Hüseyin Avni Bey (ö. 1883) Türk edebiyatının Batı tesirine girdiği sıralarda eski tarzı devam ettirenlerin en kudretlisi, son divan şairi.
Tahminen 1826-1827’de, bugün Yunanistan sınırları içinde kalmış olan Yenişehir’de (Larisse) doğdu. Babası, bazı kethüdâlıklarda bulunmuş olan Sıdkı Ebû-bekir Paşa’dır. Hüseyin Avni’nin nerelerde ve hangi mekteplerde tahsil gördüğüne dair kaynaklarda fazla bilgi yoktur. Ancak Abdurrahman Sami Paşa’nın Tırhala mutasarrıflığı sırasında babası kethüdâlık görevini yaparken, aynı zamanda şair olan bu zattan faydalandığı, hatta on iki yıl çevresinde bulunduğu ve ondan Mesnevi” okuduğu biliniyor. Sami Paşa’nın Vidin valiliğine tayininde Avni Bey de onun kâtiplik vazifesini üstlendi. 1854’te bu görevde bulunduğu, bir mecmuaya yazdığı gazeline koyduğu tarihten anlaşılmaktadır. 1855’te İstanbul’a gitti ve o sırada Beşiktaş Mevlevîhânesi postnişini olan hemşehrisi Nazif Dede’nin kızı Emine Hanım’la evlendi. Fakat eşi bu evlilikten dokuz yıl sonra vefat etmiş, Avni Bey on altı yıl yalnız yaşadıktan sonra yeniden evlenmiştir. 18S9’da Mustafa Nuri Paşa Bağdat valiliğine ve Irak müşirliğine tayin edilince divan kâtibi olarak onunla birlikte gitti. Oradan hangi tarihte İstanbul’a döndüğü belli değilse de Suphi Paşa’nın kurduğu Tahrîr-i Emlâk İdaresi’ne memur olduğu, bir ara memuriyetle Gelibolu’ya gittiği biliniyor. Gelibolu dönüşünde İstanbul Şehremâneti’nde çalıştı. Hayatının son zamanlarında da Üsküdar Bidayet Mahkemesi âzalığında bulundu. Hakkında yazılanlardan ve divanındaki birçok şiirden hayatının zaruret içinde geçtiği anlaşılıyor. 7 Ekim 1883’te vefat etti; vasiyetine uyularak ilk eşinin Eyüp’te Bahariye Dergâhı semâhânesindeki mezarının yanına defnedildi. Avni Bey’in bu hanımdan Hüsâmeddin ve Muhsine (ö. 1916) adlarında iki çocuğu doğmuştu. Hüsâmeddin onun sağlığında, hanımının vefatından kırk gün sonra Öldü. Muhsine ise bir ara Ankara defterdarlığı görevinde bulunmuş olan Şevki Bey’le evlenmiş, ondan Hüseyin Avni (Aktuç), Nizamettin (Aktuç) ve Fahrünnisa adında üç çocuğu olmuştur.
Edebi Kişiliği
Avni Bey kekeme idi. Divanında bunu belirten şiirler vardır. Aralarında Osman Şems Efendi, Manastırlı Nailî, Hersekli Arif Hikmet Bey, Leskofçalı Galib Bey, Kâzım Paşa ve Üsküdarlı Hakkı Bey’in de bulunduğu Encümen-i Şuarâ toplantılarında saygı gören Avni Bey Arapça, Farsça ve Rumca’dan başka biraz da Fransızca biliyordu. Fars dili ve edebiyatına derin vukufu vardı. Enverî, Sa’dî, Feyzî, Örfî ve Kaânî gibi büyük Fars şairlerinin divanlarından pek çok beyit ezberlemişti. Türk şairlerinden de Fuzûlî, Fehîm, Nef’î, Nedîm ve Şeyh Galib’i çok okuduğu şiirlerinden anlaşılıyor. Avni Bey’in Nazif Dede ile tanışıp ona damat olmadan önce Mevlevî tarikatına intisap etmiş olması muhtemeldir. Onu yakından tanıyanlar Meşnevfyi ve Dîvân-ı Kebir’i elinden düşürmediğini kaydederler. Şiirlerinde tasavvuf düşüncesi, bilhassa vahdet-i vücûd görüşü hâkimdir. Kayınpederi müfrit bir Bâtınî – Alevî idi (Gölpinarlı, s. 230-2321. Belki onun tesiriyle, fakat onunki kadar aşın olmamakla birlikte Avni Bey’in bazı şiirlerinde Ehl-i beyt sevgisinin de ötesinde Alevilik neşvesi görülür. Ancak kendisinin her haliyle bir peygamber âşığı olduğu muhakkaktır.
Oldukça hacimli olan divanında, bir divanda bulunması mûtat olan nazım şekillerinin hemen hemen hepsi vardır. Kaside vadisinde birçok şair gibi Nef’î’nin yolundan gitmiştir. Na’tlarında ve Hz. Ali ile Mevlânâ’yı övdüğü kasidelerinde o büyük kaside üstadına yetişen tek şair olduğunu, hatta zaman zaman onu aştığını söylemek mübalağa sayılmaz. Gazellerinin birçoğu fikrî derinlik bakımından Galib’i, hikmetli sözler içermesi yönünden Nâbî’yi. lirik oluşuyla Fuzûlî’yi andırır. Buna rağmen onun orijinal bir şair olduğunu söylemek gerekir. Avni Bey doğuştan şairdi; ayrıca çok okuduğu, okuduğunu da iyice anladığı şiirlerinde gayet açık olarak görülmektedir. Tasavvufu hal edinmekle kalmadığı, bu sistemin bütün inceliklerine de vâkıf olduğu aşikârdır. Osman Şems Efendi dışında kalan diğer şairlerde bir kuru bilgi gösterisi, çok defa kelime ve kavram kalabalığı olarak görünen tasavvuf deyimleri onda şiirin iç ve dış ahengini sağlayan estetik unsurlar halindedir. Bütün bu özellikler Avni Bey’i son divan şairi olarak vasıflandırmaya yarayan niteliklerdir.
Eserleri
1. Divan. 13O6’da (1888) damadı Şevki Bey tarafından bastırılmıştır. Bu baskıda birçok yanlışlıklar vardır ve eksiktir. Veled Çelebi’nin tertip ettiği tam nüsha şimdi İl Halk Kütüphanesi Uzluk Bölümü’nde bulunan (nr. 6945, 6947] Konya Mevlânâ Enstitüsü yazmasıdır. Bu nüshanın sonunda Farsça şiirlerinden meydana gelmiş bir divançesi de bulunmaktadır. Suud Yavsfnin bundan istinsah ettiği nüsha ise oğlu Celâl Yavsî’nin elinde idi.
2. Mir’ât-ı Cünûn. Birtakım psikopat tipleri mizah üslubuyla tarif ettiği eseridir (nşr. M. Çavuşoğlu, Symposium, nr. 1, İstanbul 1965, s. 5-201. Şeyh Galib’in Hüsn ü Aşk’ına nazire olarak kaleme aldığı Âteşgede ve Mesnevi tercümesi tamamlanmamıştır. Âbnâme, Bahariye Dergâhı’nın susuzluğundan şikâyet için II. Abdülhamid’e sunulmuş yarı manzum seçili bir dilekçedir. Bütün bu eserler Veled Çelebi’nin tertip ettiği divanda vardır. Bazı terimlerin mânalarını açıkladığı sözlükle Rumca’dan tercüme ettiği söylenilen İntak adlı romanı tesbit edilememiştir. Avni Bey’in hicivlerini Nihân-ı Kazâ adlı bir mecmuada topladığı, fakat damadının ikazı üzerine bu eseri yaktığı rivayet edilir.
Diyanet İslam Ansiklopedisi