TEVHİD
Arapça bir kelime
olup, sözcük olarak “birlemek’, Özellikle Islâmî ilimlerin tedvin
zamanında kazandığı teknik anlamıyla Zat, Sıfat ve Fiilleriyle bir Allah’a
inanma ve ferdî ve toplumsal planda bütün hayatı bu inanca göre düzenleme
demektir.
Kur’an-ı Kerim’in
temel maksatlarından en önemlisi, Allah’ın varlığını ve birliğini, bir başka
deyişle Kâinat1! yaratan ve idare edenin Rubûbiyet’i, Ulûhiyet’i ve
Mâliki-yet’iyle yalnızca Allah olduğunu her seviyede ispatla ilân ve bilhassa
cinler ve insanlar gibi irade sahibi yaratıklara yine her seviyede Allah’ı
tanıtmak (ma’rifet)ür. Belki her ayette, hattâ her kelimede güdülen bu maksadın
en özlü biçimde, Tevhîd Suresi de denilen thlâs Suresi’nde açıklandığı görülür.
De: “O’dur”.
İslâm tarihinde
ma’rifet’in en derin ve en-füsî yolla tahsil edildiği Tasavvuf mekte-bince en
çok tavsiye edilen zikir seldi işte bu ‘O’ Arapça asK şekliyle ‘Hüve’ ve
“Lâ Hüve illâ Hû’ (Yok o, ancak O var) olagelmiştir. İslâm’ın temeli olan
Tevhîd, her yönüyle, zihnî, kalbî ve amelî, enfüsî ve afakî cihet-leriyle bu
tıüve’ lafzında gizlidir. Allah karşısında kişiyi isyana ve tekebbüre sevk
eden “ben’in (ene) bırakılıp ‘benliğin’ (enaniyet) yırtılarak ‘Hüve-O’nun
gösterilmesinden, her bir zerreye uzanan ve her bir zerrede tasarrufta bulunan
aym-Hüve’yi görmeye kadar kişilerin seviyesine göre mertebeleşen bir Tevhid
vardır.
Bir avuç toprak,
kabında çiçeklere saksılık eder; aynı yiyecek erkekte menî, dişide süt ve
yumurtacık üremesine sebep olurken, aynı toprak binlerce çeşitte, renk ve
tatta bitkiye analık eder. Eğer bu tabiata ve sebeplere havale edilse ya o
kapta, toprakta veya yiyecekte küçük ölçülerde yüzer, belki çiçekler,
bitkiler, besinler adetince manevî fabrikaların ve makinelerin bulunduğu ya da
topraktaki, bedendeki veya besinlerdeki her bir zerre ve hücrenin bütün o ayrı
ayn çiçekleri, bitkileri ve bedenleri farklı farklı özellikleri ve hayatlar
cihazlarıyla bildiği ve adeta bir ilâh gibi sınırsız ilim ve kudrete sahip
olduğu kabul edilecektir. Yine bunun gibi, Allah’ın emr ve iradesinin bir
taşıyıcısı olan havanın her bir zerresi ve bir nefes kadar olan ‘Hüve’
lâfzındaki havada küçücük mikyasta, bütün dünyada mevcud telefonların, telsiz
ve telgrafların, radyoların ve hadsiz ve muhtelif konuşmaların merkezleri,
santrallan, alıcı ve vericileri bulunsun ve her bir zerre o hadsiz işleri beraber
ve bir anda yapabilsin; ya da havanın her bir zerresi, bütün telefon, telgraf
ve telsizle konuşanların dillerini bilsin, karıştırmadan her birini anında ve
aynı anda aktarsın veya konuşanlar kadar manevî şahsiyetlere ve kabiliyetlere
sahip olsun; nasıl böyle bir durum muhallerin en muhaliyse, küfür, şirk ve
materyalizm mesleği de aklen ve fiilen muhallerin en muhalidir. Öyleyse fcabul
etmek gerekir ki, bütün su, hava ve toprak zerrelerinden her bir canlının
hücrelerine, yerden yedi kat göklere ve bütün gezegenlere kadar ilmi, iradesi,
hükmü ve kudreti uzanan ve Kendi’nden hiç bir şeyin gizli kalamayacağı
“Bir Hüve’nin varlığı mutlak zarurettir ve gerçektir.
Evet,
“O’dur”; O’ya doğrudan işarettir bu; bütün sebepleri ‘isim’den öteye
geçirmeyen ve yırtan Tevhid’e işaret vardır bunda. ‘Ene’ perdesini sıyırıp
‘O’nun karşısında Tevhid’e garkolan ehl-i Tevhid, “Lâ
Meşhûde illâ Hü-Ne
görüyorsam, iç ve dış duyularım neye uzanıyorsa O’ndandır, O’nun
tecellisidir” der.
“Allahü
ehad.”
Allah, Kendisi’ne
ibadet edilmesi gereken tek llâh’tır; yani, “Lâ Mal>ûde illâ Hû-O’ndan
başka ibadet edilecek yoktur.” O halde, Tevhîd, nasıl İnsanlar ve cinler
dışındaki bütün varlıklar Ona hiç isyansız ibadet ediyor, ancak O’nu teşbih
edip, O’nun önünde tapınmak için rükû ve secdeye varıyorsa, insanlarla
cinlerin de ancak O’na ibadet etmelerini gerekli kılar. Bu noktanın daha iyi
anlaşılması için şu hadisi nakletmek yerinde olacaktır:
Cömertliğiyle meşhur
Halem-i Taî’nin oğlu Adiy demiştir ki: “Resulü İlah’a geldim; boynumda
altından bir haç vardı. Resul ullah Tevbe S üresi’ni okuyordu ve bana “Ey
Adiy, şu boynundaki putu at” buyurdu, ben de attım. (Yahudiler)
hahamlarını ve (hristiyanlar) ruhbanlarını Allah’tan başka rabler edindiler,
Meryem oğlu Mesih’i de. Oysa, Tek tlâh’a ibadet etmekten başka bir şeyle
emrolunmamışlardı, başka ilâh yok ancak O var” ayetine gelince, “Ya
Rasullul-lah! Onlara ibadet etmezlerdi” dedim. Aleyhisselâtü ve’s-Selâm
buyurdu ki: “Allah’ın helâl kıldığını haram ederler, siz de haram tanımaz
mıydınız? Allah’ın haram kıldığına helâl derler, siz de helâl saymaz
mıydınız?” Ben de “evet” dedim. “İşte, bu onlara
ibadettir” buyurdular.
“Alİahü’
Samed”
Bu ayet. Tevhidin iki
yönünü ifade etmektedir
I. Tevhîd-i Rububiyyet
Evet, bütün Kâinat “O’ndan başka yaratıcı, O’ndan başka Öldürüp diriltici
ve hayat verici, O’ndan başka nzıklandıncı…. yoktur” der.
II. Tevhîd-i
Kayyumiyyet. Bütün Kâinat varlığını sürdürmede, hayatını idamede, vücud ve
bekada gerçek tesir sahibine ihtiyaç lisanıyla “O’ndan başka
Kayyûm-haya-tı sürdüren, Kâinat’ı ayakta tutan, vücuda devam ve beka kazandıran
yoktur” diye ilân eder.
“Lem yelid”.
Bu ayette Tevhîd-i
Celâli vardır. Bütün şirk çeşitlerini ve küfrü kökünden kesen bu ayet der ki:
“Değişen, üreyen, bölünüp birleşen ne Yaratıcı olabilir, ne Yaşaucı. Öyleyse,
Yaratan, Yaşatan parçalardan oluşmadığı gibi parçalanma da kabul etmez. O,
yarattıklarından, lacasa Kendi dışındaki hiç bir şeye benzemez; Zatıyla
benzemediği gibi sıfatlarıyla da benzemez.” Tevhid’in bu yönü
kavranamadığındandır ki, insanların pek çoğu şirke düşmüşler; kimi peygamberlerini
(Yahudiler Hz. Üzeyr’i, Hristiyan-lar Hz. İsa’yı), kimi bir takım büyük zatları
ve önderlerini (Gulât-ı Şia Hz. Ali’yi), kimi melekleri ve bir lakım ifrat ehli
filozoflar da “On akıl” gibi suduriyet nazariyesiyle bir takım vehmî
varlık lan ya Allah’tan türemiş veya doğmuş ya da ilâh kabul etmişlerdir.
“Velemyûled.”
Tevhîd-i Sermedî’yi
ilân eden bu ayet şöyle der:
“Vacib (varlığı
kendinden ve zorunlu), kadîm ve ezelî… olmayan, yani zaman içinde ortaya
çıkan, bir maddeden doğan, bir esastan ayrılan elbette Kâin al1 a sığınak, yani
İlâh olamaz. Bu bakımdan, Kâinat’taki hadiselerde Allah’ın, azametinin izzeti
için, bir takım kendini bilmezlerin söz ve şikâyetleri Zatı’na uzanmasın diye
fiillerine perde yaptığı sebeplere gerçek tesir vermek, yıldızlara veya
putlara tapmak, tabiat’ı adeta yaratıcı, hakikî tesir sahibi ve san’at eseri
yerine sanatkârın kendisi yapmak hep birer şirk çeşididir.”
“Ve lem yeldin
lehû küfüven ehad.”
Bu ayette Tevhid’in
tamamı vardır. Allah’ın ne Zat’ında eşinin, ne sıfatlarında benzerinin, ne de
fiillerinde ortağının olmadığını Tevhîd Suresi’nin bu son ayeti ilân etmektedir.
Allah, oluşum ve
parçalanma kabul etmediğinden, sıfatlan da aynı şekilde oluşum ve parçalanma
kabul etmez, mürekkeb değil basittir. Bu yüzden, O’nun sıfatlarında, timinde,
Kudretinde mertebe yoktur; nasıl olsun ki, mertebe müdahele sonucudur; meselâ,
aczin m iidahclesiyle kudrette mertebe meydana gelir. Allah’ın kudretine acz
müdahele edemez ki, Kudret’te mertebe olsun; bu yüzden, bir zerreyi yaraüp
idare etmekle, büyük bir gezegeni, hattâ Kâi-nat’ın tamamını yaratıp idare etmek
arasında O’nun Kudreti açısından hiç bir fark yoktur; o halde, zerreyi
yaratamayan Kâinat’ı, Kâinat’ı yaratamayan da zerreyi yaratamaz. Aynı şekilde,
ilmine de asla cehalet müdahele edemediğinden, ilminde de mertebe yoktur; bu
bakımdan, O parçayı da bütünü de, zerreyi de kürreyi de aynı derecede ve aynı
şekilde bilir. Diğer sıfatlan da aynen bunun gibidir.
Kâinat’ta bir şey her
şeyle, her şey de bir şeyle ilgili ve bağlantılıdır; bir şeyin her şeye, her
şeyin bir şeye bakan bir yüzü vardır. Nasıl insanda her hücre birbiriyle ve
bedenin tamam ıyle alâkalıysa, Kâinat Kita-bı’ndaki her bir harf, her bir
kelime ve her bir cümle de birbiriyle ve Kâinat’ın tama-mıyle öylece
alâkadardır. Nasıl böyle bütün varlıklarda O’nun, Zat-ı Ulûhiyyet’in sikkesi
varsa, yani Vahidiyyet sözkonusuysa, ay m şekilde, her bir varlıkta aynı Zat’ın
pek çok isminin birden tecellisi de Ehadiyyet sikkesini ilân etmektedir.
îman, akide ve amel
olarak en özlü biçimde “Lâ İlahe ill’Allah” Kelime-i Tev-hid’inde
anlam ve ifadesini bulan Tevhid, hiç bir zaman “Bir Allah vardır”
deyip, sonra da O’nun mülkünü sebeplere, tabiata, putlara, insanlardan veya
cinlerden bir takım ‘üstün’ kabul edilen varlıklara, tağutlara ve şeytanlara
taksim ve isnad etmek, bütün bunları sayısız ortaklar hükmünde mercî tanımak
ve her şeyin yanında hazır olan tlâhî İrade, ilim, Hüküm ve Kudret’i bilmemek
ve tanımamak, O’nun emir ve yasaklarım hiçe saymak, sıfatlarını, gönderdiği
elçilerini ve nebilerini reddetmek demek değildir. Allah’ı sıfatlarıyla, isimleriyle
ve fiilleriyle tüm Kâinat’ın şahidliğine dayanarak kalben tasdik etmek ve
elçileriyle gönderdiği emir ve yasaklara göre davranıp hayatın her safhasında
O’nun hükümlerini uygulamaktır Tevhîd. Kişilerin de Tevhid karşısında, bir
çekirdekten la büyük hurma ağacına, güneşin eldeki aynada görülen misalinden
ta deniz yüzündeki aksine ve bizzat kendine kadar mertebe ve inkişafları örneği,
mertebe ve inkişafları vardır.
Kâinat, zerrelerden
kürrelere kadar Allah’ın isimlerinin tecellisiyle varlık kazanmaktadır.
Fırtınalı bir deniz, zelzeleli bir zemin O’nun Azîz, Cebbar ve Celîl isimlerini
anar veya bu isimler denizde fırtınalar, zeminde zelzeleler koparırken,
yeryüzünde şefkat ve merhametle terbiye edilen yavrucuklar Cemîl ve Rahîm
isimlerini zikretmekte, Güneş, ismini Nur isminden alırken, bahar mevsimi
Hannân, Mennân, Musav-vir, Müzeyyin, Cemîl, Muhsin, Lâtif, Kerim, Rahîm…
isimleriyle O’nu teşbih et mektedir. Bunun gibi, her bir insanda O’nun
Musavvir, Müzeyyin,
Cemîl, Semî, Basîr, ÂHm, Muhyî, Mümît, Kadir gibi isimleri tecellî
halindeyken, her bir insan veya her bir varlık türünde ise, o insan veya türün
kendine has karakter ve fonksiyonunu belirleyen bir isim öne çıkmış olarak
bulunur. O insan veya türün bir bakıma ‘nefs’ini işte bu isim oluşturur.
Yeryüzü hayatında bir bakıma kişilerin güç, zekâ, zevk, karakter, mizaç, hattâ
renk, meslek ve ırk bakımından da farklılığına kaynaklık eden bu tecellinin gerisinde
yine O’nun birliği yatmaktadır. Nasıl, gece karanlığında görünmeyen varlıklar
Güneş’in şualarının üzerlerindeki tecellileriyle dıştan şekil, renk, çeşitli
özellikler ve fonksiyon bakımından ayrı ayn görünüyor ve aslında hepsini bu
şekilde zahirde farklı gösteren tek bir güneşin şualanysa, (Göklerde ve yerde
en büyük mesel Allah’ındır) bunun gibi, nefsleriyle, bir takım zahirî
özellikleriyle ayn ayn olan varhklann bu ayrılıklarının ötesinde ise, hepsine
varlığını kazandıran Bir Allah vardır. O halde, aslo-lan, yeryüzü hayatı için
gerekli olan bu farklılıklar değil, hepsinin üzerinde görülen Ehadiyyet
sikkesinin sahibi Zat’a ibadetle, O’nu tevhidle Tevhid üzere olmaktır. Nefsî
çokluklan ve izafîlikleri aşıp, ‘ruhî-manevî-ilâhî’ olanda birleşmekle, daha
açık bir deyişle, Bir Allah’ın hükümlerine teslimiyet ve O’na ibadetle Tevhid
ve dolayısıyle huzur gerçekleşecektir.
ALI ÜNAL
• Kelâmda, Allah’ın
gerçek tek olup, her türlü ortak ve benzerden münezzeh olduğuna inanmak
demektir. Kelâmcılar, yeni olma, yaratılmayı (hads) ısbat ettikten sonra,
Allah’ın kıdem sıfatının bu hads’den yani yeni olma ve yaratılmadan tenzih
ederler. Aslında tevhid İslâm dininde kelâm ilminin müteradifi olup, bütün
akaid erkanının esasını teşkil eder.
Tasavvufta ise tevhid
yeni olan, yaratılanla yaratanı bir tek varlık olarak görme manasına
gelmektedir (bk. Rusuh al-Din İsmail b. Ahmet al-Ankaravi, Minhac al-fu-kara,
İstanbul, 1286, s. 287). Sufılere göre, hadsi isbata gitme, gerçek birlemeye
(tevhid) engel olur. Zira yeni olan veya yaratılan şeyler, Allah’ın muhtelif
şekillerde birbirini takip eden tecelliler ile çeşitli isim ve sıfatlar
altında gözükmesinden ibarettir. Onlara göre, yaratılmış olan şeyler Allah’ın
muhtelif aynalardaki görünüşüdür.
Tevhid’in muhtelif
eserlerdeki dereceleri aynı olmakla beraber, her derecedeki şekline verilen
ad farklıdır. Tevhid’in bilgi derecelerinin ilm el-yakin, ayn el-yakin ve hakk
el-yakin gibi derece itibariyle birbirinden farklı üç şekli vardır: îlmî
tevhid (et-tevhid el-ilmi), göz ve vecd ile tevhid (et-tevhid el-ayni
el-vicdani), Hakk ile tevhid (et-tevhid ür-rahmani). Birincisi, bir takım bilgi
ve delillerle Allah’ın birliğini tasdik etmeden İbaret olup, iman için şart
olduğundan buna et-tevhid el-imanî adı da verilir. Aynca halka mahsus bir
tevhid olduğundan, halk tevhid’i manasına tevhid el-amme denir. Bu şekildeki
tevhid, insanı, sadece Allah’a açıkça ortak koşmaktan (eş-şirk el-celi)
kurtarır. Kul, bu tevhid derecesiyle sadece Allah’ın birliğini bilmiş olur.
Allah’ın birliğini akıl ile kabul eden, Allah’tan başka bir varlık olmadığına,
Allah’tan başka hiçbir varlıkta fiil, sıfat ve zat bulunmadığına inananların
tevhid’ine ise, has tevhid mânasına et-tevhid el-hass denir. İkincisi, Al
lah’ın birliğini zevk ve görme ile bilme olup, üç derecesi vardır: fiilleri
birleme
(tevhid ü’l-ef al),
sıfatlan birleme (tevhid ül-sıfat), zâtı birleme (tevhid üz-zât). Bunlardan
birincisi, varlıkta Allah’tan başka hiçbir müessir kabul etmeyip, bütün sebepleri
reddetmekten, ikincisi Allah’ın sıfatını mutlak kabul edip, başkasının sıfatını
reddetmekten veya her türlü kuvvet ve kudretin Allah’ın her şeye şamil olan
kudretinde gark ve her türlü ilmin Allah’ın zatından başka hiçbir zat, fiil ve
sıfat tanımamaktan ibarettir. Bu üçüncü tevhid’e en has olan tevhid mânasına
et-tevhid el-ahass denilir. Rahmani tevhid ise, Allah’ın birliğini, bizzat
onun içinde yok olmakla bilmektedir. Tevhid, aynca Allah’a doğru yolculuğa
çıkanların içinde bulunmaları gereken en son hal (makam veya menzil)’dir.
(SBA)