RAFIZİLİK
RAFIZİLİK
Kelime anlamıyla
‘terketmek’ demek olup, İslâm tarihinde kazandığı anlam ve muhtevayla, Özel
olarak, Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer hakkındaki görüşlerinden dolayı Zeyd bin Ali
Zeynelabidın’den ayrılan, genel olarak ise başta İmamiyye olmak üzere hemen
hemen bütün Şiî gruplarını içine alacak şekilde kullanılan bir kavramdır.
İslâm târihinde iç
çekişmelere ve özellikle itikadı mezhepleşmeye sebep olan etkenlerin başında
Hilâfet meselesinin geldiğini söylemek abartma olmayacaktır. Öyle ki, itikadı
bir mesele değilken daha sonra kazandığı Önem nedeniyle itikadı meseleler
arasına girmiş ve akaid ve kelâm kitaplarında Halifelik başlığı altında
incelendiği gibi, itikadı mezhebler ve hattâ önemli imamlar ve mezheb imamları
tanıtılırken, bütün bunların Halifelik konusundaki görüş ve inançları da söz
konusu edilmiştir.
Rasulullah’ın (s.)
vefatının ardından Hz. Ebu Bekir’in ilk halife seçilmesiyle başlamış olmakla
birlikte çabuk kapanan, fakat Hz. Osman’ın on iki yıllık hilâfetinin ikinci
altıncı yılında yeniden gündeme gelerek onun şehid edilmesi ve Hz. Ali
zamanındaki, Cemel, Sıffin savaşlarıyla, Haricilik, adlı bir akımın da
doğmasından sorumlu olan Halifelik konusundaki ihtilâflar artık daha sonraki
dönemlerde en çok tartışılan sorunların başında yer almıştır.
Gerek çok küçük
yaşından itibaren Rasulullah’ın evinde ve terbiyesinde büyümüş olması, gerek
İslâm’ı Hz. Hatice’yle birlikte ilk kabul eden ve her bakımdan İslâm’a en büyük
omuz verenlerin başında yer alması ve gerekse imanı, islâm i, ilmi, cesareti ve
savaşçılığı gibi meziyet ve faziletleriyle tebarüz edip hakkında pek çok ayetin
inip, pek çok hadîsin de irad edilmiş olması, hepsinden önemlisi Kur’an’da ve
hadiste sevilip kendilerine uyulması istenen Elh-i Beyt’e dahil bulunması gibi
faktörlerin etkisinin yanışını, kendi halifeliği dönemindeki uygulamalarıyla
da Hz. Ali’nin etrafında belli bir mü’minler grubunun kümelendiği tarihî bir
gerçektir. Bu grup, Hz. Ali’nin şehid edilmesi, Rasulullah’ın iki sevgili
torunundan Hz. Hasan’m altı aylık talihsiz hilâfeti ve daha sonra zehirlenerek
şehid edilmesi ve nihayet Rasulullah’ın vefatından yarını asır sonra Hz.
Hüseyin’in de ev halkından ve Haşimîler’den 72 kişiyle birlikte Ker-belâ
çölünde şehit edilmeleriyle gittikçe bir ‘fırka’ halini almaya yüz tutmuştur.
Artık hadiselere fikri ve itikadı açıklamaların getirilmeğe de başlandığı bu
dönemde, Rasu-lullah’tan sonra ümmetin başına kimin geçmesi gerektiği ve
dolayısıyle ilk halifelerin de bu çerçevedeki konumu tartışmalara yol açmış ve
değişik görüşler ileri sürülür olmuştur. Hz. Hüseyin’in hayatta kalan tek
oğlu, ‘Abidlerin Süsü’ (Zeynü’l-abidîn) lakabıyla meşhur Hz. Ali (Zeynelabidîn)
ömrü boyunca ilim, ibadet, fakirlere ve kimsesizlere yardım, zühd ve takvadan
başka kendine yol seçmeyip, ‘siyasî konularda belki tek bir kelime bile
etmediğinden, onun vefatına kadar, yukarda sözü edilen ve kendilerine Ali’nin
Şiası, ya da sadece Şia denilen grup fıkhî konularda bile diğer müslümanlar
gibi davranmaktaydı; yani, Sahabe’nin ilk halifeler döneminde yerleşen
uygulamaları ufak tefek farklılıklarla birlikte hemen hemen tüm müslümanlarca
benimsenmiş durumdaydı. Daha sonra, tarihçiler, Hz. Ali Zeynelabidîn’in iki oğlundan
‘ilmi açan-yaran’ manâsında Bakır
lâkabiyla meşhur İmam
Muhammed’in, kardeşi imam Zeyd’den fıkhî konularda ve bilhassa halifelik
meselesinde bir takım farklı görüşler taşıdığını belirtirler. Hz. Zeyd, daha
çok ilk halifelerin ve özellikle Hz. Ömer’in uygulamalarına ve bilhassa Kûfeli
hadisçilerce nakledilen hadislere da yalı bir fıkıh ekolü geliştirirken,
Hilâfet konusunda işe şu görüşü savunuyordu:
“Hz. Ali, Hz. Ebu
Bekir ve Hz. Ömer’den daha faziletli olmakla birlikte, bu iki halifenin
hilafetleri haktır; çünkü, Hilâfet, veraset veya nass (Allah veya Peygamber
tarafından atanma) yoluyla olmadığı gibi, müslü-manlann menfaati gerektirirse,
adaletli ve hakka bağlı olmak şartıyla daha az faziletli olan da (mefdul)
halife olabilir. Hz. Ebu Bekir, ve Hz. Ömer de maslahat gereği müslümanlarca
seçilip, adalet ve haktan da ayrılmadıkları için hak halifedirler. Ayrıca,
gizli imam olmaz; Ehl-i Beyt’len de olsa imam veya halifenin bir davetçisi
olmalı, imamlığa lâyık kişi gerektiğinde kılıçla kendini ortaya
atmalıdır.”
Hz. Zeyd’in bu
görüşlerine karşılık, bilhassa Şiî tarihçiler, Hz. Muhammed el-Ba-kır ve daha
sonra oğlu Cafer es-Sadık’ın, İmamet’in Din’in temel mes’eleferinden olduğu,
halifelikle imamlık farklı olup, halifelik bir bakıma sadece ’emirlik’
sıfatıyla icrayı ilgilendirirken, îmamın vahy ve teşri (kanun koyma) dışında
Rasul’ün bütün fonksiyonlarına sahip bulunduğu, İslâm’ın iki temel esasından
olan Sünnet’in ve tüm îslâmî hükümlerin imam(lar)dan alınması gerektiği, bu
sebeplerle ve ayrıca Din’de ve aynı konuda farklı görüşler ve ihtilâf olamayacağından
imamın masum (günah işlemez, hata etmez) olması gerektiği, dolayısıyla imamın
müslümanlar tarafından seçilmeyip nassla tayin edildiği ve Hz. Ali ile oğullan
ve torunları Hz. Hasan, Hüseyin, Ali Zeynelabidin…’in imam, Hz. Ebu Bekir,
Hz. Ömer ve diğer halifelerin ise sadece ‘halife’ oldukları, İmam’ın imam olmak
için halk tarafından seçilmeye muhtaç olmayıp, seçilmemesinin imametini
düşürmeyeceği görüşünde olduklarını yazarlar. Hatla sünnî tarihçilerden
Şehrİstanî, Hz. Zeyd’in yukarda ifade edilen, imamın zalimlere karşı ayaklanıp,
imamlığını ortaya atmalı görüşü karşısında kardeşi Muhammed el-Bakır’ın,
“Öyleyse, sen babanın imamlığını inkâr ediyorsun, çünkü o hiç bir zaman
imamlık iddiasında bulunmadı” dediğini nakleder. İşte gerek bu
imamet-hilafet mes’elesi, gerekse aynı meseleyle bağlantılı olarak Hz. Ebu
Bekir ve Hz. Ömer’in hak imam veya halife olup olmadıkları konusunun dönemin
Şiîlerince tartışılır hale gelmesi, bizzat Şiîler arasında bölünmelere yol
açmıştır. Sözgelimi, Küfe şiilerinden Ebu Bekir bin Muhammed el-Hadramî ve
kardeşi Alkame Hz. Zeyd’e gelerek, “Ali kılıca başvurmadan önce de imam
mıydı, değil miydi?” diye sormuşlar, Hz. Zeyd bu soruya cevap vermeyi
reddedince kendisine olan biatla-nndan vazgeçmişlerdir. Yine, rivayetlere göre,
daha önce kendisine biat etmiş bulunan bazı Şiîler de, onun Hz. Ebu Bekir’le
Hz. Ömer’in hak halife olduktan konusundaki ısrarı ve onlardan tebberî
(uzaklaşma) etmemesi gibi nedenlerle Hz. Zeyd’i terket-mişler ve Hz. Zeyd de
bunlara “rafez-tümûnî” (beni terkettiniz) demiştir ki, bundan böyle
‘nassla imamet’ konusunda ısrarlı olan Şiîler’e ‘Rafiza’, mezheblerine de
‘Ra-fizîlik’ denegelmişlir.
Sünnî imamlardan
el-Eş’arî, Rafizîler’i, Ğulât (Aşırılar) ve Zeydîlerle birlikte
Şia’nın üç kolundan
biri olarak gösterir, ona göre, Rafızîlik îmamiyye’nin bir diğer adıdır.
Rafızîliği Zeydiyye’nin kollarından biri olarak gösterenler de vardır. Meselâ;
meşhur mezhebler tarihi yazarlarından Abdül-kahir el-Bağdadî, îmamiyye,
Kcysaniyyc ve Ğulât ile birlikte Zeydîleri de Rafizî-ler’den sayar ve
Rafızîliği tüm Şiiliğe genel ad olarak kullanır. Bu kelime zamanla ve bugün
Şiîliği daha çok aşağılamak için kullanılan bir tabir halini almış, fakat
Eht-i Sünnet alimleri, Ğulât dışında Şiîler’i ve/veya Rafizîler’i küfre
düşmeyen müslü-manlardan saymışlardır.
Ali ÜNAL Bk. Ehl-i
Sünnet, Şiilik