DEVLET
Kimilerine göre
devlet, hükümet ve iktidarın kendisi; kimilerine göre, her çeşit kuvvet ye
iktidarın dayanağı; kimilerine göre ise, her türlü iyilik ve erdemin
kaynağıdır. Devleti ifade etmek İçin kullanılan kelimeler, iarih İçerisinde
sürekti değişmiştir. Türkçe’de kullandığımız, “devlet” kelimesi
Arapça devi kökünden gelmekle olup, el değiştiren, elden ele geçen güç, kuvvet,
iktidar, servet, mat ve makam anlamlarına gelmektedir. Günümüzde ise, daha çok
siyasal İktidarı, kamu gücünü, kamu kurumlarım ve idarenin yetkilerini ifade
etmek için kullanılmaktadır.
XVI.yüzyıla gelene
kadar batı toplumlarında buuitnkü anlamda devlet kavramına rası-
Ummamakladır.
Ortaçağda siyasal egemenliğin kaynağı, toprak mülkiyetine dayandığından, o
dönemde devlei, arazi (ülke) anlamlarına gelen tenv ya da te/ra kelimeleri ile
ifade edilmeye çalışılmıştır. Fransızca etol ve İngilizce slate kelimelerinin
aslı Latince “status”dir. Bu kelime ilk olarak XV.yüzyıldü İtalya’da,
belli bir topluluğun temci siyasî örgütlenme yapısını açıklamak üzere
kullanılmış, oradan da diğer batı dillerine geçerek yerleşmiştir.
XVIII.yüzyıIdan
itibaren iyice ortaya çıkan ve günümüze kadar geçerliliğini sürdüren modern
devleı fikri, herhangi bir ahlakî, dinî yahut metafizik bağlantıya gerek
duymaksızın kendileri için kanun yapma gücüne ilişkin hak İddiasında bulunan
bireylerin hür birliği şeklinde beliriyordu.
Devlet, toplum
hayatının ve toplum şekillerinin en kapsamlısı ve siyasî nitelik kazanmış
olanıdır. Devletin, aile, sendika, parti, dernek ve benzen sosyal toptu
hıklardan [‘arkı şu üç noktada özetlenebilir:
1- Devlet,
topludaki tüm öteki sosyal kurumları içine alan, örgütlenme hacmi onlardan daha
geniş ve kapsayıcı olan bir sosyal kurumdur.
2- Devletin yapısı İçinde çok ileri derecede bir
iş bölümü gerçekleştirilmiştir. Yasama, yürütme ve yargı organlarının ve
onlara bağlı birimlerin görev ve yetkileri kesin olarak belirlenmiştir.
3- Devlet, egemenliğini ihlal edecek olanlara
karşı kullanılacak üstün bir zorlayıcı güce sahiptir. Devleı bu gücünü,
emrindeki polis, jandarma, ordu ve benzeri kuvvetlerle kullanır.
Devletin Unsurları
Devletin unsurları
“insan”, “ülke” ve “egemenlik” olarak üç noktada
toplanabilir.
1-insan
unsuru: Sosyal bir kurum olan devic-lin doğması ve gelişmesi, her şeyden önce
bir İnsan topluluğunun varlığına bağlıdır. Bir devletin kurulabilmesi için ne
kadar insan gerekliği konusunda kesin bir görüş Öne sürülemez. Nitekim,
günümüzde Çin ve Hindistan gibi nü-
fusu milyara ulaşan
devletler olduğu gibi, Mo-noko Prensliği, Kuveyt Emirliği gibi nüfusu binlerle
ifade edilen devletler de vardır. Ancak, nüfusu fazla olan devletlerin Dünya
siyasî dengesinde daha güçlü oldukları görülmektedir.
Devleti oluşturan
insanların, bağımsız bir siyasî topluluk hâlinde teşkilâtlanma istek ve kabiliyeti,
onların miktarından daha önemlidir. Bu istekve kabiliyet, bir topluluğun, diğer
topluluklar karşısında bağımsız olarak yaşayacak seviyeye ulaşmasına ve bu
konuda bilinçlenmesine bağlı bulunmakladır. Yeryüzünün herhangi bir
bölgesinde yaşayan bir insan topluluğu, bağımsız bir siyasî teşkilât kurarak,
öteki topluluklara karşı kendisini kabul ettirdiği andan itibaren, miktarına
bakılmaksızın bir devletin varlık sebebi olma niteliğini kazanmış olur.
Devletin İnsan
unsuruna, devlet kavramının tarih içindeki gelişimine bağlı olarak
“tebaa”, “ümmet”, “halk”, “millet” ve
benzeri adlar verilmiştir. Çeşitli dönemlerde benzer anlamlarda kutlanılan bu
deyimlerden her biri, günümüzde farklı anlamlara gelmektedir. Çağdaş devletin
insan unsuruna daha çok “millet” ya da “halk” adı
verilmektedir.
XIX.yüzyılda gelişen
milliyetçilik hareketlerinin etkisiyle, her milletin kendi kaderine sahip ve
hakim olması görüşü ağırlık kazanmıştır. Buna göre, ortak bir geçmişi, belli
ölçülerde din, dil, ırk ve kültür birliği olan ve bir arada yaşama irade ve
isteği gösteren her insan topluluğunu, kendi devletini kurma hakkının
tanınması, bir uluslararası politika ilkesi olarak benimsenmiş ve çağımızda
“millî devlet” anlayışı yerleşmiştir.
2-Fizikî
Unsur (Ülke): Devleti meydana getiren “ülke” unsuru belli büyüklükte
bir arazi parçasını ifade eder. İnsanlık tarihinde ilk dev-lelin, göçebe hayat
lerkcdilerck yerleşik hayata geçilmesi, belli bir toprak parçasının yurt tutulması
ile başladığı kabul edilmekledir. İlk çağlardan beri insanlar yer yüzünün belli
yerlerini kendilerine yurt tutarak, başkalarına karşı korumuşlar,
“vatan” adını verdikleri bu toprakları kutsal sayarak, uğruna
çekinmeden ölüme gitmişlerdir. Tarih boyunca ilerleyen ve gelişen medeniyetle
beraber ülkelerin önemi artmıştır. Günümüzde pek çok devlet üzerinde
kurulduğu toprakların adı ile çağrılmaktadır.
Ülke, devlet
egemenliğinin ve kudretinin üzerinde kullanıldığı toprak parçasıdır. Bu
topraklar, belli derinliklere kadar altında, üstünde ve sularında bulunan değerleri
ile devletin hüküm ve tasarrufu altındadır.
Bir devletin ülkesi
üzerindeki fiilî hakimiyeti hem iç hukuk, hem de uluslararası hukuk bakımından
tekel ifade eder. Bu nedenle devletin var olabilmesi için, diğer devletlerden
belli sınırlarla ayrılmış bir ülkenin varlığı gereklidir.
3- Siyasî
Unsur (Egemenlik): “Kamu gücü” diye de adlandırılan ve devletin
siyasî unsuru olan egemenlik başkalarına hakim olma, emir ve direktifler
vererek başkalarının davranışlarını yönlendirme anlamına gelir. Devletin egemenliği,
ülke sınırları içinde bulunan her türlü kişi, grup ve makam egemenliğini de
içine alan üstün bir kuvvet olup, onun kendi bünyesinden kaynaklanan aslî ve
meşru bir güçtür. Devlet bu gücünü bir başka otoriteden almaz, bir başkası
adına kullanmaz. Egemenlik yetkisinin mahiyeti ve sınırları hukukla
belirlenmiştir. Devlet kudretini kullanma makamında bulunanlar bu sınırlara
uymak zorundadır.
Devlet
egemenliğini/emrindeki polis, jandarma, ordu ve benzeri zorlayıcı vasıtalara
dayanarak kullanır. Sosyolojik bakımdan devleti, devlet olmayan
topluluklardan ayıran en önemli fark, devletin emrindeki ordu, jandarma, polis
ve benzeri silahlı güçlerdir, yani We-ber’in deyişiyle “meşru şiddet
tekeline” sahip olmasıdır.
Devletin egemenliği iç
egemenlik ve dış egemenlik diye ikiye ayrılabilir. İç egemenlik, devletin
kendi ülkesinin sınırları İçerisinde kullandığı, ortak kabul etmeyen en üstün
kuvvettir. Ülkede yaşayan insanlar, aile, cemaat, meslek teşekkülü ve benzeri
topluluklar, belediye, köy, kaza, vilayet ve benzeri İdari birimlerin çeşitli
organları da egemenlikler kullanırlar. Fakat devlet egemenliği, tüm bu
egemenlikleri kapsayıcı, hepsinin üstünde genel bir kuvvettir. İç egemenlik
bakımından en üstün ve rakipsiz olan devlet gücü, mutlak ve sınnsız değildir.
Çağımız hukuk devleti anlayışlarında devlet egemenliği, kişilerin temel hak ve
özgürlükleri ile sınırlıdır. Temel hak ve Özgürlüklerin korunması devletin
aslî görevleri arasında sayılmıştır. Dolayısı ile kişilerin temel hak ve
özgürlüklerinin başladığı yerde, devlet egemenliğinin sona erdiği kabul
edilmektedir.
Dış egemenlik ise,
uluslararası ilişkilerde bir devletin diğer devletler karşısında bağımsız,
kararlarında serbest ve eşit olması demektir. Ne var ki, uluslararası ilişkiler
bakımından bu ilke bir temenniden öteye geçmemektedir. Çünkü, gelişmiş zengin
ülkeler sahip oldukları ekonomik ve siyasî baskılarını geri kalmış-fakir
ülkeler üzerinde sürekli olarak hissettirmekte, onların da kendileri gibi
güçlenerek dünya dengesi İçindeki yerlerini almalarına engel olmaktadırlar.
Öte yandan, bir kısım güçsüz ülkeler zorunlu ya da gönüllü olarak içinde
bulundukları bloklar içerisinde ikinci sınıf devlet muamelesi görmektedirler.
Sovyet Rusya’nın liderliği altındaki Doğu Bloku ülkelerinin egemenlik
haklarından büyük tavizlerver-diklcri, Amerika Birleşik Devletleri’nin Nalo
Savunma İttifakı içinde bulunan ülkelerin kararlarına egemenliklerini
zedeleyecek ölçüde
Devletin
Kişiliği
Devlet aynı zamanda
kendine özgü bazı hakları olan ve borçlanabilenbir mal ve insan topluluğudur.
Kendisini oluşturan unsurlar üzerinde ve onların tümünü içine alan bîr
kişiliği vardır. Bir başka ifade İle, devlet, sadece belli büyüklükte bir
toprak parçası, sadece belli miktarda bir insan topluluğu ya da sadece bir
egemenlik ve siyasî teşkilatlanma olmayıp, bunların tümünü İçine alan üstün bir
kişiliktir.
Devlet, sürekliliği
kabul edilen bir kişiliktir. Organlarının yapmış olduğu işlemler, işlemi
yapanların istifa, îilüın, emeklilik ve benzeri nedenlerle görevden ayrılmaları
ile ortadan kalkmaz. Yapılan kanunlar, borç ve alacak ilişkileri yöneticilerin
ve siyasî rejimlerin değişmesiyle sona ermez. Organları değişse bile devletin
kişiliği değişmeyerek devamlı kalır. Osmanlı Devleti borçlarının Cumhuriyet hükümetlerince
ödenmesi ve gene Osmanlı dönemi kanunlarından bazılarının hâlen yürürlükte
bulunması Türk Devleti bakımından bu sürekliliğin en güzel örneğidir.
Devlet Şekilleri
Tarihteve günümüzde
mevcut olan devletleri çeşitli Ölçütler kullanarak sınıflandırmak mümkündür:
İktisadî kalkınmışlık düzeylerine göre “kalkınmış devletler, geri kalmış
devletler”, uyguladıkları iktisat politikalarına göre “Liberal
devletler, müdahaleci devletler”, kişilere tanınan hak ve özgürlüklerin
sınırlarına göre “demokratik devletler, otoriter devletler”,
uluslararası ilişkilerdeki etkinliklerine göre, “güçlü devletler – güçsüz
devletler” gibi. Ayrıca dış egemenlik bakımından devletler, “tek
devletler” ve “birleşik devletler” diye ikiye ayrılmaktadır.
a) Tek
Devletler: Tek devlet, devletin ülkesinin ve bu ülkede yaşayan tüm insanların
bir lek merkezî otoritenin egemenliği altında top-lanmasıdır. Ülkede bir tek
merkezî devlet otoritesi ve onun temsilcisi olan bir tek kamu gücü vardır.
Devletin tüm siyasî, ekonomik ve sosyal hayatı bu merkezî kuvvet tarafından düzenlenir.
Ülkenin bir tek anayasası ve bu anayasaya göre oluşturulan bir tek yasama
organı vardır. Ülkede yaşayan tüm insanlar ve ilişkiler bu yasama organının
yapmış olduğu kanunlara göre yürütülür.
Tek devletlerde,
devlet içinde hukuk ve siyasî yapı birliği vardır; devlet eyaletler ya da federe
devletler şeklinde bölümlere ayrılmamıştır. Türkiye, tekçi deviete en iyi
örnektir.
b) Birleşik Devletler: Tek devletin zıddı olan
birleşik devletlerde birden fazla devlet değişik koşullarda bir araya gelerek
yeni bir devlet ve siyasî teşkilatlanma meydana getirmişlerdir. Birleşik
devletler, “devlet toplulukları” ve “devlet birlikleri”
olmak üzere İki önemli grupta
toplanırlar.
Devlet birliklerinde, birden fazla
devlet,
esas kimliklerini ve
bağımsız devlet olma niteliklerini korumak şartıyla bir araya gelmişlerdir.
Devlet toplulukları
İse iki ya da daha fazla devletin bir araya gelmesiyle oluşan birleşik
devletler olup “konfederasyonlar” ve “federasyonlar” olmak
üzere iki değişik grubu oluştururlar. İki ya da daha fazla devletin iç işlerinde
bağımsız bir devlet niteliğini koruyarak, dış işlerini müşterek bir organ
tarafından yürüttükleri devlet topluluğuna konfederasyon denmekte olup
konfederasyona dahil ülkelerin temsilcilerinden oluşan ve dış İşlerinin görüşüldüğü
“diyet” adında bir organa sahiptir.
Devlet topluluklarının
İkinci şekli federasyondur. “Federal devlet” diye de adlandırılan
federasyonlar, dış egemenliği bulunmayan eyalet, kanton ve benzeri devletlerin
bir tek devlet hâlinde birleşerek, bir tek iradeye ve bir tek egemenliğe bağlı
devlet şeklidir. Federasyon içinde yer alan tüm gerçek ve tüzel kişi-1er, bir
yandan bağlı bulnudukları federe devletin, öte yandan da özellikle federal
devletin egemenliği altında faaliyet gösterirler. Federe devletlerden her
birinin kendi iç ilişkilerini düzenleyen anayasaları ve bu anayasaların uygulanışını
gösteren kanunları çıkaracak yasama organları vardır.
Egemenliğin kaynağına
göre devletler, “Mo-narşilervecumhuriyetler”, hakimiyetin sınırları
bakımından ise “bağımlı ve bağımsız devletler” olmak üzere de ikiye
ayrılırlar.
Aristo’ya göre,
egemenlik yetkisinin kaynağı ve kullanılması bakımından devletler, “normal
devletler” ve “normal olmayan devletler” diye İkiye ayırlır. İyi
idare usulleri adı verilen “monarşi”, “aristokrasi” ve
“politeİa (Cumhuriyet )” normal devlet şekilleri; kötü idare usulleri
adı verilen “istibdat”, “oligarşi” ve “demokrasi”
İse, normal olmayan devlet şekilleri arasında yer alır. Normal devlet
şekillerinden monarşide, egemenliğin kaynağı tek bir kişidir; fakat bu kişi
egemenlik yetkisini halkın yararına kullanır. Aristokrasi’de egemenliğin
kaynağı belli bir sosyal sınıf ya da gruptur; fakat bu sınıf ve gruplar
egemenlik yetkisini kendi çıkarlarına değil, toplumun çıkarlarına uygun
kullanırlar. Cumhuriyct’te ise, egemenliğin kaynağı vatandaşlardır. Toplum bu
yetkisini, yine kendi İçinden seçmiş olduğu organları aracılığı ile kendi
yararına kullanır. Normal olmayan devlei şekilleri, normal devlet şekillerinin
bozulmuş halidir. Monarşilerde egemenliğin kaynağı olan kişinin, yetkisini
kendi çıkarlarına kullanması halinde devlet istibdad’a; aris-tokrasi’de,
egemenliğin kaynağı olan grubun, yetkisini kendi çıkarlarına kullanması halinde
devlet oligarşj’ye dönüşür.
Aristo’nun sadece
egemenliğin kaynağını değil, kullanılmasını da Ölçü alarak yapmış olduğu bu
ayırım Montcsquicu’ya kadar geçerli olmuştur. Montesquieu, sadece egemenliğin
kaynağını esas alarak yapmış olduğu ayırımda, devlet şekillerini
“monarşi”, “istibdat” ve “cumhuriyet” olmak üzere
üçe ayırmıştır. Mon-tesquİeu’ya göre “monarşi”, egemenliği elinde
bulunduran bir kişinin ülkeyi çıkarmış olduğu kanunlara uygun olarak yönetmesi;
“istibdad”, egemenliği elinde bulunduran bir kişinin, ülkeyi
kanunsuz ve keyfinin istediği gibi yönetmesi; “Cumhuriyet” ise,
seçimle gelen devlet başkanının ülkeyi kanunlara uygun olarak yönelmesidir.
Montcsquicu’nun yapmış olduğu bu ayırımda Cumhuriyetle öteki devlet şekilleri
arasındaki fark, Cumhuriyeı’tc seçim esasının benimsenmiş olmasıdır.
Monarşİk devlette
hakimiyetin kaynağı ve sahibi bir kişi olup bu kişi farklı yer ve zamanlara
göre, kral, şah, hükümdar, imparator ve benzeri adlar almıştır. Egemenliğin
kaynağının kişiler olduğu tüm siyasî rejimler aynı nitelikte değildir.
Egemenliğin niteliği, kazanılması ve sınırları bakımından monarşiler
“mo-nark’ı tanrının yeryüzündeki temsilcisi sayanlar”,
“monark’ı devletin sahibi sayanlar” ve “monark’ı devletin organı
sayanlar” diye farklı şekilde ortaya çıkmıştır.
Monark’ı
tanrınmyeryüzündeki tenisi Ici.si sayan monarşiler, teokrasi olarak da
adlandırılmakta olup bu uygulama Ortaçağ boyunca tüm devletlerde görülüyor.
Günümüzde bazı yönleriyle, sembolik anlamda buna benzer bir anlayış
ingiltere’de halen devam etmektedir. Bu tür monarşilerde hükümdarın kişiliği
kut-
sal ve dokunulmazdır.
Tanrıdan başka hiç kimse onu hesaba çekemez, dolayısı İle vicdanın elverdiği
her işi yapmakta serbesttir. Monark’ı devletin sahibi kabul eden monarşilerde
ise hükümdar, devletin ve ülkenin tamamının sahibidir. Mülk devlet anlayışı
denilen bu tür uygulamalarda, hükümdar tüm ülke topraklan ile beraber o
topraklar üzerinde yaşayan İnsanların da malikidir. Onları dilediği gibi
kullanabilir. Hak ve özgürlüklerin sınırlarını dilediği gibi genişletip
daraltabilir. Bu tür monarşiler egemenliğin toprak sahipliğine dayandığı
Ortaçağ feodal sistemlerinde görülmüştür.
Monark’ı devletin
organı sayan monarşilerde de hükümdar ne tanrının gölgesi, ne de ülkenin
sahibidir. O sadece devletin bir organıdır. Batıda Fransız ihtilâlinden sonra
gelişen temsilî hükümet anlayışı ve kuvvetler ayrılığı ilkesinin etkisiyle
kralların, ne insanüstü kutsal kişiler, ne de devletin sahibi oldukları, sadece
egemenliği devlet adına kullanan bir organ oldııkalrı kabul edilmeye
başlamıştır. Hükümdarı devletin organı sayan monarşilere, “meşrutî
monarşi” adı verilmektedir. Egemenliğin kazanılması bakımından monarşiler
irsî (soydan) monarşiler ve seçimlik monarşiler şeklinde sınıflandırılmaktadır.
Monark’ın sahip olduğu
egemenlik yetkisinin sınırları bakımından monarşiler “mutlak
monarşi” ve “meşrutî monarşi” olmak üzere ikiye ayrılmaktadır.
Mutlak monarşilerde hükümdar, devlet egemenliğinin tek sahibi ve kaynağıdır;
tüm devlet yetkilerini kişiliğinde toplamıştır, onun üstünde ve onun egemenliğini
sınırlayan bir başka makam ya da müeyyide bulunmamaktadır.
Meşrutî monarşilerde
ise hükümdar, yetkilerinden bir kısmını öteki devlet organlarına devrederek,
tek yetkili organ olma özelliğini yitirmiştir. Meşrutî monarşilerde devletin,
hükümdar yanında en az onun kadar önemli olan başbakan, bakanlar kurulu,
parlamento ve benzeri organları vardır. Bu organların her biri (hükümdar dahil)
yetkilerini anayasa ve kanunlardan alır. Hükümdar ve öteki devlet organları,
kendilerine anayasa ve kanunlarla
verilmeyen hiç bir
alanda hiç bir yetkiyi kullanamazlar. Günümüzde İngiltere, İsveç, Norveç,
Belçika, Hollanda, Danimarka ve İspanya meşrutî monarşi ile yönetilen
devletler arasında yer almaktadır. Bu itibarla bir ülkede demokratik bir
yönetimi gerçekleştirebilmek İçin devletin şeklinin cumhuriyet olması zorunlu
değildir. Aksine, şeklen cumhuriyet olan pek çok devletin, yukarıda adlarını
andığımız monarşiler kadar demokratik bir yönetim gerçekleştiremedikleri de
görülmektedir.
Diğer taraftan cumhurî
devlette, egemenliğin sahibi milletin tamamı olabileceği gibi, belli bir
sınıf ya da statüdeki insanlar da olabilir. Buna göre cumhuriyetler
“aristokrasi” ve “halk cumhuriyeti” ol- .ak üzere ikiye
ayrılır. Egemenliğin belli bir sınıf ya da statüdeki insanlara ait olduğu
cumhuriyff’e “aristokrasi” ya da “seçkinler cumhuriyeti”
adı verilmektedir. Ortaçağda kurulan Venedik Cumhuriyeti ve Roma
Cumhuriyetleri seçkinler cumhuriyetine örnek gösterilebilir. Egemenliğin
milletin, tamamına ait old&ğu cumhuriyete ise “halk cumhuriyeti”
ya da “demokratik cumhuriyet” adı verilmektedir. Çağımız
cumuhriyetlerinin çoğu demokratik niteliklidir.
Krallık, hükümdarlık,
imparatorluk ve benzeri monarşilerle cumhuriyet yönetimi arasındaki en önemli
farkın, devlet başkanı ve öteki siyasî görevlilerin İş başına gelmesi ve görevde
kalma sürelerinde görüldüğü söylenebilir. Gerçekten de monarşilerde, devlet
başkanı ve öteki siyasi görevliler veliaht tayini ya da atama yoluyla iş
başına gelerek bu görevde genellikle ölene kadar kaldıkları halde, cumhuriyetlerde,
devlet başkanı ve öteki üst düzey siyasî görevlilerin tümü seçimle İş başına
gelmekle ve dört-beş ya da yedi yıl gibi bir dönem görevde kalmaktadırlar. Bu
nedenle cumhuriyetlerde, prens, dük, lord ve benzeri siyasî makamlara bağlı
kişisel asalet unvanları bulunmamakladır.
Cumhuriyetlerin
monarşilere üstünlüğü, demokratik bir siyasî hayatı gerçekleştirmeye daha
elverişli olmalarındandır. Cumhuriyet rejimlerine geçilen toplumların
demokratikleşme süreci hızlanmaktadır.
Anayasaya göre
Türkiye Devleti
“demokratik bir cumhuriyettir”. Ncvar ki, cumhuriyet rejimini yeni
benimsemiş pek çok devlet gibi Türkiye’nin de bu alanda aşması gereken önemli
engeller bulunmaktadır.
Şükrü KARATEPE-Fevzi
DEMİR Bk. Cumhuriyet; Devletçilik; Egemenlik; Fede-rasyoıı; Hükümet.