TABAKALAŞMA VE DİN İÇİ HİYERARŞİLER
Dittin toplumsal değişme açısından önemini kavramak ve din içi otJJM hiyerarşik grupların toplumsal yapı ve tabakalaşmadaki yerlerini özetleyebilmek.
Bu bölümde, din sosyolojisinin din ile toplum ilişkisine dair çözümlemelerine kısaca değinerek din sosyolojisi açısından toplumsal yapı, değişme ve tabakalaşmanın nasıl kavranıldığına değinilecek. Burada amaç, sosyolojinin genel toplum çözümlemelerinde genellikle tali bir yer verilen dinin, aslında toplumdaki etkinliğine değinmek olacak. Daha sonra ise din içi gruplaşmaların ve farklılaşmaların toplumsal boyutlarına dair gözlemlerde bulunulacak ve özellikle üç büyük din arasındaki hiyerarşik düzenlemelere işaret edilerek bu düzenlemelerin genel doğası hakkında kısa bilgilere yer verilecek.
Din Sosyolojisi Açısından Tabakalaşma
Sosyolojik olarak değerlendirildiğinde, her dinin başlangıçta içinde doğduğu toplumsal çevrenin kültürel etkisini taşıdığı iddia edilir. Dolayısıyla din zaten bir an
lamda belirli bir tabakalaşma içeren bir toplumsal yapı içinde doğmuş olarak kabul edilir. Bir din ortaya çıktıktan ve yayılmaya başladıktan sonra toplumsal yapıya etkisi ve toplumu dönüştürme gücü mevcut toplumsal tabakalaşmanın çerçevesinde değerlendirilir.
Ancak bir dinin mesajının niteliği ve muhtevasının toplumsal yapıda ciddi dönüşümlere ve yeni şekillenmelere yol açtığı ve hatta toplumsal düzeni sarsarak kendi muhtevasına uygun bir toplumsal yapı ortaya çıkardığı da yadsınamaz bir tarihsel durumdur. Özellikle dinler tarihçilerinin ve din sosyolojisinin, “evrensel dinler” adını verdikleri, mesajları belirli bir zümreye, kabileye veya kente dönük olmayan, cihanşümul bir muhtevaya sahip olan dinler, bu anlamda, toplumsal yapıyı değiştirici roller oynamış ve oynamaya da devam etmektedirler. Bu durum sadece söz konusu dinlerin ortaya çıktıkları dönem için geçerli değildir. Günümüzde bile örneğin “kamusal alan” tartışmaları o kamuyu belirleyen dinin kurumsal veya simgesel önemi göz önüne alınmadan yürütülememektedir. Dolayısıyla bir din, toplumsal yapıda muhtevasını ve mesajını bir şekilde sunabilecek mekanizmalar bulabilmekte ve bunu toplumsal katmanlara ulaştırabilmektedir. Bu anlamda, özellikle Batı’da “post-seküler” denilen günümüz dünyasında din, bütün bir toplumu ya kurumsal veya simgesel olarak alakadar etmeyi sürdürmektedir. Dinin bu alakasında ise toplumsal tabakalaşmanın belirli unsurları değil, bütün bir toplum dikkate alınmaktadır.
Dinin bu özelliğini sosyolojik olarak ilk fark eden klasik sosyologlardan birisi, Max Weber’dir. Weber’e göre, bir toplumdaki ekonomik veya siyasal etkiler dinî muhtevadan; o dinin kaynaklarından amaç ve vaatlerinden ayrı olarak çözümlemek olası değildir. Ancak buradaki ilişki tarzının karşılıklı olduğunu da unutmamak gerek. Bir yandan cihanşümul mesajlar ihtiva eden bir din, toplumda o an mevcut olan bütün sınıflara, statülere, mesleklere veya zümrelere hitap ederken bu hitabı muhatap olarak kabul etmiş sınıflar, statüler, meslekler veya zümreler de dinin muhtevasındaki unsurları kendi toplumsal tabakalarına göre biçimlendirmekte veya şekillendirmektedirler.
Aynı kentin, Iskoçya’nm Glasgow kentinin iki ayrı takımı olan Glasgow Rangers ile Celtics ‘i sadece futboldaki rekabet ayırmaz birbirlerinden. Celtics’in Katoliklerin, Rangers’m da Protestanların takımı olması iki takımın seyircisini bölen en büyük nedendir.
Buna verilebilecek en önemli örneklerden birisi, özellikle işçi sınıfı hareketlerinin ortaya çıkmasıyla kiliselerden uzaklaşan ve dini hayattan bir anlamda kopan kesimlere karşı, Katolik veya Protestan kiliselerinin verdiği tepkidir. Katolik Kilisesi bir çok ülkede Katolik İşçiler Birliği gibi, hem işçi haklarını savunan ve hem de işçileri Kilise’nin cemaat dairesinde tutan oluşumlara gitmişlerdir. Aynı şekilde Polonya’nın Sovyet etkisinden çıkmasına yol açan Dayanışma Hareketi de temelde bir işçi hareketi olmasına rağmen, Katolik Kilisesi’nin de desteğini yanına almıştı. Neredeyse tamamıyla Katolik bir kitleden oluşan Latin Amerika’da çıkan “özgürlük teolojisi” ise sınıf çözümlemeleri ile din arasındaki ilişki içinde harmanlanmış bir harekettir.
Dolayısıyla toplumsal tabakalaşma ile din arasındaki ilişkileri incelerken özellikle mesajı evrensel olan dinlerin sınıfsal veya statüye bağlı; farklı toplumsal, ekonomik veya kültürel gruplar arasında farklılık gözeten bir uygulamaya girmediklerini; “evrensel” olma özelliklerini koruyarak bütün toplum kesimlerine hitap etme kapasitesine sahip olduklarını tespit etmek gerek.
Bu hususları akılda tutmak kaydıyla, din sosyolojisi açısından, toplumsal tabakalaşmanın iki şekilde kavranıldığı belirtilmelidir. Bunlardan birincisi, dinin kendisinden bizzat kaynaklanmayan, toplumda zaten mevcut olan tabakalaşma tarzlarıdır. Bu konuda klasik sosyolojide Marx’ın, Weber’in, Durkheim’in görüşleri ile toplumlar değiştikçe bu görüşlerin yeniden gözden geçirilmesinden oluşan diğer tabakalaşma teorileri örnek gösterilebilir.
İkincisi ise bizatihi dinin kendisini yapılandırmasından kaynaklanan ve toplumsal alanda da belirli bir anlamı ve değeri olan tabakalaşmalardır. Bunlara dinin muhatap aldığı kitle ile din içinde teşekkül eden kiliseler, mezhepler, tarikatlar veya kardeşlik cemiyetleri gibi toplumda ayrı bir anlama veya hüviyete sahip gruplaşmalar örnek gösterilebilir. İlk grup “doğal gruplar” adını alırken dinin etkisi ile oluşmuş, bir anlamda kurumsallaşmış ikinci gruba ise “özellikle dinî gruplar” çerçevesi dâhilinde değerlendirilir. Elbette din sosyolojisi, bir kilisenin hiyerarşinin en üst basamağından başlayarak alt katmanlara doğru kazandığı hiyerarşik yapıyla doğrudan ilgilenmez. Ancak bunların toplum içindeki katmanlaşmalara etkilerini mercek altına almaya çalışır.
Bir dinin muhatabı olan normal ve doğal gruplar dışında özellikle ayrı şekilde tabakalaşmış dinî grupların ortaya çıkmasının her dinin kendi içindeki yapısına göre çeşitli nedenleri olabilir ve her din bu anlamda kendi mekanizmasını oluşturabilir. Ancak genel olarak bakıldığında toplumsal yapı ve toplumsal tabakalaşmayı etkilemeleri açısından bu tür gruplaşmaların ortaya çıkmasında görülebilen belirli başlı nedenler şunlardır:
Öncelikle, her dinin toplumsal bir mesajı olduğundan ve tabi gruplardan muhatapları bulunduğundan dinin akidesini, ibadetini veya muamelatını bu tabi gruplara ulaştıracak mekanizmalar gerektirir. Bu mekanizmaların bir kısmı bizatihi dinin ortaya çıkışı esnasında teşekkül eder. Bir kısmı ise ihtiyaca binaen sonrada oluşur (Hristiyanlık için burada bir parantez açmak ve Hristiyanlığın akait, ibadet ve muamelatının ortaya çıkışından çok sonraları teşekkül ettiğini; bunda özellikle akaide dair bölünmeler neticesinde ortaya çıkan mezheplerin hayli etkin olduğunu söylemek gerek. Hristiyanlıkla kıyaslandığında, İslam veya Yahudilikte özellikle akide ve bazı açılardan ibadet ve muamelat baştan sunulmuştur). Bu gereklilik, din içinde bazı gruplaşmalara ve farklı ekollerin doğmasına yol açmıştır. Bunlar genellikle mezhepsel farklılaşmalardır. İslam’da akidedeki belirli farklılıklarla birlikte Sünni ve Şia ekolleşmesi böyle teşkil etmiştir.
İkinci olarak, dinin doğal muhatabı olan kitlelerin genişliği ve büyüklüğü göz önüne alındığında dinin ibadetlerini, ayinlerini ve ritüellerin nasıl uygulanacağı ve aralarındaki insicamın nasıl sağlanacağı sorusu ortaya çıkmıştır. Din içinde farklı
bir gruplaşmayı oluşturan bu nedenden dolayı, örneğin Hristiyanlıkta ruhban sınıfı ortaya çıkmış ve bu kesim eliyle Kiliselerin kabullendiği uygulamalar kitlelere uygulatılmaya çalışılmıştır. İslam’da ve Yahudilikte ruhban sınıfı olmamakla birlikte, uygulamada söz sahibi olan dinî hüviyeti sahip kurumlaşmalara gidilmiştir. Bu dinlerde bu tür uygulamalar kimi dönemlerde toplumun saydığı ve hürmet ettiği kimseler yürütülmüşse de toplum karmaşıklaştıkça ve büyüdükçe din içinde bu tür ihtiyaçları deruhte eden kurumsallaşmalara gidilmiştir.
Ayrıca dinin bir vaadinin olduğu ve bu vaadin topluma ulaştırılma ihtiyacı, özellikle toplumsal kesimlere dönük bir “öğüt” (veya “vaaz”) mekanizmalarının doğmasına yol açmıştır. Bu alanda dinin mesajlarını yorumlayan ve bunları topluma ulaşmasını sağlayan mekanizmalar da ortaya çıkmıştır. Bu tür dinî gruplaşmalar her ne kadar dinden dine mahiyetleri bir çok bakımdan hayli farklılık arz etse de daha çok “tarikat”lar vasıtasıyla yürütülmeye çalışılmıştır. Dinin toplumsal içeriğinin ahlakı veya edebe dönük veçhelerinin yürütülmesi genelde bu tarikatlar eliyle sağlanmaya çalışılmıştır. Bu anlamda, özellikle İslam toplumlarının tabakalaşmasında tarikatlerin modern öncesi dönemlerde etkisi büyük olmuştur. Ahi Teşkilatları yoluyla belirli bir mesleki hüviyet sergilenmesi veya tarikatlar arasında hususi farklı toplum katmanlarına dönük olarak örgütlenmeye çalışmak özellikle İslam toplumlarında sıkça karşılaşılan durumlardı.
Bunun dışında, toplumsal değişmeyle birlikte dinî uygulamalarda yapılması gereken düzenlemelerin yönetilmesi hususu ortaya çıkmıştır. Bu da her dinde farklı farlı teşekkül etse de din içi gruplar arasında dini yorumlama ve yenileme meselesini gündeme getirmiştir. İslam’da fıkıhtaki farklılaşmalara dayalı mezheplerin ortaya çıkışı ve dinin muhatap kabul ettiği genel kitle arasında benimsenmesi veya dinin tecdit edilmesi gibi hususlar, dini gruplaşmalara ve farklılaşmalara yol açmıştır. Bu tür yönelimlerin dinde ihtisas sahibi olanlar tarafından yürtülmesi, din içi gruplaşmanın başka bir veçhesini oluşturur. Hristiyanlıkta ise Protestanlığın bir Reform hareketi olarak doğması, bir tür dinin tecdit edilmesi olarak görülebilir.
Görüleceği üzere, kast sistemi vasıtasıyla incelediğimiz Hint dinlerinin veya Tek Tanrılı dinler olarak tasnif edilen İslam, Yahudilik ve Hristiyanlığın her birisinin, bir yandan toplum içinde, hem toplumsal yapıyı tahkim edici ve hem de toplumsal değişime yol açıcı etkileri vardır. Toplumsal yapının din yoluyla tahkim edilmesi ve toplumsal tabakalaşmada dinin kimi zaman meşrulaşma olan ama çoğunlukla da toplumun bütün katmanlarına hitap eden bir mesajının bulunması, dinin toplumsallığının nedenleri arasında sayılır. Yani, bir din toplumsal yapıdan hiç bir zaman tecrit edilmiş değildir.
Diğer yandan ise her bir dinin hem kendi öğretilerinden kaynaklanan ve hem de bu toplumsallığı sürdürebilmesi için gerekli olan kendi içinde bir hiyerarşi kurulmuştur ki bu da ayrı bir tabakalaşma çeşididir. Bu tabakalaşmanın da elbette toplumsal etkileri vardır. Ancak bu tabakalaşma, öncelikle dinin toplumsallığının daha kurumsal ve örgütlü bir biçimde yaşanabilmesi için zorunlu olan din içi bir hiyerarşi biçiminde ortaya çıkmıştır.