Felsefeciler

Descartes Hayatı Fikirleri

Sonsöz
Descartes felsefeyi hayata döndürdü. Dünya ve onun içindeki durumumuz hakkındaki devrim yaratan yeni düşünce yöntemi yavaş yavaş Avrupa düşünce sisteminin yapısını değiştirdi. Hiçbir şey bir daha eskisi gibi olmayacaktı. Avrupalı aklı boğazını sıkarcasına yakalamış olan, can çekişmekteki Aristoculuk’a karşı yaygın bir karşı çıkış başlattı. Bu andan itibaren, ölümcül etkisi yıllarca üniversiteler ve seminerlerde sürdüyse de, Aristoculuk günün ileri gelen filozofları tarafından artık ciddiye alınmıyordu.
Bu arta kalanlar tamamen felsefenin zararına değildi. Leibniz, Locke, Berkeley, ve Hume dahil, bütün sonraki nesil filozoflar Aristocu bir eğitime dayanmak zorunda kaldılar. Bu sersemleştirici deneyim hepsi için ilham kaynağı oldu. Felsefe böyle devam edemezdi – ve bunun yerine kendileri düşünmeye karar verdiler. Ve böylece hepsi alternatif bir düşünme yöntemi aramaya başladılar: Hepsi böylece Descartes’ı keşfetti. Gerçek filozoflar oldukları için, bir süre sonra hepsi bu yeni felsefeye itiraz edecekleri noktaları buldular. (Bu adı hakkeden hiçbir büyük filozof sorgulamadan seleflerinin fikirlerini kabul etmez. Onun için tartışmasız bir tek düşünme yolu vardır – kendisininki.)
Sonuç olarak, bu yeni filozofların her biri kendisinin dünya ve onun sorunları hakkındaki tartışılamaz açıklamasını kurmaya başladı. Yine de bütün bu düşünürler, fikirlerine karşı çıksalar da, geliştirseler de, ona borçludurlar.
Descartes’la, bireyin önceliği ve insan bilincinin analizi felsefenin temeli oldular.
Vurgu da dogmanın değil mantığın üzerindeydi. Artık sorunlara mantıklı bir bakış açısından yaklaşılabilirdi. Becerikli bir bronzçağ kabilesinin deneyimleri, veya neredeyse iki bin yıl önce ölmüş bir Balkan bilgesinin fikirleriyle uyuşmayan çözümlerin artık elden bırakılması gerekmiyordu.
Her devrim yaratan kişilikte olduğu gibi, Descartes’ın da takipçileri ortaya çıktı. Fikirlerini geliştirip, kartezyencilik olarak bilinen felsefeyi ortaya çıkardılar. Ve artık Descartes’ın felsefesinin eksiklikleriydi ortaya çıkarılan.
Descartes, rasyonel yaklaşımda ısrar etti: Felsefenin sorunları, onları sadece mantık kullanarak analiz ederek çözülebilirdi. Onun ünlü her .sevi kapsayan şüphe süreci tek tanık olarak bunu bırakıyordu. Duyuların tanıklığından şüphe etmesi, onu deneyimleri kesin bir kanıt kaynağı olarak kabul etmemeye götürdü. (Burada, bir seferliğine, Aristotales haklı kaldı: Bilim sadece deneyime dayandırılabilirdi.) Descartes’a göre evren tamamen mekanistikti. Dünyanın fiziksel ve biyolojik yönlerinin hepsi bir makine gibi çalışıyordu ve iç mekanikleri buradan yola çıkarak – en azından teorik olarak – hesaplanabilirdi. Bu yaklaşıma olan inanç bugün de sürmektedir. Sadece nükleer altı parçacıkların değerlendirilmesi genelde bir hesaplama işi olmakla kalmaz, ayrıca cevapların hesaplamaya duyarlı olması gerektiğine inanırız.
Descartes’ın, deneyimi kesin bir bilgi kaynağı olarak inkârının kısa bir süre sonra bir yanılgı olduğu ortaya çıkacaktı. Avrupa artık, Newton’ın evrensel çekim görüşüyle doruğa erişecek bir bilimsel buluşlar çağma giriyordu. Bu dönemin, Harvey’in kan dolaşımını keşfinden, Halley’in kuyruklu yıldızını keşfine kadar uzanan ilerlemeleri neredeyse tamamen gözleme dayalıydı.
Aynı dönemde felsefe de Descartes’ı reddetmeye başladı. İngiliz düşünürler, Locke, Berkeley ve Hume, deneyimin bilgimizin temel kaynağı olduğu inancı olan, empirisizme döndüler.
Yine de kartezyencilik tamamen ortadan kalkmamıştı. Kartezyenler arasında oldukça renkli şahsiyetler ve bilimsel devrimin bazı öncü kişileri de vardı. Paris’li Régis, çok popüler hale geldiği için toplumsal düzensizlik yaratacağı gerekçesiyle XIV. Louis tarafından yasaklanan, konferanslarında yeni kartezyen fizik ile ilgili heyecan yaratan gösteriler yaptı. Descartes’ın en bilinen takipçisi bir Fransız papaz, Malebranche’di. Descartes’ın mekanistik fikirlerinden o kadar emindi ki, köpeklerin kesinlikle tahmin edilebilecek tepkiler veren (tekme, havlama) makinalardan başka bir şey olmadıklarını göstermek için köpekleri tekmelemeye inanıyordu.
Malebranche, Descartes’ın akıl ve beden arasındaki bağlantıyı açıklayamadığını kabul
ediyordu, ama bu boşluğu doldurmak için okazyonalizm teorisini (Vesilecilik: Özellikle ruh ve bedenin ilişkileri hakkında ileri sürülen ve ruh ile beden arasında bir etkileşme
olamayacağını savunan felsefi akım. Ç.n.) öne sürdü. Malebranche’a göre, akıl ve beden birbiriyle asla etkileşime geçmeyen ve birbirlerini etkileme gücünden yoksun, tamamen farklı iki dünyayı kaplarlar. Ama akıl ayağın hareket etmesini istediğinde ve o da sonra köpeğe tekme attığında ne olur? Aklın kendi ayrı zihinsel dünyasında bir ey istediği her seferinde, diye açıklıyordu Malebranche, Tanrı maddi dünyanın paralel bir ayarlamadan geçmesini sağlıyordu. Sebep ve etki diye bir şey yoktu, sadece iki ayrı paralel dünya vardı. Okazyonalizm’e göre bu iki dünya her durumda Tanrı’nın aracılığıyla uyum içinde davranır.
Yeni bilimin yaratıcılığının eski teolojinin yaratıcılığına ulaşana dek daha gidecek çok yolu
vardı.

Descartes’ın son dikkate değer takipçisi on sekizinci yüzyıl filozofu La Mettrie’dir. Mantıklı
davranarak, zihinsel dünyayı ortadan kaldırıp, ne paralel dünyalara ne de Tanrıya yer bırakmayan ve tamamen mekanistik bir materyalizm üstünde ısrar etme adımını attı. La Mettrie, sonunda, huzurunda ateizm hakkında sessiz kalmanın öngörülü bir tutum olacağını
bildiği, Büyük Frederick’e saray filozofu oldu. Ama yıkımını getiren, sonuna kadar giden materyalizminin gereğinden Cazla istekli bir gösterimi oldu. Diğer kraliyet entelektüellerine sindirim sisteminin mekaniğini kanıtlatmaya çalışırken, haddinden fazla sülün ciğeri ezmesi yendikten sonra öldü.
Descartes’ın bireyin önceliği ve insan bilincinin analizi konusundaki ısrarı, onun en uzun
süren mirası oldu. Hem Rasyonalizm, hem de Empirisizm bu tür bir vurgu konusunda hemfikirdiler. Ve şu ya da bu formda, bu yaklaşım göreceli olarak yakın zamana dek felsefeyi
yönetmeyi sürdürdü. Mantıki analizin ortaya çıkışıyla, bireyin önceliği ve insan bilincinin analizi yerini sözlüğün önceliği ve onun içindekilerin analizine bıraktı. Bir kez daha,
felsefenin kendisini hayata döndürmesi için bir Descartes’a ihtiyacı var.
DESCARTES’IN YAZILARINDAN Çocukluğumdan beri ne kadar yanlış fikri doğru diye kabul ettiğimi, ve onların üstüne kurduğum tüm düşünce yapısının ne kadar şüpheli olduğunu fark ede-li bir süre oldu. Bu
yüzden anladım ki, eğer bilimde sağlam ve sürmesi olası herhangi bir şey kurmak istiyorsam,
bir seferde edindiğim bütün fikirlerden tamamen kurtulmalı, ve tamamen yeni bir temelden başlamalıydım.
-Meditasyonlar, I Kanunların çokluğu genellikle adaleti engeller, öyle ki bir devlet sadece birkaç iyi uygulanan kanunu olduğunda en iyi şekilde yönetilir; benzer şekilde, mantığı ortaya çıkaran çok sayıdaki kanunun yerine, kesin ve tereddüt duymadan her zaman açıkça onlara uyma kararı almam
şartıyla, aşağıdaki dört kanunun bana tamamen yeterli olacağı kanısındaydım.
İlki, kesin olarak öyle olduğunu bilmiyorsam hiçbir şeyi doğru olarak kabul etmemekti; yani,
aceleci sonuçlardan ve önyargıdan dikkatle sakınmak, ve şüphe duymama neden olmaması için, kararıma, aklıma temiz ve açık seçik sunulanlardan başkasını katmamak.
İkincisi, incelediğim sorunları mümkün olduğu, ve tam bir çözüme ulaşmak için
gerekebileceği kadar çok parçaya ayırmak.
Üçüncüsü, küçük küçük, ve adım adım daha karmaşık bilgiye yükselebilmem için, en basit ve en kolay bilinebilen nesnelerle başlayarak; ve bir düzeni yokmuş gibi görünen nesnelere bile bir düzen vererek, düşüncelerimi sistemli bir şekilde yürütmek.
Ve son olarak, her seferinde listeleri o kadar tam, ve gözden geçirmeleri o kadar kapsamlı yapmalıyım ki, hiçbir şeyi dışarıda bırakmadığımdan emin olabileyim.
-Yöntem Üstüne Konuşma, Bölüm I
Geometricilerin en zor sonuçlara varmak için kullandığı, uzun, basit ve kolay mantık yürütme zincirleri, insanlık tarafından bilinebilen her şeyin bir şekilde bağlantılı olduğunu varsaymam nedensellik oluşturdu. Ve, yanlışı doğru kabul etmekten sakındığımız, ve bir gerçeğin diğerinden çıkartılması için gerekli düzeni düşüncelerimizde koruduğumuz sürece, bizden ulaşamayacağımız kadar uzağa götürülmüş, ya da bulamayacağımız kadar saklanmış hiçbir şey olmadığını varsaymam içinde bu böyle oldu. Yine ayrıca, işe hangi nesnelerle başlamam gerektiğine karar vermekte pek zorluk çekmedim, çünkü zaten bunların en basit ve bilinmesi en kolay olanlar olduğuna ikna olmuştum.
-Yöntem Üstüne Konuşma, Bölüm II
Kendimi tamamen gerçeği aramaya adamayı istediğime göre,… bana tamamen şüphe edilemez bir şey kalıp kalmadığını görmek için, şüphe için en az alan bulabileceğim şeyleri, sanki tamamen yanlışlarmış gibi reddetmeye karar verdim. Böylece, duyularımız bizi bazen aldattığı için, hiçbir şeyin bizi olduğuna inandırdıkları gibi olmadığını varsaymaya karar verdim. Ve, bazılarımız fikir yürütürken hata yaptığı, en basit geometri konularında mantıki hatalara düştüğü için, daha önce kanıt olarak aldığım bütün mantık yürütmeleri hatalı sayarak reddettim. Ve son olarak, uyanıkken algıladığımız, tam olarak, aynı şeylerin, bize uykudayken ve hiçbir şey algılamazken de olabildiğini göz önüne aldığımda, aklıma giren her şeyin rüyadan başka bir şey olmadığını varsaymaya karar verdim. Ama aniden bu şekilde düşünür ve her şeyi yanlış diye değerlendirirken, her şeye rağmen, bu düşünme işlemini yapan ben’in bir şey olması gerekliydi. Ve bu gerçeği dikkate alınca, “düşünüyorum, öyleyse varım,” o kadar kesin ve doğruydu ki, ne kadar aşırı septik olursa olsun, bunu sarsabilecek hiçbir şüphe alanı yoktu, böylece tereddütsüz yaratmaya çalıştığım felsefenin ilk prensibi olarak kabul etmeye karar verdim.
-Yöntem Üstüne Konuşma, Bölüm IV
Akıl ve beden arasında büyük bir farklılık vardır, akıl tamamen bölünemez iken, beden doğası gereği bölünebilirdir. Çünkü aklı ya da kendimi sadece düşünen bir şey olarak göz önüne aldığımda, kendi içimde parçalar sınıflandıramıyorum, ve açıkça tek ve bütün bir şey olduğumun farkına varıyorum. Aklım vücudum tarafından birleştiriliyormuş gibi görünse de, bir ayak, veya bir kol zarar gördüğünde aklımdan ayrılan bir şey olduğunun bilincine varmıyorum. Bunun yanında isteme, algılama, kavrama, ve diğer benzer yetenekler, herhangi bir şekilde aklın parçaları olarak adlandırılamazlar, çünkü her seferinde, isteme, algılama, kavrama, ve benzerlerini yapan aynı akıldır. Bunun yanında, bütün bedensel ve uzantılı şeyler için de tersi geçerlidir. Çünkü, düşüncelerimde kolayca parçalarına ayıra-madığım hiçbir tane bile hayal edemiyorum, ve böylece bölünebilir olduğunu anlıyorum.
-Meditasyonlar, 6
Sağduyu insanlık arasında eşitçe dağıtılmıştır; çünkü hepsi kendisine o kadar iyi bahsedildiğini düşünürler ki, diğer bütün konularda paylarından şikâyet edenler bile çok nadiren sağduyu konusunda daha fazlasına dair bir isteği vurgularlar. Ve bu noktada, herke-
sin hatalı olması ihtimali yoktur. Bu, daha çok, doğru muhakeme gücü, ve -sağduyu veya mantık dediğimiz- doğruyu yanlıştan ayırma yeteneğinin doğal olarak bütün insanlığa eşit
dağıtıldığını gösterir. Dolayısıyla, fikirlerimizin çeşitliliği bazılarımıza daha fazla mantık bahsedilmiş olmasından değil, sadece düşüncelerimizi değişik taraflara yönlendirmemiz ve
aynı şeylere ilgi göstermiyor olmamızdan gelir. Çünkü iyi bir akla sahip olmak yeterli değildir; esas olan onu nasıl doğru dürüst uygulayacağımızı öğrenmektir. En iyi akıllar en büyük hatalara olduğu kadar en iyi erdemlere de muktedirdirler; ve genellikle en yavaş yol alanlar,
doğru yolu izledikleri sürece, acele edip ondan ayrılanlardan daha iyi ilerlerler. -Yöntem Üstüne Konuşma, Bölüm I
Açık ve belirgin algılamanın doğası: Hayatları boyunca, doğru dürüst muhakeme edebilmeleri için, hiçbir şeyi doğru biçimde algılayamayan insanlar vardır. Kesin ve dönüştürülemez bir kararın üstüne kurulabilecek bilgi, sadece temiz değil aynı zamanda
belirgin olmalıdır. Varolan ve benim açık dediğim dikkatli bir akla görünür olan -bakan gözümüze görünür oldukları zaman onları açıkça gördüğümüzü söylediğimiz ve haklarında
güçlü bir kanıya sahip olduğumuz gibi. Ama belirgin olan şey o kadar kesin ve diğer nesnelerden o kadar farklıdır ki, içinde açık olan dışında bir şey barındırmaz.
-Felsefenin İlkeleri, İlke XLV
Descartes ve Çağdaşları
1629 Fransa’da dini savaşların ardından barış.
1639 Racine’in doğumu.
1642 Galileo’nun ölümü; Newton’ın doğumu.
1646 Leibniz’in doğumu.
1648 Avrupa’nın büyük bölümünü (özellikle Almanya’yı) yıkıntı içinde bırakan Otuz
Yıl
Savaşları’nın sonu.
1649 İngiltere’de devrim I. Charles’ı tahttan indirir.
Descartes Tarihçesi
1633 Dünyayı yazar, ama kilisenin Galileo’yu mahkûm etmesinin ardından yayınlanmasını
önler.
1635 Descartes’ın kızı Francine’in doğumu.
1637 Yöntem Üstüne Konuşmayı yayınlar.
1640 Kızının ölümü derin bir acıya sebep olur.
1641 Ünlü “Cogito, ergo sum” (Düşünüyorum, öyleyse varım) sözünü de içeren İlk Felsefe üstüne Meditasyonlar’ı yayınlar.
1648 Paris’te dostu Peder Mersenne’in ölümü.
1649 İsveç’e, Kraliçe Christina’nın sarayına gider.
1650 Stockholm’de 11 Şubatta ölür.

Önceki sayfa 1 2

İlgili Makaleler