Kimdir

Aşık Çelebi kimdir? Hayatı ve eserleri

Aşık Çelebi kimdir? Hayatı ve eserleri: Türk şair ve bilginlerinden. Asıl adı Mehmed’dir. Soyu Peygamber efendimize kadar ulaşır. Büyük babası Seyyid Muhammed Natta, Emir Buhari ile birlikte Bursa’ya gelmiş ve burada yerleşmiştir. Sultan Bayezid kızını Emir Buhari’ye verirken, veziri Halil Paşa da kızını Seyyid Natta’ya vermiş, Ebu İshak medrese ve zaviyesini onun için yaptırmıştır. Aşık Çelebi’nin babası Seyyid Ali, babası gibi müderrislik yapmamış, tahsilini tamamlayarak, kadılıklarda bulunmuştur. Aşık Çelebi 1519 (H.926) yılında Prizen’de doğdu. Tahsilini devrin önde gelen ilim adamlarından Süruri, Taşköprüzade, Arabzade Abdülbaki Efendi, Ebüssü’ud, Emir Gisu ve Muhyiddin Fenari’nin yanında tamamladıktan sonra, kadılık yolunu tutup Silivri, Priştine, Süfrice ve Narda kadılıklarında bulunmuş, sonra hakkında yapılan şikayet üzerine Alaiye kadılığına gönderilmiştir. Dedesi Müeyyedzade vasıtasıyla devrin tanınmış şairleriyle dostluklar kurmuş, bunun sonunda yazdığı Meşair-üş-Şuara adlı eserini 1568 yılında Sultan İkinci Selim Hana takdim etmiştir. Ayrıca Taşköprizade’nin Şakaik adlı eserine yaptığı zeylini, ilavesini sadrazam Sokullu Mehmed Paşa’ya sunmuştur. Kendisine mükafat olarak, Üsküp kadılığı verilmiş ve 1571 (H.979)’da vefat edinceye kadar bu vazifede kalmıştır.

Kuvvetli bir medrese tahsili gören Aşık Çelebi, birçok kıymetli edebi, tarihi ve dini eserler vermiştir. Yukarıda ismi geçen eserlerinden başka, Bursa’nın güzelliğini anlatan Şehrengiz-i Bursa; şiirlerini topladığı Divan, Zigetvarname, Terceme-i Ravdat-üş-Şüheda, Terceme-i Ravd-ül-Ahyar, Ehadis-i Erbain (Kırk hadise dairdir.) İmam-ı Gazali’nin Nesayıh-ı Müluk adlı eserin tercümesi yanında, birçok tercüme ve telifi vardır. Fakat daha çok Meşair-üş-Şuara adlı eseri ile tanınmıştır. Bu eseri yazarken, gezip dolaşarak devrin şairleri ile temas kurduğu gibi, kendinden önce yazılan tezkireleri görmeyi de ihmal etmemiştir. Anadalu Türkçesi ile yazılan dördüncü tezkiredir. Bu eserini Çernova kadısıyken 1568 yılında ebced usulüne göre tertip etmiştir. Eser sadece bir şairler tezkiresi değil, aynı zamanda devrin sosyal hayatını canlı bir üslupla dile getiren bir kaynaktır.

KAYNAK: REHBER ANSİKLOPEDİSİ, 1. CİLT

Âşık Çelebi kimdir? Hayatı ve eserleri hakkında bilgi: (1520-1572) Osmanlı tezkire yazarı, şair. 14-16. yy. arasında yetişen şairleri kapsayan önemli bir tezkire yazmıştır. Prizren’de doğdu, Üsküp’te öldü. Asıl adı Pîr Mehmed, mahlası Âşık’tır. Klasik Türk edebiyatında Meşâirü’ş-Şüera ya da Âşık Çelebi tezkiresi de denen tezkiresi ile tanınır.

Âşık Çelebi’nin doğum tarihine babasının düşür­düğü Feyz-i İlâh (Tanrı’nın lütfu: Arap harfleri ile sayı değeri hicri 920) onun 1520’de doğduğunu kanıtlamaktadır. Seyyid ailesinden olan dedesi Meh­med Nattâ 14. yüzyıl sonunda Emir Sultan Buhari (ölüm. 1429/30) ile Bursa’ya gelmiş ve orada yerleş­miştir. Ebu İshak zaviyesine şeyh ve mütevelli (vakıf işlerinde vakfiye koşullarını şer’i yolda yürütmek üzere atanan kişi) olarak atanmış kendisine ayrıca “nakibü’l-eşraflık” (Hz. Muhammed’in soyundan ge­lenler arasından seçilip, onların her işini gören ve onları devlet önünde temsil eden kişiye verilen ad) görevi de verilmiştir. Mehmed Nattâ’nın ölümü üzerine aynı göreve oğlu Zeyne’l-âbidin atandı. Âşık Çelebi’nin babası Zeyne’l-âbidin’in oğlu Seyyid Ali’dir. Seyyid Alı babasının yardımcısı olmuş ve onun ölümü üzerine çeşitli yerlerde kadılıklarda bulunmuş, Filibe kadısı iken ölmüştür.

Âşık Çelebi’nin annesi ise II. Bayezid’in kadıaskerlerinden Müeyyedzade’nin kızıdır. Âşık Çelebi’ nin hayatı hakkında en sağlıklı bilgi yine kendi tezkiresindedir. Tezkiresinin ön kısmında Rumeli’de doğduğunu, oraları çok sevdiğini ve çocukluğunu oralarda geçirdiğini anlatmıştır. Önce annesini daha sonra da babasını kaybeden Âşık Çelebi öğreniminde devrin ilen gelen bilim adamlarından yararlanmıştır. Bunlar arasında Sururi, Taşköprizade, Arapzade Abdülbaki Efendi, Ebussuud, Emir Gîsû Efendi, Muhyiddin Fenari Efendi sayılabilir. Müeyyedzade’nın torunu olması, Fenan Muhyiddin’le olan dostluğu ve babasının arkadaşları aracılığıyla oldukça geniş bir çevre edindi. Böylelikle tezkiresinde gerek toplumsal çevreleri, gerekse sanat çevrelerini, gözlemlerine daya­narak çok iyi bir biçimde, özellikle yakından tanıdığı kişileri çok renkli bir anlatımla betimlemeyi başarmış­tır. Bunlar arasında Zati’nin kitapçı dükkânını, Rahiki’nin Mahmutpaşa’daki attar dükkânını, Galata ve Hasköy meyhanelerini, Aşkı ve Kandî’yi sayabiliriz.

Âşık Çelebi, önce Bursa mahkemesinde kâtip olarak görev yaptı. 1541/42’de Emir Sultan Vakfına mütevelli olarak atandı. 1546’ya kadar bu görevini sürdüren Âşık Çelebi, Muradiye müderrisi Ruşenîzade’nin Bursa’daki vakıfları denetlemek üzere görev­lendirilmesi ve bu denetleme sonucunda Âşık Çelebi için iyi rapor vermemesi üzerine azledildi ve İstanbul’ a geldi, bu tarihte İstanbul’da kadı olan eski koruyu­cusu Emir Gîsû Efendi, Âşık Çelebi’ye mahkemesin­de kâtiplik görevi vermiştir. Bu ara Emir Gîsû Efendi, Divan Kâtipliği reisliğine Âşık Çelebi’yi ve Bursa’dan da arkadaşı olan ve aynı yerde Âşık Çelebi ile birlikte kâtiplik yapan Sun’î’yi aday olarak göstermişse de, Âşık Çelebi bu görevi elde edememiştir. Tezkiresinde bu olaydan bahseder, hatta Rüstem Paşa’nın kendisini yeğlediği halde görevi yine de alamadığını yazar. Bu arada Ebussuud’a da kâtiplik ettiğini yine kendisin­den öğreniyoruz.

1547’de hocası Muhyiddin’in ölmesi üzerine icazetnamesini (diploma) almakta hayli sıkıntı çek­miş fakat Rumeli kazaskeri Bostan Efendi sayesinde mülâzım (medrese öğrenimini bitirip diploma alan kişi) olabilmiştir. 1550’de Silivri’ye kadı olarak atan­dığım Kandî’nin “Geldi Âşık ol Silivri hakimi” (ebcede göre 957 etmektedir) tarih mısraından öğren­mekteyiz. Yine bu tarihte evlenmiş ve Kandı “Tezevvüc bâd ey Âşık müebbed” tarihi mısraını yazmıştır. Yine Silivri’de karısından ayrıldığını tezkiresinde şu beyitle anlatmıştır: “Çoktan isterdim zen-i dünyaya ben vermek talâk- Hamdilillah sözümün Âşık bugün oldum eri”.

Âşık Çelebi, Silivri’deki görevinden sonra araya kimi dostlarının da girmesiyle Priştine’ye daha sonra da Serfiçe’ye nakledilmiştir. Burdaki görevi sırasında birdenbire azledilmesi, Âşık Çelebi’yi parasal sıkıntı­ya soktuğu gibi tezkiresi üzerindeki çalışmalarını da etkilemiştir. Bir süre sonra Narda’ya (bugünkü Arta) kadı olmuştur. Fakat kendisinden önce Narda’da kadı olarak görev yapan ve birtakım nüfuzlu kişilerin çıkarı için görevini kötüye kullanan Musa Kadı ve Narda Voyvodası Ferruh Kethuda’nın oyunları yü­zünden azledilmiştir. Bu olaydan çok etkilenen Âşık Çelebi, tezkiresinde Musa Kadı hakkında uzunca bilgi vermiş onun ne tür bir adam olduğunu açıkça belirtmiş ve bu arada bilgisizliğini de, “Karnın yarsan kara elif çıkmaz”, şeklinde vurgulamıştır.

1562 yılında Manavgat’ın Alaiye kadılığına atanmış fakat orada çok kalmamış, Kanunî Süleyman’ ın “Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi” mısraı ile başlayan ünlü gazelini tahmis (bir gazelin her beyitine üçer mısra eklenerek onu muhammes -beşleme- haline getirmek) etmiş ve dostlarının da araya girmesi ile Niğbolu kadılığına atanmıştır. Bun­dan bir süre sonra da Âşık Çelebi’yi Çernovi kadısı olarak görmekteyiz (1563). Âşık Çelebi’nin 1566’da Ali Reis’in kayığını, Rusçuk’tan geçerken karşılama­ması azline neden olmuştur. Bu olaydan sonra, Sigetvar’dan Belgrat yoluyla İstanbul’a dönmekte olan II. Selim’e bir gazel ve bir arzuhal sunarak Kartova kadılığını elde etmiştir. 1568/69’da bu göre­vinden de azledilmiştir.

Âşık Çelebi’nin ölümüne Cenanî ve Valihî tarih düşürmüştür. Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nde Üsküp’teki mezar taşında “Âşık sefer eyledi cihandan (979/1572)” tarihinin yazılı olduğu kayıtlıdır.

Âşık Çelebi’nin başlıca yapıtları şunlardır:

Revzatü’ş-Şüheda Çevirisi: Hüseyin Vaiz Kâşifî’nin aynı addaki yapıtının 1546/47’den önce Türkçe’ye çeviri­sidir. Konusu Hazret-i Ali’nin oğullarından Hüseyin’ in Kerbelâ’da şehit edilmesi olayıdır.

Şakayıku’n-Numaniye Çevirisi: Taşköprîzade’ nin yapıtının çevirisidir. Âşık Çelebi bu yapıtı Taşköprîzade’ye özellikle kendisi sunmuştur. Bu çeviri Mecdi’ninki kadar başarıya ulaşmamıştır.

et-Tıbrü’l-Mesbuk fî Nasibati’l- Mulûk Çevirisi: Gazalî’nin Sultan Sencer’in emri üzerine huzurunda geçen konuşmaları Farsça olarak yazdığı yapıtın Arapça çevirisinden Türkçe’ye Âşık Çelebi tarafından aktarılmış biçimidir.

Şerh-i Ehadis-i Erbain: Ataî, onun iki ehadis-i erbain’i olduğunu kaydeder. Birisi kendi derlemesi­dir, öteki ise Kemalpaşazade’nin Arapça derlemesi ve şerhinin çevirisidir.

Ravzü’l-Ahyar Çevirisi: Muhyiddin Muhammed bin el-Hatib el-Kasım’ın aynı addaki yapıtının II. Selim adına çevirisidir. Devlet yönetimi ile ilgilidir.

Mi’racü’l-Ayale ve Minhacü’l-Adale: İbn Teymiye’nin es-Siyasetü’ş-Şer’iyye fî Islahi’r-raiyye adlı ahlak ve siyasetle ilgili yapıtının Türkçe’ye çevirisidir. II. Selim adına yapılmıştır.

Zeylü’ş-Şakayık: Şakayık’a zeyl olarak yazılan bu kitap Sokullu Mehmed Paşa’ya sunulmuştur.

Sigetvarnâme:        Kanunî Süleyman’ın Sigetvar seferi ile ilgili manzum mesnevi tarzında yazılmış bir yapıttır. Ancak bu yapıt şimdiye değin ele geçme­miştir.

Meşâirü’ş-Şüara: Âşık Çelebi’nin hem tezkire türünde, hem de inşa tarzında yazmış olduğu şairlerin yaşamlarını içeren yapıtıdır. 16. yy’da Anadolu’daki ilk örneği Sehi’den başlamak üzere Âşık Çelebi’ye gelinceye değin üç tezkire yazılmıştır. Dördüncüsü Âşık Çelebi’nin tezkiresidir. Bunlar dahil, 20. yüzyı­lın başına değin yazılan hiçbir tezkire gerek üslup, gerek içerik bakımından Âşık Çelebi’nin yapıtına ulaşamamıştır. Sehi Bey’in Heşt Bihişt (sekiz tabakaya bölündüğü için “sekiz cennet” anlamına gelen bu ad konmuştur) adlı tezkiresinin ortaya çıkması ve edebi­yat çevrelerince beğenilmesi üzerine 1543/44’te İstanbul’da bulunan Âşık Çelebi ile Latifî de böyle birer tezkire yazmaya karar vermişler ve ikisi aralarında konuşarak tezkirelerinin düzenleri üzerinde anlaşmış­lardır. Âşık Çelebi tezkiresinde bunu şöyle anlatır: “Latifî devirlere göre düzenleyecek, ben ise alfabetik olarak hazırlayacaktım. Fakat o tezkiresinde benim izleyeceğim yolu kullandı. Bunun üzerine ben üzüle­rek on beş yıldan fazla toplamış olduğum bilgileri bir yana bıraktım.” Latifî, tezkiresini alfabetik düzene göre hazırlayarak 1546’da bitirmiş ve tezkiresinde Aşık Çelebi’den söz ederken tezkire yazma fikrine ilişkin hiçbir şey yazmamış sadece Ravzatü’ş-Şüheda çevirisini kaydetmiştir. Âşık Çelebi ise, Latifî’nin tezkiresini beğenmekle birlikte yazarların çoğunu Kastamonulu gösterdiği için çatmış ve çağdaşlarının bu tezkireye Kastamonunâme dediklerim kaydetmiş­tir. Ancak Latifi tezkiresinin bundan başka kusuru olmadığını da sözlerine eklemiştir. Latifi, sözünde durmayarak tezkiresini şairlerin adlarının ilk harfleri­ne göre sıraladığı için Âşık Çelebi de tezkiresini ebced düzenine göre sıralamıştır. Tezkiresi üzerinde çalış­malarını II. Selim tahta geçtikten sonra hızlandırmış, 1566’da onun adına bitirmiştir. Tezkirenin başında uzun bir giriş vardır. Girişte önce şiir ve şairden söz eden Âşık Çelebi, daha sonra kimi şairlerden ve yapıtlarından söz eder. Daha sonra Fatih’ten (Avnî) başlayarak II. Selim’e dek padişahları ve şiirlerini ele alır. Mahlasının Âşık olduğunu da belirterek kendin­den önceki tezkirelere geçer ve Latifi ile arasında geçenleri de anlattıktan sonra kitap yazmada öngör­düğü altı özelliği kaydeder.

Tezkire nüshalarına göre şair sayısı 360 ile 424 arasında değişmektedir. Şairler hakkında verdiği bilgi­lerin yanı sıra, dönemin toplumsal yaşamını eğlence yerlerini, zevkini, nükte anlayışını yansıtması açısın­dan da Âşık Çelebi’nin tezkiresi edebiyat tarihinde önemli bir yer tutar. Kendisinin de söylediği gibi bu tezkire bir Tevarihü’ş-Şuara, bir şairler tarihidir.

Mecmua-i Sukûk: Bu yapıttan yalnız Ataî söz eder. Mahkeme kâtipliği ve kadılığı sırasında yazdığı birtakım yazıların derlenmesinden oluştuğu düşünül­mektedir.

Şehrengiz-i Bursa: 1541/42’de yazılmıştır. Bursa’nın güzellerini anlatan küçük manzum bir risaledir.

Divan: Âşık Çelebi’nin Serfiçe kadısı iken yaz­mış olduğu şiirlerden oluşur.

YAPITLAR:

Kaynak: Türk ve Dünya Ünlüleri Ansiklopedisi, 9. cilt, Anadolu yayıncılık, 1983

İlgili Makaleler