SOSYAL GÜVENLİK
Sahip olduğu geniş
muhteva dolayısıyla sosyal güvenlik, bütün özelliklerini ihtiva eden bir
tanımın yapılması güç olan bir kavramdır. Kaldı ki konu ile ilgili müellifler
arasında da tarif konusunda önemli görüş farklılıkları vardır. Dar anlamda
sosyal güvenlik, insanların istek ve iradeleri dışında meydana gelen, beden ve
ruh bütünlüğüne zarar vererek çalışma gücü kaybı veya gelir kesilmesine yol
açan tehlikelerin zararlarından kurtarılma garantisini ifade eder. Bu açıdan
sosyal güvenlik; hastalık, iş kazala-n-meslek hastalıkları, analık, yaşlılık,
malûllük, Ölüm ve işsizlik gibi tehlikelerle karşılaşılması halinde ferdin
geçim garantisinin sağlanmasını ihtiva eder. Bugün geldiği nokta dikkate
alınınca, geniş anlamda sosyal güvenlik; temel insanî haklardan ve devlet
görevlerinden biri olarak; “çalışma gücü kayıplarının yeniden
kazandırılması ve gelir kayıplarının telafi edilmesi yoluyla, bütün fertlere ve
ailelere yaşadıkları toplum içinde onları başkalarına muhtaç etmeyecek, insan
haysiyetine yaraşır asgari bir hayat standardını sağlamayı hedef edinen tedbirler
bütünü ve müesseseler ağı”, olarak tarif edilmekledir. Kısaca, toplumu
oluşturan bütün fertlerin geleceklerinin garanti altına alınarak
“yann” endişesinden uzak tutulması ve güvenliğinin sağlam olduğunu
bilmenin tatmin duygusunun yaşatılmasıdır.
Sosyal güvenlik
ihtiyacı insanlık tarihi kadar eski olmasına rağmen, kavram olarak oldukça
yenidir. Nitekim hukuki bir terim olarak ilk defa 1935 tarihli Amerikan Sosyal
Güvenlik Kanununda yer almıştır. Kavram, daha sonra 1941 tarihli
“Atlantik Pak ü” sözleşmesinde ve 1944 tarihli ILO
“Phi-ledelphia Konferansı”nda kullanılmış ve somut bir anlam
kazandırılmıştır. Nihayet “İnsan Haklan Evrensel Beyannamesi “nin
(1948) 22. ve 25. maddelerinde sosyal güvenlik; ferdin ve ailesinin temel
haklarından biri olarak kabul edilmiştir. ILO da 1952 tarih ve 102 sayılı
Sözleşmesi ile en geniş şekilde sosyal güvenlik kavramına yer vermiş ve bu
alandaki düzenlemeyi yapmıştır. Bugün gerek ülke, gerekse ülkelerarası
seviyede sosyal güvenlik sık ve yaygın olarak kullanılan bir kavram olarak
karşımıza çıkmakladır.
Sosyal güvenlik,
kelime olarak belirli bir mücadeleyi ifade eder. Latince kökenli olan ve çok
kullanılan sosyal kelimesi topluma ait manasına gelir ve gerisinde düşünce
olarak birlik, eşitlik, dayanışma ve yardım esaslarına dayanan bir zihniyeti
akla getirir. Güvenlik kelimesi ise emniyet karşılığı olarak kullanılmakta
olup öncelikle bir tehlikeyi hatırlatmaktadır. Tehlike meydana geldiği
takdirde bundan kurtulmayı ve bu amaçla verilen mücadeleyi ifade etmektedir.
Kelimelerin tek tek manaları dikkate alındığı zaman sosyal güvenlik;
“toplumun bütün fertlerine muhtemel tehlikelere karşı korunma garantisinin
verilmesi” anlamına
gelmektedir.
Tarihsel
Gelişimi
Tehlike insanlıkla var
olduğu için, sosyal güvenlik ihtiyacı da insanlık tarihi kadar eski ve
evrenseldir. Ancak bugün ulaşılmış olan modern anlamda sosyal güvenlik düşüncesi,
sosyal güvenliğin belirli merhalelerden geçmesi ile mümkün olmuştur ki, bu
merhaleleri incelemek aynı zamanda sosyal güvenliğin fert ve toplum için ne
derecede vazgeçilemez bir İhtiyaç olduğunu vurgula ma imkânı da vermektedir.
Sanayi devrimine kadar
olan devre sosyal güvenliğin gelişimi bakımından pater-nalistik dönem olarak
adlandırılır. Bu dönemde, fertler ve aileler sosyal güvenlik ihtiyaçlarını
geleneksel sosyal güvenlik müesseseleri ile karşılamaktadırlar. Ferdi tasarruflar
ve aile içi gelir transferleri, komşuluk ve akrabalığa dayalı yardımlar, vicdani,
insani ve dini duygularla yapılan sosyal yardımlar, lonca ve benzeri sosyal güvenlik
amaçlı müesseselerin sağladığı yardımlar, geleneksel sosyal güvenlik müesseselerini
oluşturmuşlardır. Geleneksel sosyal güvenlik müesseselerinin zaman zaman
belirli toplumlarda etkin bir sosyal güvenlik garantisi sağladıkları da
görülmüştür.
Fransız ihtilali ve
beraberinde getirdiği fert-toplum, fert-devlet ve toplum-devlet anlayışındaki
değişikliklerle, sanayi ihtilali ve şehirleşme, sosyal güvenliğin gelişimi
bakımından iki önemli değişikliğe yol açmışlardır: Bunlardan ilki, o döneme
kadar olan sosyal güvenlik ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik geleneksel sosyal
güvenlik müesseselerini çözmesi, yok etmesi veya zayıflatması; diğeri ise, yeni
sosyal hayatın
ve üretim şeklinin
(fabrika üretimi) yeni ve daha ağır sosyal güvenlik tehlikelerini ortaya
çıkarmasıdır. Bu çerçevede ferdi tasarruflar yetersiz kalmış, geniş aile
yapısı çözülmüş, yeni yerleşim birimleri olan şehirlerde komşuluk ve
akrabalığa bağlı yardımlar, vicdani duygularla yapılan yardımlar ve dini
sosyal yardımlar etkinliğini kaybetmiş ve nihayet loncaların ortadan kalkması
ile loncaların yardımlaşma sandıklan faaliyetlerini sona erdirmişlerdir.
Liberal anlayış, “ferdi kendi kaderi ile başbaşa bırakırken”,
sanayileşme ve şehirleşme de, sefalet ve yokluk içinde kıvranan geniş toplum kesimleri
yaratmıştır. Devlet, zayıf olanı korumaya yönelik tedbirleri, takip edilen
iktisat politikasının bir sonucu olarak almamış, hatta çok zaman serbest
rekabeti engeller endişesiyle önlemeye çalışmıştır.
19. yüzyılın son
çeyreği, geniş toplum kesimlerine sosyal güvenlik garantisi sağlayacak yeni
müesseselere ihtiyaç duyurmuştur. Yeni kurulacak olan sosyal güvenlik
müesseseleri, bir yandan geleneksel müesseselerin boşluklarını dolduracak,
diğer yandan da yeni toplum ve üretim yapısının ortaya çıkardığı sosyal
güvenlik ihtiyacına cevap verebilecek özelliklerde olacaktır. Bu sebeble yeni
kurulacak müesseselerde aşağıda sayılan Özelliklerin bulunması gerekiyordu:
Yeni kurulacak müesseselerin yürütülmesi sorumluluğu bizzat devlet tarafından
gerçekleştirilecek, tehlikeye uğrayanların tesbiti objektif kriterlere göre
yapılacak; sosyal güvenlik garantisi keyfilikten ve sübjektif
değerlendirmelerden uzak belirli bir asgariyi sağlayacak şekilde temin
edilecek; oluşturulacak müesseselerin iştirak ve finansmanına katılma zorunlu
olacak, müesseseselerin faaliyeti kanunlarla
düzenlenecek; ihtiyacı
olan her fert yardım talep etme hakkına sahip olacak; sistemin finansman yükü
yalnızca çalışanların üzerine olmayacak, işverenler ve devlet de belirli
oranlarda finansmana iştirak edecek ve nihayet uzun süreli ve yeterli sosyal
güvenlik garantisi sağlayacak sağlam bir yapıya kavuşturulacak.
Bu özelliklere sahip
olan sosyal güvenlik müesseseleri, bugün “primli rejimler” olarak da
adlandırılan sosyal sigortalardır. Sosyal sigortalar bütün dünyada en etkin
sosyal güvenlik garantisi sağlama yöntemi ni oluşturmaktadırlar. Ancak sosyal
sigortaların ilk andan itibaren bugünkü kapsamda ve özelliklerde
kurulduklarını da söylemek mümkün değildir. İlk sosyal sigorta, 1883 yılında,
Bisnıarck Almanyası’nda hastalık tehlikesine karşı oluşturulmuş, bunu 1881
yılında kurulan işkazalan sigortası ve 1889 yılında oluşturulan sakatlık ve yaşlılık
sigortası takip etmiştir. Aynı yıllarda, İtalya, Fransa, Norveç, İngiltere ve
Belçika gibi diğer ülkelerde de sosyal sigortalar belirli riskler için
kurulmuşlardır.
Bugün sosyal
sigortalar, ILO’nun “Sosyal Güvenliğin Asgari Normları
Sözleşme-si”ne uygun olarak, hastalık (bakım giderlerinin karşılanması ve
kazanç kaybının telafisi), analık, işkazaları-meslek hastalıktan, işsizlik,
yaşlılık, malûllük, ölüm ve aile gelirinin yetersizliği risklerine karşı
sosyal güvenlik garantisi sağlama fonksiyonu görmektedir. Gelişmekle olan
ülkelerde bu tehlikelerin biri veya birkaçı için sosyal sigortalar
müesseseleri oluşturabilmesi, gelişmiş ülkelerde her tehlike için sosyal sigortalar
kollarının teşkili sağlanabilmiştir.
Sosyal sigortaların
sosyal güvenlik garantisi sağlama bakımından bıraktığı boşhıklar, 1930
iktisadi buhranının yarattığı yeni sosyal güvenlik problemleri ile daha
belirgin hale gelince, yeni sosyal güvenlik müesseselerine ihtiyaç duyulmuştur.
Bu müessese, aynı zamanda ferdîn ve ailesinin hayat standardını yükseltmek,
refahı geniş toplum kesimlerine yaygınlaştırmak gibi gayelerin de
gerçekleştirilmesine hizmet edecektir. Devletin görüntüsünü de değiştiren ve
sosyal refah devleti niteliği kazandır-dan bu yeni müessese, giderlerin
devletin genel bütçe gelirlerinden karşılandığı “kamu sosyal güvenlik
harcamaları müessese sidir”. Literatürde, kamu yardımları olarak da
bilinen kamu sosyal güvenlik harcamaları, sosyal sigortaların teknik ve idari
boşluklarını doldurarak sosyal güvenlik garantisini bütün toplum kesimlerine
yaygınlaştırma amacını gütmektedir. Kamu sosyal güvenlik harcamaları, bütün
nüfusa ivaz Ödeme şeklinde; karşılıksız veya çok düşük ücretle sağlık hizmeti
gibi hizmetlerin sağlanması şeklinde; veya hizmete çevirme şeklinde
verilebilmektedir.
Yaşları ve durumları
gereği özel eğitim ve bakıma muhtaç olan kimsesiz çouklar, yaşlılar ve muhtaç
kişilere yönelik olarak verilen sosyal refah hizmetleri, bu müesseseler
aracılığıyla sağlanan en önemli sosyal güvenlik garantisini teşkil etmektedir.
Modern sosyal güvenlik
müesseselerinin son halkasını “tamamlayıcı” (ilave) sosyal güvenlik
müesseseleri oluşturmakladir. Aslında sosyal sigortalar ve kamu sosyal güvenlik
harcamaları kapsamında olan herkes için, her türlü dini ve vicdani yardımlar,
tamamlayıcı sosyal güvenlik müessesesi vasfı taşımaktadır. Ancak bu
müesseselerin en yaygın ve sistemli şekli, özel sigortalardır. Özel
sigortalar, daha çok mal varlığı ka-
yıplarını tanzim
etmeye yönelik olarak oluşturulan, ancak beden ve ruh bütünlüğüne gelecek
zararları da hayat sigortası ile kapsamına alan, fertlerin isteklerine bağlı
olarak, modern müesseselerden sağladıkları sosyal güvenlik garantisinin
seviyesini yükseltmek amacıyla iştirak ettikleri müesseseler olmaktadır. ABD
başla olmak üzere, gelir seviyesinin ve tehlike bilincinin yüksek olduğu ülkelerde,
özel sigortaların yaygınlık derecesi oldukça fazladır.
20. yüzyılın son on
yılında sosyal güvenlik bakımından gelinen nokta, gelişmiş ve gelişmekte olan
ülkeler için farklılık arzct-mektedir. Gelişmekte olan ülkeler; sosyal
sigortalar ağırlıklı müesseseleri yeni oluşturma ve kapsamı genişletme çabalan
içinde bulunurken ve kaynak yetersizliğinin sıkıntılarını yaşarken; gelişmiş
ülkeler, aşın derecede gelişmiş sosyal güvenlik müesseselerinin iktisadi
gelişmeyi engelleyen olumsuz etkilerini yaşamaktadırlar. Özellikle yaşlı nüfus
yapısından da kaynaklanan bu “sosyal güvenlikte kriz dönemini” yaşamaktadırlar.
Ancak gelişme seviyesi ne olursa olsun bütün ülkelerde sosyal güvenliğin
görünen amacı, “herkesi her tehlikeye karşı koruma kapsamına” alarak,
yaşadığı toplum içinde “insan haysiyetine yaraşır” bir hayat
standardına kavuşturmaktır.
Gelişmekte olan bir
ülke olarak Türkiye, Anayasası’nda sosyal güvenliği temel insan haklarından
biri olarak değerlendiriş ve bu hakkı sağlama görevini devlete vermiştir. Zaman
içerisinde sosyal güvenlik müesseselerini oluşturma ve kapsamı genişletme
bakımından önemli gelişmeler sağlanmasına rağmen, Türk sosyal güvenlik
sisteminin önemli boşlukları ve yetersizlikleri vardır. Siyasi ve hizmetler
kesiminde bir hizmet
akdine bağlı olarak
çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu (SSK); Kamu kesiminde çalışan asker ve
sivil çalışanlar T.C. Emekli Sandığı; kendi adına bağımsız olarak çalışanlar
ise Bağ-Kur kapsamında sosyal güvenlik garantisine kavuşturulmuşlardır. Son yıllarda,
bir yandan mevcu. sosyal sigortaların kapsamı, getirilen istisnalar ve isteğe
bağlı sigortalık uygulaması ile genîş-letilirken, diğer yandan da tarım
kesiminde çalışanları kapsamına almaya yönelik yeni sosyal sigorta müesseseleri
oluşturulmuştur. Devletin kamu sosyal güvenlik harca malarının bir kısmı
yetersiz, bir kısmının kapsamı ise son derece dardır. Bunlar arasında en
yaygın olanı 65 yaş aylığı uygulaması ve sosyal refah hizmetleri içinde yer
alan “Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Kanunu”
uygulamalarıdır.
Bütün dinler gibi
İslâmiyet de mensupları arasında bir toplum olarak bir arada yaşamanın
vazgeçilmez şartının gerçekleşmesi için karşılıklı yardımlaşma ve dayanışmayı
teşvik etmiş, Kur’an-ı Kerim’de çok sayıda hükümle aynî ve nakdî yardım
transferini öngörmüştür. Diğer dinlerin aksine islâmiyet, sosyal güvenliği
aynı zamanda müesseseleştirmiş, hatta inancın temel ve mutlaka yapılması
gereken şartlarından biri olarak kabul etmiştir. Bu müesseselerin amacı da
maddi ve manevi yardımlaşma yoluyla, toplum hayatının sağlamlığını ve
sürekliliğini sağlamaktadır.
İslâmiyet’teki sosyal
güvenlik müesseselerini; sadaka, fitre ve zekât oluşturmaktadır. Akile
müessesesini de sosyal güvenlik müesseseleri arasına dahil eden görüşler vardır.
Sadaka; yeri, zamanı, ve miktarı belirli olmaksızın dini ve vicdani duygularla
karşılıksız olarak yapılan yardımı, aynî veya nakdî gelir transferi anlamına
gelmekte ve en zayıf sosyal güvenlik müessesesini oluşturmaktadır. Fitre ve
zekât ise; kimlerin, ne zaman, ne miktarda, nasıl ve kimlere verileceğinin
ayrıntılı şekilde belirlendiği sosyal güvenlik müesseseleridir. Özellikle zekât
müessesesi, modern sosyal güvenlik müesseseleri olarak adlandırılan sosyal sigortalar
ve kamu sosyal güvenlik harcamalarından bile üstün özellikler taşımaktadır.
Nitekim, sosyal güvenliğin son safhası olarak görülen ve ABD’de uygulama
hazırlıkları sürdürülen “menfi gelir vergisi sistemi nin”,
İslâmiyet’in ilk zamanlarında olduğu gibi devletçe uygulanması şartıyla fitre
ve zekât müesseselerinin esaslarının uygulanmasından başka birşey olmadığı
belirtilmektedir. Çünkü, toplum içinde belirli bir gelir seviyesinin üstünde
olanlar, fakirlik çizgisi olarak adlandırılan ve zamana ve mekâna göre
değişebilen bu çizginin altındakilere gelir transferi yapmaktadırlar. Sosyal
güvenlik bakımından tehlikeye düşmek demek, bu çizginin altına düşmek anlamına
gelmektedir. Zekât verme ile zekat alma arasındaki sınırda, aslında bu çizgiden
farklı bir şey değildir. Ancak bütün İslâm ülkelerinde filre ve zekât, temel
sosyal güvenlik müesseseleri olmaktan çok, giderek etkinliği azalan ve
geleneksel bir hale düşen müesseseler haline dönüşmekte, hiç bir toplumda da
bu yolla sağlanan gelir transferinin miktarı, yönü ve sonuçlan bilinememektedir.
Vakıf müessesesi,
Türkler tarafından geliştirilen ve islami duygularla desteklenen bir müessese
olarak, özellikle Osmanlı imparatorluğu döneminde önemli bir sosyal güvenlik
garantisi sağlama fonksiyonu görmüştür. Ülkenin her yanında kurulan
avarız vakıfları,
fakirlere, muhtaçlara ve düşkünlere yardım etme konusunda çok önemli başarılar
sağlanmış, 16. yüzyılda Osmanlı topraklarını yalnızca insanların değil,
hayvanların da korunduğu bir “vakıf cenneti” haline getirmiştir.
Yusuf ALPER Bk. Sosyal
Adalet Vakıf, Zekat