Kimdir

Cahit Zarifoğlu kimdir? Hayatı ve eserleri

Cahit Zarifoğlu kimdir? Hayatı ve eserleri: Bugünlerde ‘Yedi Güzel Adam’ isimli TV dizisiyle ismini genç kuşaklara aktardığımız pek çok güzel insandan birisidir. Diğer güzel adamlar kimdir diye sorarsanız sırasıyla; Sezai Karakoç, Nuri Pakdil, Akif İnan, Erdem Bayazıt, Alaaddin Özdenören ve Rasim Özdenören‘dir. Cahit Zarifoğlu ile ilgili ansiklopedik bilgilere bakalım biraz;

Gazeteci, şâir ve yazar. Aslen Kahramanmaraşlı olan Cahit Zarifoğlu, 1940 senesinde Ankara’da doğdu. Çocukluğu Ankara, Siverek ve Kahramanmaraş’ta geçti. Çocukluğundan îtibâren şiir ve edebiyâta karşı ilgi duyan Cahit Zarifoğlu, şiir ve yazı yazmaya Kahramanmaraş’ta lise öğrencisiyken başladı. Okul dergilerinde ve Kahramanmaraş mahallî basınında şiir ve yazıları yayınlandı. Kahramanmaraş’ta Açı adında bir sanat dergisi çıkardı. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Alman Dili ve Edebiyâtı Bölümünde okurken Türk Dili, Papirüs ve Yeni Dergi’de şiir ve yazıları neşredildi. Yeni İstiklâl Gazetesi sanat sayfasında, Diriliş, Edebiyât ve Mâverâ gibi dergilerde yayınlanan şiir ve yazılarıyla edebî kişiliğini ortaya koydu. Bâzı gazetelerde takma adla yazdığı köşe yazıları ise onun fikrî şahsiyetinin gelişme safhaları oldu.

Cahit Zarifoğlu 1972 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyât Fakültesi Alman Dili ve Edebiyâtı Bölümünü bitirdikten sonra Avrupa’ya gitti. Dil kurslarına katıldı. Çeşitli Avrupa ülkelerini dolaştıktan sonra Türkiye’ye döndü. Dönüşünde bir özel lisede öğretmenlik, bâzı kuruluşlarda ve TRT’de tercümanlık, teknik sekreterlik ve denetçilik yaptı. 7 Haziran 1987 senesinde İstanbul’da vefât etti.

Cahit Zarifoğlu, ilk şiirlerinde madde-ruh çatışması ve Batı diktasına karşı Doğu protestosu gibi temaları işledi. İşâret Çocukları adlı ilk şiir kitabının ardından Yedi Güzel Adam adlı şiir kitabını neşretti. Bu ikinci kitabında Anadolu insanının acılarını, ümitlerini, sevgilerini ve dînî inançlarını yansıttı. Üçüncü şiir kitabı Menziller’de İslâmiyetteki insan sevgisi ve içtimâî (sosyal) mutluluk konularını işledi. Sosyal adâleti ve mutluluk özlemini işlediği son dönem şiirlerini ise Korku ve Yakarış adlı kitabında topladı. Cahit Zarifoğlu ’nun bütün şiirleri onun vefâtından sonra 1989 yılında Şiirler adıyla neşredildi.

Cahit Zarifoğlu ’nun seçkin özelliklerinden birisi de çocuk edebiyâtına yönelmiş olmasıdır. Şiirlerinde de çocuk temasını işleyen Cahit Zarifoğlu, bilhassa 1980’den sonra çocuklara hitâb eden çocuk romanları yazmıştır.

Çocuk romanları şunlardır: Ağaçkakanlar, Serçe Kuş, Yürek Dede ile Pâdişâh, Küçük Şehzâde, Motorlu Kuş. Yürek Dede ile Pâdişâh adlı çocuk romanıyla 1985 senesinde Çocuk Edebiyâtı dalında Yazarlar Birliği Ödülünü kazandı.

Bunlardan başka İns adıyla ütopik hikâyeler, Savaş Ritimleri diye bir roman, Sütçü İmam adıyla bir oyun yazmıştır. Denemelerini Bir Değirmendir Bu Dünyâ’da toplamış olan Cahit Zarifoğlu ’nun günlükleri Yaşamak adlı eserde yayınlanmıştır.

KAYNAK: REHBER ANSİKLOPEDİSİ, 4. CİLT

Cahit Zarifoğlu kimdir? Hayatı ve eserleri: (1940-1987) İslâmî akımın başta gelen şairi, İkinci Yeni’ye de bağlantısı bulunan Cahit Zarifoğlu ’nun nesir yazıları ve çocuk kitapları da bulunmaktadır. Kahramanmaraşlı olan Cahit Zarifoğlu , İstanbul Üniversitesi Alman Dili ve Edebi­yatını bitirdikten sonra, (kendi deyişiyle) Avrupa’nın başlıca şehirlerini “otostop­la” gezdi, dil kurslarına katıldı. Dönüşünde bir özel lisede öğretmenlik, bazı ku­ramlarda ve TRT’de çevirmenlik, sonra denetçilik yapan Cahit Zarifoğlu, genç ya­şında İstanbul’da öldü.

Şiir ve yazıya, Maraş’ta, lise öğrencisi iken (aynı lisedeki) Erdem Bayazıt, Ra­sim Özdenören, Alaeddin Özdenören, Akif İnan, Nuri Pakdil gibi (ilerde İslamcı Edebiyat Akımı’nı teşkil edecek) arkadaşları ile okul dergilerinde ve Maraş ma­halli basınında başladı. Daha sonra (1966-72) şiirleri Türk Dili, Papirüs, Yeni Dergi’de yayımlanan Cahit Zarifoğlu, asıl kişiliğini ise Diriliş, Edebiyat, Mavera dergilerin­de göstermiştir. Bazı gazetelerde takma adla yazdığı köşe yazıları ise, onun fikir şahsiyetinin gelişme safhaları olmuştur.

Şiir Kitapları:

Cahit Zarifoğlu ’nun çocuk kitapları da büyük ilgi toplamış ve ödüller kazanmıştır. Daha önceki şiirlerinde de çocuk temleri çok bulunan şairin özellikle 1980’den sonra çocuk konularına yönelmesi ilgi çekicidir. Bu yoldaki eserleri:

Bunlardan başka İns adı ile ütopik hikâyeler (1974) , Savaş Ritmleri diye bir roman (1985), Sütçü İmam (1987) adıyla bir oyun yazmıştır. Denemelerini, Bir De­ğirmendir Bu Dünya (1986) da toplamış olan Cahit Zarifoğlu ’nun günlükleri Yaşamak (1980)’da yayımlanmıştır.

Cahit Zarifoğlu ’nun başkalarına benzemeyen, çok yönlü şahsiyeti, elbet eser­lerine de yansımıştır. Bu bakımdan, onun karakterini anlatan bazı paragrafları (dostlarının ağzından) sunuyorum:

“Taşıdığı bu dervişane sevgi onun ruhsal kişiliğinin de ana çizgilerinden biri­dir. Sevgi gösterişi de kendince ve özgündür Cahit Zarifoğlu ’nun, coşkuludur. Yanında bulunduğunuzda, çay içtiği bardağa, okuduğu gazeteye, yazdığı daktiloya, baktığı resme, konuştuğu insana, okşadığı çocuğa sürekli sevgi dalgaları yayarak yönel­diğini görürsünüz. Bu durum hemen, onun kişiliğiyle şiirinin ne derece iç içe, ne derece birbiriyle bütünleşmiş olduğunu da düşündürür bize. Cahit Zarifoğlu bir memur çocuğudur. Çocukluk ve gençlik dönemi Anadolu’nun çeşitli yörelerinde geçmiş­tir. Anadolu’yu, Anadolu’nun şartlarını, orada yaşayan insanın dünyasını içinden tanımıştır. Sarıkamış’ta sert kışlar görmüştür, Maraş’ta yemyeşil baharlar. Uzun, renkli bir üniversite yaşamıştır İstanbul’da. Serüven, hareket, hız dolu Avrupa ge­zileri yapmıştır. Bütün metropollerini, önemli kentlerini gezmiştir Avrupa’nın. Değişik yüzler, değişik çevreler, değişik iklimlerle karşılaşmıştır. Sayısız dostluk­lar, ilişkiler kurmuştur. Yazışma köprüleri oluşturmuştur dünyanın dört bir ya­nıyla. Şahsen onun kadar çok yazışan bir başka insan daha tanımış değilim. Çan­tasında, ceplerinde tomar tomar mektuplar gezdiren bir kişiydi O. Mavera’da uzun süre okuyucularla sürdürdüğü açık yazışmalarını okumaya doyamazdık. İnanıyorum ki mektupları Türk yazışma edebiyatının baş eserleri arasında yer alacaktır.

Denebilirse hep taşıra taşıra yaşamış bir şairdir Cahit Zarifoğlu. Hınca hınç dolu ya­şanmış hayatının yansımaları az değildir eserinde. Diyeceğim, hayatıyla ilgili bil­gimiz, onun şiir labirentlerine daldığımızda rehberlik eder bize, yolumuzu şaşır­mayız. Gerçekten de o, kendi deyimiyle “tepeleme şair gibi yaşadığından ” olacak, hayatı bilinmeksizin şiiri geçit vermeyen bir şairdir. “Her sanatta olduğu gibi şi­irde de “en yeni” diye zaman zaman tecelli eden kıymet, hakikatte yeni bir şahsi­yettir. ” diyor Yahya Kemal. Cahit Zarifoğlu’nu bu anlamada “yeni şahsiyet” yapan önemli etkenlerden biri, bizce, şiiriyle yaşantısı arasındaki kopmaz bağdır.” (Ra­mazan Dikmen, Mavera, 129, Eylül 1978, s. 72)

Bu kişiliğinin yanı sıra, Cahit Zarifoğlu ilhamına ve şiir tesadüflerine güvenen bir şairdir. Geniş ve müsamahalı bir İslâm irfanına yaslanan Cahit Zarifoğlu, Almancası dolayısıyla de geniş ölçüde Batı kültürüne sahip bir aydındır. Nabi Avcı (aynı der­gide, s. 139-141) Batı’dan da feyz alan Cahit Zarifoğlu ’nun, “Dinci-Varoluşçu” filozof Kirkgard’la ilgileri konusunda şunları söylüyor.

“Cahit Zarifoğlu, Diriliş dergisinde şiirleri yayımlanmış bir şairdi. Kirkegard’ın “Korku ve Titreyiş”! de o yıllarda aynı dergide çıkmıştı… Cahid’in “Dinci Varoluşçu bir şair olduğu, bununla da pekâla kanıtlanabilir” Avcı, Rasim Özdenören’e soruyor “Kirkegard’ı okur muydu Cahit Zarifoğlu ?” Adı geçen şu cevabı veriyor: “Evet, Cahit, Kirkegard’ı okumuştur”.

Mavera’da (sayı, 129 Cahit Zarifoğlu, özel sayısı) Şaban Abak’ın hazırladığı “Cahit Zarifoğlu ’nun Kişiliği ve Sanatı Çevresinde Söyleşi’’de (s. 118-154) yakın ar­kadaşları, (O sırada ölmüş olan) bu şair dostları hakkında, samimi ve ilgi çekici malzeme vermektedirler.

Nitekim, aynı konuşmada Cahit’in, ünlü Alman düşünür ve eleştirmeni R.M. Rilke’yi de iyi okuduğu anlaşılıyor. Bilindiği gibi Cahit Zarifoğlu İstanbul Üniversitesi Alman Filolojisi mezunu idi. Özdenören bu konuda şunları söylüyor:

“-Rilke, Cahit’in mezuniyet tezi idi. Rilke hakkındaki tezi, bilimsel bulunmadı­ğı için reddedilmişti. Fakat onun tezindeki düşünceleri, Rilke’yi belki en iyi anla­tan yorumlardı. ”

Ancak, Cahit Zarifoğlu ’nun yine de kitaptan ve kitabîlikten, kaçtığı, felsefeden ve hatta fazla okumaktan da hazzetmediği bazı yakınlarının kanaatleri arasındadır.

Ancak bu, Cahit Zarifoğlu ’nun, şiirinde felsefe yoktur anlamına gelmez. Tam tersine metafizik kuşkular, “kozmik” duyum ve duyuşlar, dünya, öbür dünya, ölüm ve hayatla ilgili temalar, Cahit Zarifoğlu şiirinin başlıca öğeleridir. Ancak, mü’min bir müslüman olan Cahit Zarifoğlu bu felsefî konulara, materyalist veya Marksistlerin şüpheci, karamsar ve ümit giderici bakışları ile yaklaşmaz. Ölüm­den söz ederken dahi, bu ezeli alınyazımızı kabullenmişliğin huzuru içinde gö­rünmektedir. “Kartal Ölüsü“şiiri bu açıdan da okunabilir:

“Tabutunuz

Pırıl pırıl çivileri ve talaş kokuyor Demek taze ölülerdensiniz hemşehrim

Kan akıtılmadan Kesildi damarlarınızın sıcaklığı Söyleyin kim yokladı Bir ateş salmayla içinizi

Şimdi doya doya seyredin gövdenizi Kalabalıklardan eli mızraklılardan Otomobillerden nüfus patlamasından Ve koca denizlerin kirlenip ağrımasından”

(Menziller, s. 32)

Mavera, Cahit Zarifoğlu özel sayısında M.R. Şirin’in (s. 25) ve Ramazan Dikmen’in (s. 73) aktardıkları şu iki parça şiir de Cahit Zarifoğlu ’nun ölüm karşısındaki duygu ve tutumunu ortaya koymaktadır:

“Bana bu gece ölümüm gösterildi.

Büyük ak saçlı başım

Dolunay gibi kaydı iki taşın arasında

Dört kutsal kelime duydum

Acz

Nasip

Rahmet

Ölüm

Dört kutsal kelime daha duydum

Tutsaklık

Teklif

Kabul

Özgürlük

Ve dört kutsal kelime daha, duydum Kendi sancağımdı tuttuğum

Zulmedince kendim

Lütfedince sen

Seni andım hamdettim sana taptım”

(s. 73)

“Ölüm başucumda

Bir melek elini uzatıyor bana

Yapayalnız Bir yolculuk

Ruhların beklediği bir yer var Orada

Bir sığırgözü gibi bakıyor bana Ölüm

Neden örtülerin altındasın, hadi çık Görün bana

Zaman yol alıyor O saat, ah o saat Kim bilir nerede konaklar

Şatom kararıyor, ay ışığında mezar Lâmbayı yak anne, üşüdü parmaklarım

Gidiyoruz azar azar”

(s. 25)

Nazarî bilgi ve kitâbî anlatıştan hoşlanmayan Cahit Zarifoğlu, şiir üzerinde ve özel­likle kendi şiiri üzerinde konuşmaktan, görüş beyan etmekten de uzak duruyor.

O kadar ki, arkadaşları, bu konuda “Cahit’in poetikası yoktur” diyecek kadar ileri gidiyorlar. Kendisi de bu görüşü benimsemişçesine şunları söylüyor:

“Şair, kendi şiirlerini bilmeli, şiir anlayışını açıklayabilmeli, edebiyatta nele­rin olup bittiğini, izleyerek bilmeli ve bilerek izlemeli, gibi kanaatlar var. Bu yete­neklerin, hepsinden yoksunum.

Bir köşede, ortak aramadan, hemen hemen tek başına, tevazu içinde edebiya­tın zevkü safasını yaşayan biriyim. Edebiyatın eylemi, pratiği, hareketi içersindeyim. İyice, şöyle geriye çıkıp bakabiliyorum diyemem ona.

Ben şahsen, bazı şiirleri, ertesi gün sadece kendim gizlice okuyacakmışım gi­bi yazarım. Bazılarım ise bütün dünya okuyacak, anlayacak ve kendine çeki dü­zen verecekmiş gibi. Mesela şu beyti böyle yazmıştım:

O sabah ezan sesi gelmedi camimizden

Korktum bütün insanlar adına”

(Türkiye Yazarlar Birliği, T. Fikir ve Sanat Yıllığı, s. 210-211) Şiirinin Özellikleri

Cahit Zarifoğlu ’nun şiirleri (ve hikâyeleri de) umum hatları ile “kapalı” hatta zaman zaman “anlamsız” denilebilecek kadar örtülü bir şiirdir. Ancak, “anlamsız” hatta “kapalı” sıfatlan yazdığı bütün şiirler için kullanılamaz. Hatta aynı kitabında bi­le normal anlaşılır şiirlerin yanı sıra anlaşılmaz denilebilecek şiirler bulunmak­tadır. Menziller kitabında yan yana iki şiirini bu açıdan karşılaştıralım:

GÜZELCİN

Koşu koşuver nar-gözlüm Yuvarlak biçimli ayakların Küheylan kolanı gibi kuşağın Gürbüz kalçaların üzerinde

Koştur azaplarından kaçalım Koruklar üzümlenmiş mi bakalım Bir söze iki gülüş bir öpücük İki bedeni birbirine katalım

Ruhsatlım sevdamsın beri gel Kanın höpürtülü başın dik O seven yuyan bakışınla İçimi yu mermer döşegel

Dorukta yeni ayince işaret Geceye bir şey olmaz gayri Ne kem gözler gizlenir karanlığa Ne evin sevincinden korkan bulunur

Asmalarda güneş ve çocuklarımız Çardakta ıslak ve ekşi uyur Bacın bazlama yağlasın sahana Mutluyuz bütün cihana duyur

(Menziller, s. 55)

Apaçık bir aşk şiiri olduğu kadar da burcu burcu tabiat, köy Maraş, âdet ve tö­re unsurları kokan bu şiirin açıklığı, üstelik mecaz (imge) yokluğundan veya az­lığından da gelmiyor. Buna karşılık aynı kitapta yine bir aşk şiiri… Aşka Dair’den 2. bölümü okuyalım:

“Diren su

Çok benizli at nal sesi

Bırakmadan evlerimizin kaslarına

Karşı geliyor

Gövdenin ıhlamur yumuşatmasına

Yolladıkları

O yollar-ince- urgan dövünmeler

Yorgan altında

Fokurdayan kızamıklı çocuklar

(Menziller, s. 56)

Buradaki kapalılık ve hatta anlaşılmazlık da, imaj (imge) çokluğundan değil­dir. Öyle geliyor ki, her şeye rağmen, ilk çıkışını yaptığı İkinci Yeni”nin, Türkçeyi tersyüz eden, anlaşılmazlığı bilhassa isteyen üslûp anlayışı, Cahit Zarifoğlu ’nda (son şiirlerine kadar) etkili olmuştur. Bunun sebebi; şüphesiz, hem moda­ya kapılmışlığı vardır, hem de fazla açık yazarsam, tükenirim, “basit görünebili­rim” endişesi mevcuttur. Bu yüzden ilhamı gürbüz, mecaz gücü, zaman zaman erişilmez olan bu şair, rahat yazdığı şiirlerinin çoğunu anlaşılmazlığa feda etmiş­tir.

Şiirinin “kapalı olduğu”., “neden kapalı yazdığı” gibi sorulara karşı, bazen ay­kırı sözlerle direnmiş görünmektedir. Çok “zarif olduğu bilinen tabiatı ile, bu alayı biraz utana sıkıla yapmaktadır. Şöyle:

“Cahit Zarifoğlu hayatı boyunca şiirinin zor anlaşılırlığı, kapalı olduğu, şiirle­rine bir anlam verilemediği yolundaki sorulara muhatap olmuştur. İşte bu tür so­rulardan birine cevabı:

“- Şiirlerimi genellikle ifade ettiğiniz gibi “örtülü manalı” bulanlar çoğunluk­ta. Bu şiirin diline aşina olmayanların kolay kolay anlamaları mümkün değil. Bi­raz gayretle anlaşılabilirler. Tarzım böyle. Buna rağmen yine isabetle belirttiğiniz gibi, bu kapalı anlamın gerisinde İslâmî bir muhteva mevcuttur, hepsinde olma­sa bile. Şiir anlayışım üzerinde uzun boylu düşünmedim. Bu şekilde bir soruyla karşılaştığım zaman emin olun biraz bocalıyorum…”

Aynı konudaki başka bir soruya verdiği cevap:

“- Şiir tarzım öyle. Zor anlaşılırlık bu şiirlerin kendisinde olmalı. Ben bir amaç­la yola çıkıyor değilim. Şu da sorulabilir, acaba zor anlaşılır şiirler mi var, yoksa zor anlayan şiir okuyucuları mı? Doğrusunu isterseniz bu tartışmaya hiç heves duymuyorum.”

Cahit, anlaşılmaz bulunduğu için buna kırılıp kırılmadığını ve bu duruma na­sıl dayandığını ifade eden bir soruya da şu cevabı veriyor:

Ben değil, anlaşılmaz bulanlar nasıl dayandılar? Bu soruyu asıl onlara sor­mak gerekli. Ben bu tür yakınmalar karşısında hiç irkilmedim. Hemen hiç rahat­sız olmadım. Hiç kırılmadım. Biraz da şöyle oldu, karşımdakinin malın alıcısı ol­madığım görüyordum. Satıcı, alıcıyla ilgilenir. Ötekinin sorularını geçiştirir. Ama çürük mal satıyorsa her gelene tezgâhtarlık yapmaya çalışır. ”

(Mavera, sayı: 129, s. 44-45)

Ancak, daha sonra Akif İnan’la bir konuşması da, şiirinin ve eserlerinin birçok yanlarına ve özelliklerine ışıklar sunduğu gibi “kapalılık” konusuna da açıklık getiriyor.

Akif İnan’ın Mavera 129 (Cahit Zarifoğlu Özel Sayısı)’da yazdığı “Cahit Zariîoğlu ile Konuşmalar” (s. 101-104)’ın tamamını buraya almak mümkün değil. Ancak başlıca kısımlarını alacağım. Alamadığım bölümlerin temel görüşleri ise şunlar­dır:

“- Bir şaire bu sorulur mu demiyeceğim. Belki de bu soruyu en çok şairlere sor­mak lazım. Orkestranın birinde çalan bir kemancı varmış. Yüzü hep asıkmış. Ara­dan çok uzun yıllar geçmiş. Nihayet şefleri bu adamı birinci keman yapmış. Fa­kat adamın yüzünün aşıklığı hep dikkatini çekermiş. Sormuş, artık birinci keman da oldun. Ama yüzün hep asık. Acaba niçin? Adam sıkılarak: “Efendim, demiş bendeniz müziği pek sevmem de…” Şiiri sevmeden birinci sınıf şair olmak müm­kün olmasa gerek. Şiiri seviyorum galiba.

Ama birçok şair sayabiliriz ki şiiri sevmiyorlar. Örnekleyeyim, ama yazmayın olmaz mı?”

Cahit Zarifoğlu, Akif İnan’ın “kapalılık” konusundaki şu sorusuna ise, eserlerinde geçtiği merhaleleri izah ederek, daha değişik bir cevap vermektedir»

Bunun çeşitli sebebleri olabilir. Ne gibi? Belki biraz fazla imajlı serbest çağrı­şım metodunun fazla kullanıldığı şiirler. Özellikle öncekiler. “Korku ve Yakarış” kitabı için birkaç yazı yayınlandı. Veya dostlarla o konuda konuştuk. Genel kana­at bu kitapta yer alan şiirlerin “daha anlaşılır” oldukları. Bu bir bakıma daha ön­ce anlattığımız konunun, anlama da yansımasından ileri gelmektedir. İlk şiir ki­tabını “İşaret Çocukları”, belirttiğim gibi işaret edilen, kendilerinden bir şey bek­lenen ama bir parça “mübhem” çocuklarıdır. İkinci kitap olan “Yedi Güzel Adam ”da biraz, giderek “Menziller” de ise daha belirginleşirler. Son kitap olan “Korku ve Yakarış’ta ise menzile varmışlar, bulunmaları gereken makamı, havfü-reca makamını idrak etmişlerdir. Bu serüven içerisinde dikkat edilirse bir durul­ma, açığa kavuşma da söz konusudur. Ben anlaşılırlığı, kolay veya zor anlaşılırlığı, benim şiir hayatım içerisinde böyle de yorumluyorum.

Bu soru daha önceleri de soruldu. O zamanlar nasıl cevaplar verdiğimi pek ha­tırlamıyorum. Belki de gençliğin verdiği bir sorumsuzlukla biraz ukala cevaplar olabilir onlar. Bugünse bunları söyleyebiliyorum.”

“Belki bize öykünen (taklit eden) bazı şairler gerçekten anlamsız şiirler yazdı­lar veya yazıyorlar. Onlara anlamsızlığı benimsemelerini tavsiye etmem. Zor anlaşılırlıkla, zor şiirle, gerçekten anlaşılmaz abuk sabuk, hatta anlamsız olsun di­ye zorlanmış şiirler farklı şeylerdir. Şiirin ayağı yere basmalı diyorum, şimdiler­de. Şairlere, yeni yeni şiire koyulanlara anlaşılır olmalarını salık veririm. Şiirin sırrını aynı zamanda anlaşılır olmanın içinde yakalamaya çalışsınlar. Keşke ben de en başta bunu yapabilseydim. Okuyucum yüzlerce katlanırdı. Ah bu anlaşılır olmak konusu ne kadar geniş ve ilgi çekici. Bir Yunus Emre olmak isterdim. Her­kes anlar onun şiirini. Bir okuma yazma bilmez, eğitim görmemiş köylü de, bir ve­li de. Onların hepsine bir şey anlatır. Görünüşte, ön plânda basit bir yakarış, bir arz vardır. Bunun altı ise derin de derindir. Herkes nasibi miktarıncayı eşeler, an­lar, yararlanır. Onun için bu özellik yüksek bir şiir gücü ile de birleşince milyon­lar, asırlardır sevegelmişlerdir, okuyagelmişlerdir onu.”

Cahit Zarifoğlu ’nun Akif İnan’la konuşmasında en değerli bir taraf da (gerçeğe yüz­de yüz uyup uymadığı bir yana) kendi şiir kitapları üzerinde yaptığı açıklamalar­dır. Bu anlatışında, şiirlerinin kapalılıktan açıklığa doğru mesafe aldığı… Bunun ise İslâm’da ve tasavvufta “menzile ” yanaşmak ve halka ulaşmakla ilgili olduğu belirtilmektedir. Şüphesiz ki bunun “şairane bir zann” olduğunu düşünebiliriz ve şüphesiz ki onu yalanlamaya kimsenin gücü yetmez. Nitekim, daha sonra, arka­daşları tarafından, Cahit Zarifoğlu ’nun şiirleri ve şiir kitapları hakkında yapılan bütün izahlar, şairin buradaki imana dayalı ama biraz fantastik sözlerine dayandırılmış­tır. İşte İnan’ın sorusu ve onun cevabı:

Cahit Zarifoğlu : “Şiir kitaplarımın isimlerine sırayla bakarak gerçekten özel bir serüvene tanık olmak mümkün. İşaret Çocukları bir bakıma işaret edilen, gös­terilen, seçilen çocuklardır. Bunlarda birtakım manevî yetenekler vardır. Bunlar büyürler ve “Güzel Adamlar” olurlar. “Yedi Güzel Adam” başlıklı kitap ve içinde yer alan şiirler, bu güzel adamları anlatır. Fakat bunlar âdeta dünyevî, maddî bir mücadele içindedirler. Evet bir mücadele içindedirler. Soylu bir davanın kavgası­nı yaparlar. İçlerindeki soyluluk, manevî güç bu kitapta daha çok irilik, adale kuvveti, şecaat şeklinde belirginleşir. Öfkeli adamlardır, bunlar. İri gövdelerine, rüzgârlı başlarına rağmen ipince bir yürekleri vardır. Hassastırlar. Âşık olurlar. Sevgilileri, anlatılan bu atmosfer içerisinde biraz belirsizdir. İyi gören gözler, bu şiirleri okuduğunda sevgilinin zaman zaman bir kadın, zaman zamansa manevi bir özellik olduğunu görür. Davadır sevilen. Uğruna mücadele edilen şey İslâmî bir öz. Ama henüz tam yola koyulmamıştırlar. Bir anlamda kabukta seyrederler. İşte bu “Yedi Güzel Adam” kitabından sonra “Menziller” gelir. Bu güzel adamlar belli bir menzile doğru yola koyulurlar. Allah ve Peygamber sevgisi, dünya ihmal edilmeden ön plâna çıkmaya başlar. Ve tasavvufa algılama daha netleşir. İşte son kitabımız olan “Korku ve Yakarış” menzile doğru yol alan güzel insanların, bu müminlerin vardıkları bir makamdır. Korku ve Yakarış makamı. Tüm İslâmî de­yimiyle “Havf ü Reca” makamı. Bütün müminler bu makamda bulunurlar. Kor­karlar Allah’tan ama aynı zamanda umarlar. Beklerler. Allah’ın af ve merhameti­ni, lütuf ve keremini beklerler.

Allah’a giden yol ibadetle, sadakatla, sabırla, cihatla, Allah’ın emirlerine uy­makla, yap dediklerini yapmak yapma dediklerinden sakınmakla mümkündür. Ama bunlar bir veli için bile maksuda varmaya yeterli değildir. Bunları yaptıktan sonra sadece umulur. Bu reca makamıdır. (Mavera, 129, s. 101-104)

Not: Cahit Zarifoğlu hakkında, çok güzel bir eser, bu şairin vefatı üzerine, dost­larının Eylül 1987’de çıkardıkları, Mavera, 129, “Cahit Zarifoğlu özel sayısı’’dır.

Ayrıca, Cahit Zarifoğlu şiirinin, diğer arkadaşlarında bulunmayan özellikleri olarak şunları da sayabiliriz:

Şiirleri baştanbaşa okunduğunda aşkın her türlüsüne rastlanılır: günlük se­vişmeler bedenî maddî aşk, manevileşen aşk, ilahî aşk… Peygamber ve İslâm sev­gisi vs. Şiirinde aşkın yeri büyüktür; hatta çoğu şiirinde “cinsellik” âdeta altyapı­dır. Onda sevgili ve kadın, her zaman melekleşmese bile şair onları asla bayağılaştırmamıştır. Kadın sevilen eş, kudsileşen anadır da…

Cahit Zarifoğlu ’nun şiiri asla öğretici (didaktik) olmadığı gibi sırf davacı (ide­olojik) bir şiir de değildir. Öğreticilikten ve ideoloji telkininden özellikle kaçma­nın şuurundadır. İslâm asla bir “öğreti” değil, onun dünyası, inanç ve güzellik âle­midir. Şair o dünyayı İslâm’ın timsalleri, sembolleri ve çağrışımları ile doldur­maktadır.

Şiirlerinin bazılarında, Sezai Karakoç’un olduğu kadar, Attilâ İlhan’ın, Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın, Cemal Süreya’nın ses izleri sezilebilir. Ancak, uzaktan gelip kaybolan, Cahit Zarifoğlu ’nun bütünlüğü içinde eriyen ve sonraki şiirlerinde izi de kay­bolan seslerdir. Kendi sesini bulmuş şairlerdendir Cahit Zarifoğlu, mecaz ve imaj dün­yası da ona göredir.

Edada, sentaksı bozmada, serbest çağrışımda, (çok az olarak) zorlama hissini veren mısralarında İkinci Yeniye özenmiş ve zaman zaman da ona benzemiş ol­makla beraber, cümlelerini, mısralarını, halk dilinin ve “yerel” kelimelerin de zen­ginleştirmesiyle mükemmel mısra âhenklerine ulaşmıştır. Kendisine özgü, şiir di- linq ulaşan şairlerdendir. Daha da övülecek bir tarafı, şiirini ve nesrini TDK yahut kendi icadı uydurma sözcüklerle doldurmamış olmasıdır. Müslüman lügatçesin- den, tarihî Türkçemizden, sade dilden ve konuşma dilinden ve Maraş çevresi söz­lerinden oluşma, güzel bir şiir ve hikâye dili, onun şiirini seçkin yapan sebepler­dendir. Kendisini “an Türkçe”ye kaptıran “Yeni İslamcı Akım”a bağlı bazı kimse­lerin Cahit Zarifoğlu ’nu bu “komplekssiz” yanı ile de örnek tutmaları gerekirdi.

Cahit Zarifoğlu şiir örnekleri

YEDİ GÜZEL ADAM IV

yedi adam biri bir gün bir belâ gördü gereğini belledi yalvarsa evleri harap kadınlar

ve ağlayan birkaç çocuk kamalar salınsa kamına

ayrılmaz belâlı yanından Haberime kulak asmayıp – Duymadık- Demeyiniz kardeşlerim

Ülkem bugün

Yariyle buluşmuş gizlilerde Tepeden tırnağa yeni yıkanmış Ve örtüler içinde Göz kapaklan kale kapılan Gibi örtülü

Yassı gözü kabarık alınlı Kalbine ve beline zengin Düzgün bedenli, bol saçlı erkekler gibi

ÜLKEM

Tepeden eteğe yıkanmak için Aşıdan sonra paklanan Ovalara yayılmış kadınlar Evi uçsuz bir yol gibi bekleyen Yavruya verilecek süt gibi


En sıcak yerinde bekleten O kadınlar gibi ülkem

Geçerken beton döşeli, apartman kaykılı toprakta

Sesim nasıl etkili yoklamak için

Durdurur sorarım kentliyi

Ne haber, böyle

Nereye?

Belâ üreten elim

Nasıl davranır belâlar içinde

Sınamak için

Uzanır okşarım saçlarını ey yârim Bakarım hoyrat ve âşık ellerime

Bir gün sapsan kesildim Öyle bir tabiat vardı ki gövdemde İnsanları görmezdim bile yanımdan Bir hava bulutu gibi geçerlerdi.

İÇİMDEN

Gidip dağlara

Kafa tutmak gelirdi

Bir gün ben

İri ve kaslı gövdem

Sapsarı kesildim

Hali harap bir ev çıktı önüme

Gözleri öyle açtı ki yüzüme ve ağlamış

Sonra söyleştik

Bu bir nöbet devriydi kardeşlerim Bizimle aşkta olanların Eline su döksünler Çadırlarının önüne o küçücük Kilimleri sersinler

(Yedi Güzel Adam)

SEMPATİ

Kuşlar uçarlar, uçarlar İnsanlar vardı sanır

Toprak dünyası döner oysa/dönen de Gagalarının önüne getirir yuvalarını onların

Kuytular sularını yükseltir Çöllerden sızıp gelen geyik ağızlarına

Her nasib için ayrı ayrı Rahmet şekillenir.

(Menziller)

KORKU ve YAKARIŞ’tan

Yüklenip geliyor gökyüzü evimizden yeryüzümüze Dilimize onur veren kelime.

Güzel ticaret ettik

Çölü okuyabiliyoruz, deveyi

çözebiliyoruz

Bana giysi verdin

Beni doyurdun

Böyle biliyorum doymayı

Ve sayıyorum kimse yok

Öyle böyle bir doğa

Yalnız beni götürüyor kıyamete

(Korku ve Yakarış)

BAZI ÖZLEMLER

Dağlara vardık.

Her birimizin elinde gözleri ışık saçan birer deve Vardık ovalara düşmüş onurlarını iade ettik Sandık Dervişlerin

Modem salonlar koltuk takımları büfeler

Baş köşede sadece bakılan bir şamdan gümüş bir sürmedenlik

Düşündük ayaklara, düşmüş kıymetlerini iade ettik.

Sandık

Anne çehizlerinin

Sevgililer kapadı toprağını

Çocuklar ne kadar hırçın

Alışverişten dönüyorlar geceleri

Babalar gözlerini dikmiş sanki kutsuyorlar şişelen

Hepsi bir tek haftada değişebilir:

Dağa gerçek bir gezi

Ellerde yekpare bir deve sakin tabii renkte gözleri

Dervişlik kılık kıyafetten ayrılalı beri

Kim bilirse ki alıp verilen soluklar yalnız değil

Herşey bir tek haftada

Başla deyince başlayabilir

Evler eşyaları atıp insanları çağırabilir

Bir bakarsın ki kadınlar gizlice hafifçe sürmeli gözleri

Sevgililer yayar topraklarını Delikanlılarda

Boyunlara kadar kızartan damarların Açılır ilmikleri

Bir vakit diye anlatılır o zaman

Dağ ve şehir diye bölünmüştü insan

O                        dar buran gavur giysiler

İçlerinde kopralar göğüsleri sıkılıp duran

Ayaklar cepler kafanın içi elin edip tuttuğu bir mezbele

Bir tek kalp temizce ve sinmiş

Taşırdı kamburu taşırdı kamburu

Bir vakit gelse de acıyla/ Hatırlansa zor bela/ anlatılsa

(Korku ve Yakarış)

SNOPS

Hırsından ağlıyor sahilde kayalar Şu ceset dünden beri Sallanıp duruyor sularda

Sahilde kayalar Lodos şiddet

Bir hatırlatmayla dövüyor karnını

Değil kumsallara

Güneş altında köpükler yaladıkça

Bir ince tabaka parlak ıslak


Nemli

Hayvansal çağrılarla ürpertici Kumsalda değil

Şehrin

İşte şurada o kayalıklar

Korkunç martılar kirli siyah ve yapışık Kirli ve herşey var suda Yıkılan bir dünyadan kopmuş

Şurada bir kalas parçası olacak

Dünden beri

Hantal

İşe yaramaz mı

Kopmuş mu can damarından

Unutulmuş mu

Atılmış değil olamaz da

Sırtüstü yatmış bir kadın göbeğinin üstünde oğlu Hoplatıp oynatıyor

Hırsından ağlarken sahilde kayalar

Kuvvetli bir baş ağrısı gibi

Bir ceset bıraktı sahile dalgalar

(Korku ve Yakarış)

İki Ağıt

Mavera’nın “Cahit Zarifoğlu özel sayısı” olan Eylül 1987,129. sayısında, yeni ölen bu arkadaşları ve üstatları üzerine yazılmış çok güzel ağıtlar vardır.

Cumali Ünaldı’nın, Mustafa Özçelik’in, Mehmet Atilla Maraş’ın, Osman Sarı’nın, Şeyhmus Özdağlı’nın, Mustafa Aydoğan’ın, Nurettin Albayrak’ın, Avni Doğan’ın, Ziya Aktaş’ın, Seyfeddin Ünlü’nün, Macit Er’in, Alâeddin Soykan’ın, Mevlüt Ceylan’ın (İngilizce) Recep Garip’in, Nevzat Nevruz’un ustalık ve içtenlikle yazdıkları bu ağıtlardan yalnız ikisini buraya alabiliyorum:

“Ol Zarif Şuara’dan”

(Mehmet Atilla Maraş)

Kendini Aynalarda Çoğaltan Şehir

I.

Zincirlendi toprağımıza toprağın sancısı tarihin gergefini dokuyan usta sustu Vaktin balkonlu gözleri mühürlenmektedir herhal

II

bir yıldız kaydı içimin kuytu köşelerine kızların saç örgülerini çözen anneler ağlasın evren yetim şiir öksüz kaldı

her gece güneşi bağrına basan karanlık ağlasın

III.

deniz kirli ayaklarıyla metal sesler çıkararak mavi bir ikindi gölgesinde boşaltıyor yorgunluğunu ayrılıkla sonuçlanıyor bütün çingene aşklarını sevmek bana göre değil herhal

açtığım her sayfada

ürkek tavşanlar peşinden koşuyor çocuklar kötü şeyler geliyor aklıma

yaşamın bol yağmurlu yüzünden eksilen bir şeyler var

IV.

kendini aynalarda, çoğaltan bir şehrin en çirkin yerlerinde bile bir ölüm güzelliği yatar atlarla köyden köye gelen gelinlerin çeyizlerindeki en gizli hediye, tabutlar (Mustafa Aydoğan)

İlgili Makaleler