Kimdir

Cevdet Paşa Anlatıyor

Cevdet Paşa Anlatıyor: Cevdet Paşa, Osmanlı’nın son asrındaki en büyük âlimleri­mizden biridir. Mecelle’nin yazarıdır. Önemli eserlerinden biri olan “Maruzat”ta Paşa’nın anlattığı bir olay, zihniyet tarihimiz bakımından son derecede ilginçtir. Rumi 1273, Miladi 1857 yılında, İstanbul tersanesinde “Fethiyye” adlı bir “kalyon-ı hümayun” inşa edilmiştir. Bütün devlet ricali toplanmış, denize indirme töreni için Sultan Abdülmecid’in gelmesini bekliyorlar. Tam bu sırada-kalyon “kendü kendüye hareketle” kızaktan kayıp denize iner. İnerken de birkaç işçiye çarpar, ölümlerine sebep olur. Bundan sonrasını Cevdet Paşadan nakledelim:

“İstanbul kadısı olan Tekfurdağı Müftisizade Efendi, geminin kendiliğinden hareketine bir mana veremeyüp ve zihninde kalyonu melekler indirmiş olmasına karar verip bunu yanındaki zevata söyledi. Züefadan biri de:

–  Evet bu kalyonu melekler indirmiş olmak muhtemeldir. Lâkin işin içine şeytan da karışmış olmalı ki birkaç kişinin helakine bâdi (sebep) oldu, der.”

Cevdet Paşa, eskiden Osmanlılarda kalyonların üst kısımla­rının denizde yapıldığını, Fethiyye’nin üst kısımlarının ise daha kızaktayken tamamlandığını, halatların bu ağırlığı çekemediği için koptuğunu, geminin bu yüzden “kendü kendüye hareket” ettiğini, Hoca Efendi’nin ise “bundan bihaber olduğunu” belir­terek şunları yazar:

“İşte tarik-i ilmiyye kibarının (büyüklerinin) ekserisi o zaman böyle gülünç olacak söz söyleyüp çok yerlerden duçar-ı istihza olurlardı.”

Mesele şudur: Çevremizdeki olaylara Tekfurdağı Müftisizade gibi bakarsak, suya atılan taşın neden batıp tahtanın ne­den yüzdüğünü, ısınan cisimlerin neden genleştiğini düşüne­rek, tabiat kanunu fikrine ve fizik bilimine ulaşabilir miyiz?!

Ulaşamamıştık zaten!

Problemi, İslamcılığın büyük isimlerinden Sait Halim Paşa “Buhranlarımız” adlı önemli eserinde çok güzel ortaya koymuş­tur:

“Bizim dimağımız henüz eşyadan fikirlere intikal edemiyor, fikir­lerden eşyaya geçmeyi tercih ediyoruz. Çünkü bu sayede düşünce­lerimiz sonsuz hayaller içinde, her şeyi kendi emellerine göre tertip edebileceği hayali bir çevre bulabiliyor.”

Tekfurdağı Müftisizade’nin yaptığı da “dimağını eşyaya intikal ettirmek” değil miydi?

Mussolini’nin, ortodoks Marksistlerin, ateşli devrimcilerin yaptığı da kafalarındaki soyut şablonu “her şey” zannetmek, hattâ bütün dünya, bütün evren zannetmek değil miydi?!

Tabii bir fark var: Tekfurdağı Müftisizade kendi tahayyül aleminde yaşayan, kendi halinde bir insandı: ötekiler ise dev­rimciydiler, dünyaya nizam vermeye ahdetmişlerdi.

Kaynak: Taha AKYOL, BİLİM VE YANILGI, AD Yayıncılık 2. Baskı, Haziran 1997

İlgili Makaleler