizinci yüzyıl ticari faaliyetine uyarladı; örneğin, tam
(veya aşağı-yukan tam) rekabete dayanan bir İş dünyasında arz ile lalep
arasında hemen hemen tam bir denge gördü. Her ne kadar modern ekonomilerdeki en
güçlü unsurlar Adam Smith’in dünyasına çok az bcnziyorlarsa da, bugün İktisat
(bilimi) hala Smith’in varsayımlarından birçoğuna göre yoluna devam etmektedir
(tam rekabet dünyası gibi). Newton’un çağından bugüne tabiat bilimleri birkaç
devrimden geçtiler; iktisatta böyle bir şey olmadı. Neokfasİklerin ve
Kcy-nes’İn katkıları kendi içlerinde büyük yenilikler taşısa da, iktisat
düşüncesinin özünü değiştirmedi.
Başa dönersek,
iktisatın biçimselci tanımını (L.Robbİns’e dayanarak) şöyle yapmıştık: Kıt
kaynakların sınırsız ve rakip kullanımlara tahsis edilmesinin incelenmesi.
Kıtlık (nedret) ve seçim kavramlarına dayanan bu biçimselci tanım, ancak
piyasa toplumlarında İktisadi sürecin anlaşılmasını sağlayabilir. Sadece piyasa
toplumlarında, yani temel üretim araçlarının (toprak, emek, sermaye) birer meta
haline geldiği, kendi kurallarına göre işleyen bir piyasa mekanizmasına
bağımlı toplumlarda, ekonomik toplumun bütününden ayrışmıştır. Böyle bir
ayrışma sürecinin sözkonusu olmadığı (vc/veya olmayabileceği) toplumlarda bu biçimselci
tanım yerine asli (substantinist) tanımlar kullanılmak zorundadır.
Enderlik kavramının
arkasındaki varsayım şudur: İnsanların maddi istekleri sınırsızdır.
Milletlerarası sosyal bilimler Ansiklopedisine göre “dünya nüfusunun ezici
çoğunluğu, mevcut seviyeye bakmayarak, elde olandan her zaman biraz daha
fazla (çoğunlukla, çok daha fazla) gelir ve tüketim arzu eder. Bu genellemenin
İki istisnası vardır: Zahİdler (ki modern toplumlarda çok az görülen bir
cinstir bu) ve dünya nüfusunun sözün gelişi, restoran mönülerinin fiyat
sütununa hiçbir zaman bakmayacak kadar zengin olan küçük bir bölümü.”
Bir sosyal bilim
olarak (biçimsel) İktisat insanların ne istemeleri gerektiğini değil, ne İstediklerini
inceler. Birinci soru daha ziyade ahlakın, estetiğin veya dinin alanına girer.
Gene de, profesyonel iktisatçıların yazdıklarının çoğu, açık veya örtülü
olarak, iktisadi faaliyetin gayeleri hakkında varsayımlar yapmaktadır. Bu tür
yazılar dar anlamıyla iktisat bilimi değil, iktisadi felsefe alarak telakki
edilmelidir. Çoğunlukla birincisine pozitif iktisat, ikincisine normatif
iktisat denmektedir. Diğer şartlar eşit iken, süt fiyatındaki bir düşüş süt
tüketimini arttırır demek pozitif bir İfadedir ve böyle bir ifadenin
geçerliliği gözlemle sınanabilir. Sütün fiyatı düşürülmelidir demek normatif
bir ifadedir. Bu ikinci ifade gözlemle cerhedî-lemez; söyleyenin kişisel veya
toplumsal değerlerine göre süt tüketiminin rakip seçcneklerden “daha
iyi” veya daha önemli olduğunu ima eder. Eğer böylesi değerler geniş
olarak payla-şılırsa, sosyal siyaset için uygun bir zemin oluşturabilirler,
fakat değerlerin bizzat kendilerinin geçerliliği bilimsel doğrulama veya sınamanın
Ötesinde kalır.
İktisadi faaliyetin
amaçları çoğunlukla Tayda” başlığı altında toplanmaktadır. Fayda
(utİ-liıy) tüketim, üretim ve onlarca ilgili davranışlar aracılığı ile elde
edilen tüm tatminleri kucaklayan bir inşadır. İktisadi faaliyetlerin gayesinin,
kaynakların sınırlamalarına bağlı olarak faydayı azamiye çıkarmak olduğu ve
faydanın artan mal ve hizmet tüketimiyle arttırılmış olacağı genel olarak
varsayılmaktadır. İlke olarak fayda, güzel bir manzara, huzurlu çalışma
şanları, sevecen arkadaşlar veya siyasi İktidar gibi gayri maddi faktörlerle de
arttırılabilir. Ancak bu tür ihtiyaçlar, bir dizi sebeplen dolayı, İktisadi
analize açıkça katılmazlar -bazıları ölçüm konusu oladıklarından, bazıları da
iktisadi faaliyeı aracılığıyla ürelilenıediklerinden-ve ayrıntıları ile ortaya
konunca hemen hemen hepsi farklı insanlarca çok farklı olarak
değerlendirilirler. Dahası, bazıları, onları analiz için daha iyi metotlara
sahip olan diğer sosyal bilimlerin alanına girmekledir.
Bİr dikta rejiminde,
makismize edilecek fayda diktatörünün, köleci bir toplumda ise küle
sahiplerinin. Hür toplumlarda ise, her kişinin kendi öz faydasının peşinde
koştuğu ve genellikle bunun nasıl yapılacağının en iyi yargılanacağı olduğu
varsayılagelmişür.
Bilimin amacı ya hasbî
bir anlayışa (‘sercerİ’ tecessüsün tatmini) veya öngörü ve kontrol için temel
oluşturacak bir anlayışa ulaşmaktır. İktisatta her iki unsur mevcut ise de,
ikincisi özellikle belirgindir. Sözkonusu öngörüler, bireylerin
davranışlarından ziyade büyük sayıdaki grupların toplu davranışlarıyla
ilgilidir. Dolayısıyla, iktisadi bilgileri gözlenmiş düzenlilikler veya
“kanunlar” halinde özetlemek mümkün olabilmektedir. Mesela, belirli
bir piyasada süt fiyatının %2 azalması sonucunda süt tü-keiimi %1 artıyorsa,
burada “talep kanununun işlediği ifade edilebilir. Yani, diğer şeyler
eşit olmak şartıyla, bir malın talebi fiyalıyla
ters orantılı olarak
değişir.
Biçimsel iktisatın
özüne, yani kaynakların tahsisi meselesine geldiğimizde F.Knight’İn tasnifini
esas alırsak bir ekonominin başlıca dört fonksiyonu vardır:
a)
Hasılanın (output) bileşimini belirlemek;
b)
Üretimi örgütlemek
; c) Ürünü
(veya geliri) bölüştürmek
; d) Geleceği
teminat allına almak.
Kaynakların tahsisi
teorisi (mikroiktisat) ile para, gelir ve fiyat düzeyi teorisi (makroikti-saı)
iktisadın özünü oluşturur. Bu öz çevremizde bazı uzmanlık alanları
oluşturmuştur. Matematiksel İktisat teorisi, matematiksel araçları
iktisattaki teorik sorunlara uygular. Ekonometri geliştirilmiş istatistiksel
araçları iktisatla ampirik sorunlarına uygular. İktisadi Düşünce Hayatı,
geçmişin Önemli iktisatçılarının eserlerini, birbirleri üzerindeki etkilerini,
diğer disiplinlere ve dünya işlerine olan etkilerin inceler. İktisadi tarih,
iktisadi analizi geçmişteki sorunlara uygularken, İktisadi Kalkınma daha az
gelişmiş (sanayileşmiş) ülkelerin büyüme ve gelişme problemlerini irdeler. Bunlara
ilave olarak Endüstriyel İlişkiler (Türkiye’de Sosyal Siyaset olarak
adlandırılmıştır) çerçevesi içinde(i§çi-işvercn ilişkileri, sendikacılık ve
toplu pazarlık ve çalışma hayatının-tüm sorunları zikredilebilir. Uluslararası
İkti-saı ile Kamu Maliyesi de İktisadın önemli diğer dallarıdır.
Muştala ÖZEL