33Sosyoloji Sözlüğü

ALTIN ÇAĞ

 

ALTIN ÇAĞ

 

Hint, Çin, İran,
Yunan, Mezopotamya, Mı­sır ve Kızılderili gibi dini geleneklerde olduk­ça
benzer anlatımlarla paylaşılan çevrimsel (cyclical) zaman anlayışında dört
çağ’dan bi­rincisine altın çağ adı verilir.

Evrene ve insana
açıklama getirmek üzere Yaratıcı ile yaratıkları kesintisiz bir akış için­de
ilişkilendirebilmek amacıyla yapılan yorum­larda yaratılışın İlk basamaklarına
feleklerin oturtulması ve sonraki sürecin bunların hareket ve durumlarına bağlı
varsayılması sonucu, Kopernik-Öncesi Kozmoloji öğretilerinde çev­rimsel zaman
düşüncesi yaygın ve ağırlıklı bir yer İşgal ediyordu. Yunan-Latin mitolojisinde
Altın Çağ, Gümüş Çağ, Bronz Çağ, Demir Çağ (bunlar, tarihi, yazının bulunuşuyla
başla­tan tarih anlayışındaki taş devri, maden devri ile karıştırılmamalıdır)
bölümlerine ayrılan çevrimsel zaman öğretisine ilişkin en geniş bil­gi ve
açıklamaları, bugün, Hinduizm’de gör­mekteyiz. Nitekim, Puranalar gibi evrenin
do­ğuşuna (cosmogonye) ait risalelerde geliştiri­len geleneksel ilke, sürecin
evrensel bir yasa­ya göre değiştiği, belirli şartlarda etkinlik gös­teren
kozmik anın gökcisimlerini belli dönem­ler içinde yönlendirdiği, tarihi ve
doğal deği­şimlerin bu dönemlerin yansımalarıyla şekil al­dığı iddiasına dayalı
olarak toplum ve insan hayatının çevrimsel zamana bağlı oluşumlarla
biçimlendiğini öne sürer.

Bu biçimlenmedeki
akış, hümanist/rasyona­list bir yapılanması olan çağdaş düşüncedeki evrim
teorisinin tersine, bozulma ve düşüş doğrultusundadır. İnsan ve toplum,
iyilikten kötülüğe, olgunluktan bozulmaya doğru bir değişim göstermektedir ve
bu yüzden de her çevrimsel dönem, insanın en olgun dönemini yaşadığı bir Altın
Çağ’la başlamakta; bozulma­lar ve düşüşler sonucu Gümüş Çağ, Bronz Çağ
dönemlerinden geçtikten sonra düşüşün en alt noktası olan Demir Çağ’a
ulaştığında sona ermekte ve ardından gökcisimlerinin kozmik anla yeni birdöneme
girmemcsiyle ye­ni bir Altın Çağ’la birlikte yeni bir çevrimsel dönem
başlamaktadır.

Yunan mitolojisinde
Altın Çağ’ın çeşitli kö­tülükler sonucu yaşanılmaz duruma gelen dün­yadan
kaçıp, dağlara sığınan insanların zaman­la işbirliği içinde bir uygarlık
kurmasıyla ger­çekleştiği ve bunun da Kronos’un yöneticilik yaptığı dönem
olduğu söylenir. Dünyanın ya­şanılmaz duruma gelmesinden, bozulmanın en uç
noktaya varmasından sonra başlayan^/-tın Çağ, diğer öğretilerdekine benzer bir
bi-Çİmde, yine kötülüklerin artmasıyla ortadan kalkar ve yerini diğer çağlara
bırakır. Bu efsa­nede dikkati çeken en önemli nokta, bozulma

ve düşüşün, seçkin
kimselere soy yönüyle bağ­lı olanlarda başlayan geçmişi unutma olayına
bağlanmasıdır.

İlk çağ felsefesinde,
akli temele dayandırıl­mak istenmesine rağmen, Altın Çağ kavramı­nın yer aldığı
görülmektedir. Sözgelimi Empo-dokles (İ.Ö. yaklaşık 492-432)’e göre insanın ve
evrenin oluşumu, başlangıçla oldukça fark­lıydı. Sonradan görülen dönüşümler
nedeniy­le başlangıçtaki düzen, uyum ve birlik bozul­du; dengesizlik,
uyumsuzluk ve karışıklık orta­ya çıku. İşte başlangıçtaki düzen, uyum ve bir­lik
muttu bir dönemin gereği ve sonucuydu ki, buna Altın Çağ denilmekteydi. Altın
Çağ’da savaş, kan dökme, kargaşalık, kin ve nefret yoktu; buna karşılık, barış,
düzen, sevgi, saygı, bilgelik ve tam anlamıyla da mutluluk sözko-nusuydu.
Empcdokles’in bu anlayışı, bîr yö­nüyle de İnsanlık tarihi sürecini açıklamak
iste­yen görüşü, daha önceleri Bacchus veya Dİ-onysos kültürüne dayalı
Orpheusçu mitoloji­de ve bundan etkilendiği sanılan Pisagorculuk-ta temelini
bulmaktaydı. Fakat atomcu felsefe­yi savunan Demokritos (İ.Ö. yaklaşık 460-370)
İnsanlık tarihinin başlangıcı olarak varsayılan bu Allın Çağ kavram ve
efsanesini şiddetle reddeder ve bir bakıma modern tarih felsefesi
diyebileceğimiz bir disiplinin de te­melini böylece atmış olur. O başlangıçta
bir Altın Çağ’ın değil, doğal bir halin ve hayvanın hayatını andırır ilkel bir
yaşayışın varolduğu­nu, bunun da insanın bilgi, teknik ve düşünce alanında gerçekleştirdiği
buluşlarla ilerlediği­ni ve geliştiğini ileri sürer. Rönesans sonrası batı
düşünce akımlarında, özellikle de XVII. yüzyıl Aydınlanma Felsefelerinde bu
anlayı­şın yankı bulduğu görülecektir. Ne var ki, bu dönem düşünürlerinin
tamamiyle Altın Çağ kavramının ifade ettiği sembolden kurtulduk­ları da
söylenemez.

Altın Çağ, Sümer
efsanelerinde Tufan Önce­si dönem İçinde anılır. İnsanlardaki bozulma­nın
doruğa varmasıyla Tufan gerçekleşmiş ve ardından yeni bir çevrimsel dönem
başlamış­tır.

Mısırlıların
değerlendirmesi de bundan pek farklı değildir. Onlara göre, İlk Sülaleden
önceki zaman içinde, Heliopolis’te gerçekleşen” öze dönüş’le birlikte
Altın Çağ yaşanmıştır, öze dönüş İfadesi, bir bozulmanın ardından gelen yeni
bir toplanışa ve dolayısıyla çevrim­sel zaman inancına işaret etmektedir.

Altın Çağ, Taoizm’de
‘Saf Bilgi Çağı’ diye adlandırılır. Dönemin belirgin özelliği bilgide
mükemmelliktir. Bu, katışıksız ve tüm varlıkla­rın yalnızca özleriyle
kavrandığı, sezgi yoluyla edinilen mutlak bilgidir. İnsanlar, Allah’tan
“kopmamış” oldukları için, bir bakıma, “vahyi” çağrıştıran
bir yolla bilgilenme söz konusu­dur. Sezgi’nin yerine ‘algı’nın geçmesi, böyle­ce
özde bilinen nesnelerin tanımlanması ile birlikte, Taoizm’e göre zaman içinde,
yeni bir Çağa girilmiş olur. Nitekim, düşüşün sürüp git­mesi sonucu, nesneler
arasında ayırım yapma, üçüncü; nesnelere yönelik yargıda bulunma da dördüncü ve
sonuncu çağa yol açmıştır. İn­sanların bu tutumuyla, artık, Tao Bilgisi orta­lıktan
çekilmiş, Hak Fo/’dan sapma başlamış ve Karanlık Çogyaşanır olmuştur. Tufan,
Tao-İzm’dc de sınır sayılmıştır.

Hinduizm’de Altın
Çağ’a karşılık Kritayuga vardır. Ardından gelen dört çağ ise, Tretayu-ga,
Dvapara ve Kaliyuga diye adlandırılır. Manvantara/Dönüşüm, bu dört çağla yenile­nerek
sürüp gider. Cennet, zaman üstü bir ha­yatın yaşanması olarak tanımlanır.
Düşüşün hemen ardından başlayan Kritayuga, hayatın üst düzeyde
gerçekleştirildiği; bolluk, bereket ve iyilikler dönemidir. Yorumculara göre
25.000 ila 150.000 yıl arasında değişen bir süre­yi kapsayan bu çağda ortalama
ömür, 1000 yıl olup bu dönemde Brahman’lar çoğunlukta­dır. Bunların azalmağa
başlamalarıyla birlik­te, kötülükler doğar, ömürler kısalır, Kuştra (Brahman
karşıtı) katmanındaki kimselerin sayısı artar; böylece Kritayuga dönemindeki
kast-üstü hayat sona ererken, Tretayuga baş­lar. Süreç, iyiliklerle
kötülüklerin eşitliği, din­lerin çeşitlendiği, bedensel hastalıkların orta­ya
çıktığı Dvapara’ya varır. Zamanla birlikte bozulma da arta arta, sonunda,
kötülüklerin İyilikleri geçtiği son dönem olan Kaliyuga’ya girilir. Sürüp giden
düşüş dünyayı yaşanılmaz bir duruma sokacak, iyiler mağaralarda ibadete
çekilecek, en uç noktadayken kötüler yok olacak ve mağaralardakilerin bir araya
toplan­masıyla da yeni bir Krİtayuga ile birlikte yeni bir dört aşamalı çevrim
başlayacaktır.

İçinde bulunduğumuz
çevrimden önceleri başka dönüşümler yaşandığı gibi, sonrasında da yeni
dönüşümlerin gerçekleşeceğini öngö­ren bu öğretiyi benimseyenlerden kimine gö­re
ise; her dönüşüm yokoluşla biter ve yenisi yeni bir yaratılışla başlar. Adem
öncesi Adem-ler’den söz eden Muhyiddîn-i Arabi’nin de be­nimsediği bu görüşte,
yeni insanlar için yeni hayat yine bu dünyada başlar. Kimine göre, ye­ni hayat
yeni bir dünyada başlatılır. Bazısı da her ülke ve her dönem için özel Adem ve
Hav*-valar bulunacağı varsayımını benimser.

Altın Çağ’a bir başka
açıdan yaklaşmak im­kanına yol verici özelliği dolayısıyla Hindu-İzm’İn, şu
sıra, süresi 6000 yıl olan bir Kaliyu-ga içinde bulunulduğuna ilişkin İddiasına
da değinmekteyiz. Bu yoruma göre, Kaliyuga sü­resince 10 avatar a/toparlanma
gerçekleşecek­tir. Yorumların yapıldığı ana kadar başlangıç­taki İle birlikte
(sonuncusu Buddha’nın çıkışı olmak üzere) dokuz avatara gerçekleşmiş ve düşüş
içinde Hindu’ların toparlanmasını sağla­mıştır. Sonuncu ve onuncu avatara İse,
bütün dünya için olacaktır. Kaliyuga’nın son uca var-masıyla gerçekleşecek olan
onuncu avatara, beyaz bîr at üstünde olarak elinde kılıç taşı­yan Kalki’nin
ortaya çıkışıyla gündeme gire­cektir. Kalki, karanlık çağa son verip, yeni bir
Altın Çağ’la birlikte yeni bir çevrimi başlata­caktır.

İslam Peygamberi
Hz.Muhammed (sav)’in bütün insanlar için gönderilmiş bulunduğu gerçeğinin
yanında, sahip bulunduğu Düldül, kendi İfadeleriyle kılıçlı peygamber oluşu ve
hele “Adem’in çocukları onun güzelliğinden birer parçasını yitiregeldİ; bu
yitiriş şimdi so­na erdi” (Tecrid: 1367) ve Veda Haccında “Za­man,
Allah’ın gökleri, yerleri yarattığı günkü durumuna gelmiştir” (Teaid:
1657) buyuruşla-rı, gerek zamanın başlangıç noktasına gelme­si, gerek
bozulmanın durmuş olması, gerek Kalki tasvirindeki gerek beyaz at ve kılıç, ge­rekse
son avatara’mn tüm insanlık için oluşu açılarından bakıldığında, yeni bir
zamanın, yepyeni bir Altın Çağ1 m onunla başlamış bu­lunduğu yorumuna
varılabilir. Hindu Kutsal Kitaplarında da O’na dair doğru haberler sak­lı
kalmış olabilir.

Bununla birlikte,
müslümanlarca yazılmış birçok kitaplarda ve özellikle Birunİ’nin
Kita-bu’t-Tahkik mâ H’l-Hind adlı eserinde dinlere ilişkin bilgi verilirken
karşılaştırmalı ve geniş bir biçimde yer almış olmasına, dolayısıyla
müslümanlar bakımından bilinmeyen bîr
yanı-nınbulunmamasmavebaştaMuhyiddİn-iAra-bî olmak üzere kimi mutasavvıflarca
az-çok değişik biçimde benimsenmesine rağmen, ge-nelde Önemsenmeyen; ancak
temel hakikat ge­leneği diye adlandırdıkları espriyi dinlerin üs­tünde bir
konuma oturtan Rene Guenon (Ab-dulvahid Yahya) Frithjof Schuon (İsa Nured-din)
ve Martin Lings (Ebubekir Siraceddİn) gibi çağdaş sufi yazarların eserlerinin
çevirile-riylcyeniden gündeme gelen bu öğretinin, ger­çekte, Hermetik kökenli
kozmolojik yorumla­rın bir devamı olduğunu söyleyebiliriz. Nite­kim,
“artık kimsenin anlamadığı eski kutsal öğ­retiler de bu anlayışsızlık
yüzünden, kelime­nin tam anlamıyla putatapıcılık şekline dönüş­müş, derin anlamlarını
yitirerek batıl inançlar haline gelmiştir” cümlesi de, Altın Çağ’ın çağı­mızda
yeniden gündeme girmesinde payı olan Rene Gueonon’a aittir.

Zübeyir YETİK[1]

 



[1] Sosyal Bilimler Ansiklopedisi, Risale Yayınları:
1/26-28.

İlgili Makaleler