Sırf Dinî Tutum ve Davranışların Psiko-Sosyolojisi
Münhasıran dinî tutum ve davranışlar düzeyinde, dinî inanç, ibadet ve pratiklerin sosyolojisi bakımından onları, kendi iç dinamiklerinin yanı sıra toplumsal konteksleri çerçevesinde değerlendirmek yerinde olmaktadır. Zira, dinî yaşayış ile toplumsal hayat ararsında organik bir bağ mevcuttur ve bu bağ toplumun kolektif hayatının dokusu içerisinde yerini almakta ve dinî hayat, tutum ve davranışlar bu bağlamda gerçeklik alanında tezahür etmekte; üstelik bu doku çerçevesinde dinî olanla beşerî olan öylesine bir birlik ve beraberlik oluşturmaktadırlar ki, hemen her toplumun dinî yaşayış gerçeğini bu birlik ve beraberliğin yapıları ve dinamiklerini analiz edip ortaya koymadan anlamak ve açıklamak imkânsız olmaktadır. Bu nedenle de, Cumhuriyet Türkiye’sinde, Türk toplumunun dinî yaşayışını, dinî tutum ve davranışlarını, toplumun coğrafî, tarihî, toplumsal ve kültürel durum ve şartlarının, toplumun genel çerçevesi ve yöneliminin ve orada meydana gelen değişimlerin tamamen dışında düşünmek hatalı olmaktadır.
Nitekim Türkiye’de, Tanzimat’la birlikte başlayan değişim, Cumhuriyetle birlikte köklü bir karaktere bürünmüş, 1950’li yıllardan itibaren bir ivme kazanmış ve 1970’lerden sonra da çok hızlanıp yaygınlaşmış; bu çerçevede, geleneksel Türk yaşantısı, gerek kentsel ve gerekse de kırsal alanlarda önemli temel ve yapısal değişimlere maruz kalmış; ulaşım araçları, yollar, eğitim-öğretim ve kitle iletişim ve ulaşım araçlarının yaygınlaşmaya başlaması gibi etkenler altında şehirlerden başlayarak geleneksel yapılar ve kültür büyük bir sarsıntıya uğrama sürecine girmiş; maddî kültürün ve meselâ meskenin yanı sıra manevî kültür ve değerler değişmeye başlamış, tutum ve davranışlar önemli değişimlere sahne olmuşlar; şüphesiz bütün bunlar inanç ve ibadetle ilgili geleneksel kültür, norm, tutum ve davranışları da derinden etkilemiş ve önemli değişimleri beraberinde sürüklemiştir. Bu nedenle, Türkiye gibi, geleneksel yapıdan modern yapıya doğru bir geçiş, tereddütler ve arayış süreçlerini yaşayan, gelgitlere ve çelişkilere, anomilere sahne olan hızlı değişim halindeki bir toplumda, dinî tutum ve davranışların, çok çeşitli etkenler altında, farklı toplumsal ve kültürel çevrelere, toplumsal tabakalara, köy, kasaba ve kent ortamlarına, bölgelere, öğrenim düzeyine ve türüne, yaşa, cinsiyete, mesleğe, toplumsal statüye, kişilik yapısına ve daha saymakla bitmeyen birçok etkene ve değişkene bağlı olarak önemli farklılıklar ve çeşitlenmeler gösterdiğini önemle ve ısrarla belirtmek gerekmektedir.
Her ne kadar Türkiye’de, dinî inanç ve pratiklerin sosyolojisi yahut sosyal psikolojisi üzerine, tüm yerleşim çevrelerini, bölgeleri, toplumsal statü ve tabakaları kapsayan, karşılaştırmalar aracılığı ile genellemelere gitmeyi sağlayabilecek nitelikte sistematik araştırmalar mevcut değilse de, az çok fikir verebilecek mahiyeti haiz örnek araştırma ve çalışmalar tamamen eksik de değildir. Böylece elimizin altında kırsal yerleşim birimleri, kentler, gençlik ve özellikle de üniversite gençliği gibi çeşitli toplumsal çevrelerle ilgili, az sayıda da olsa dinî tutum ve davranış araştırmaları bulunmaktadır. Anlaşılan Türkiye’de değişim, sanılanın aksine, dinî tutum ve davranışları derinden etkilemiş bulunmaktadır. Bu nedenle de eskinin geleneksel ve ünanim dinî yaşayış imajı bir çeşitlilik ve değişimle karakterize olmakta, plüral bir manzara arz etmektedir.
Bu çeşitlilik ve değişim her şeyden önce sanayileşme, şehirleşme ve modernleşme sonucu birbirinden daha derin çizgilerle ayrılmış bulunan köy toplumu ile kent toplum arasında belirgin bir biçimde karşımıza çıkmakta; kültür farklılaşması dinî yaşayış alanında köy/şehir farklılaşmasında da tipik bir biçimde yansımakta; anlaşılan dinî yaşayışın toplumsal ve kültürel etkenleri sanılanın çok daha üzerinde etkin bir role sahip bulunmaktadırlar. Bu şekil altında, köylü dindarlığı daha cemâatçi, çeşitlenme ve çeşniye daha az imkân veren, daha sade, ayinci ancak geleneksel, muhafazakâr ve büyüsel ve mistik inanç ve uygulamalarla pratik olarak daha iç içe bir geleneksel halk dindarlığı formu altında bize kendini sunmakta, din her şeye rağmen köylü hayatının şekli ve ritmi üzerinde belli bir güç ve etkiye sahip görünmektedir. Maamafih bu dindarlık, köyden kente olan hızlı göç sonucu şehir hayatına da damgasını vurmuş, bu arada şehir etkisi altında daha bir aktivite, çeşitlilik ve zenginlik kazanmış bulunmaktadır. Her şeye rağmen, kentleşme eski geleneksel bağların belli bir çözülmesi ve ferdîleşmeyi de beraberinde sürüklediğinden orada mistik ve cemâatçi dindarlıklara tepkisel eğilimler artmaktadır. Hattâ sanayileşme bu tür dindarlıkları şehir etkisine açık köylere de taşımış, hızlı değişim dindarlıkta bir artış ile karakterize olmuş, meselâ Türkiye’deki ibadet yerlerinin sayısının son 40-50 yıl içerisinde birkaç misli artmış olması, bu amaçla dernekleşme ve vakıflaşma olgu ve süreçlerinde gözlenen çok hızlı artış, cami cemâatinin sayısında da nispî bir artışı beraberinde getirmiştir.
Türklerin arasındaki bu ilgi artışını Yurt dışında özellikle de batı Avrupa ülkelerine gidenlerin arasında artan dinî ilgi ile oralarda hızla çoğalan ibadet yerleri arasındaki paralellikte de gözlemek ilginç olmaktadır. Batı Almanya’daki Türk işçileri üzerinde gerçekleştirilen bir araştırmadan, orada camiin eksikliğini % 39.1’in çok şiddetli bir şekilde hissettiğini, % 24. Tin camiin olmamasını önemli bir eksiklik olarak gördüğünü, camii şart olarak görmeyenlerin nispetinin ise ancak % 4.7 olduğunu öğreniyoruz. Anlaşılan Almanya’daki Türk işçilerinin camie olan ilgileri, onların köy veya şehir kökenli olmalarına göre de kayda değer değişiklik göstermektedir. Nüfusu 50 ile 100 bin arasında değişen şehirlerden gelenler % 42.7 ile camie en fazla ilgi gösterenler olarak görünmektedirler.[1]
Türkiye’de medya, şehir çevrelerinden başlayarak dinî ilginin değişkenlik ve artışında önemli bir rol oynamakta; dinî sosyalleşmeyi hızlandırmaktadır. Bu çerçevede, Türkiye’de özellikle belli bir dönemden itibaren kendini göstermeye başlayan dinî canlanış ile dinî yayınların artışı arasında da ilginç paralellikler bulunmaktadır. Dinî yayınlardaki bu çok hızlı artışa rağmen onların bilimsel kalitesi ve düzeyi sorunu tüm ağırlığı ile devam etmektedir. Ulaşım araçlarının ve imkânlarının modernleşmesi inanç ve ibadet ile ilgili tutum ve davranışlarda da etkili olmuş, bu durum anlaşılan en tipik yankısını Türk toplumunun hac ibadetine olan, 1950’li yıllardan başlamak sûretiyle giderek artan ilgisinde kendini göstermiştir. Böylece, meselâ Türkiye’den hacca gidenlerin sayısı 1966’da 25.984 olup, 1974’te bu rakam 106.045’e, 1975’te 136.115’e ve 1976’da da 138.000 ile en yüksek düzeyine erişmiş bulunmaktadır. Sonraki yıllar konulan kotalarla bu durumda belli bir düşmeye neden olmuşsa da, sayı 1986’da
- 272 olup, 1995 yılı itibariyle 60.055’tir.[2] Burada, rakamlardaki iniş ve çıkışların faktörleri üzerine bir analize girişmeksizin, onların bu konudaki çok güçlü toplumsal eğilimin göstergesi olduklarını önemle belirtmeliyiz.
Hac gibi öteki periyodik ibadetler, kutsal gün ve geceler, bayramlar ve özellikle de ramazan orucu ve bu vesile ile ibadet ve yardımlaşma, kurban, fitre ve zekât gibi ibadetlere, mevlit gibi dinî merasimlere eğilimlerdeki artış da Türk toplumunda hızla değişen sosyoekonomik ve kültürel şartlarda dindarlık temayüllerinin dinamizminin tipik göstergeleri olmakta; her şeye rağmen onlarda yaşa, eğitim durumuna ve toplumsal ve kültürel çevreye göre farklılaşma ve çeşitlenmeler şiddetli ilgiden ilgisizliğe kadar uzanabilmektedirler. Böylece meselâ 1975’lerde İstanbul Üniversitesi’ne mensup 1613 kız ve erkek öğrenci üzerinde gerçekleştirilmiş bulunan kapsamlı bir araştırmadan gençlerin % 15,3’ünün dinî inançlarının olmadığı, % 48’in hiç namaz kılmadığı, düzenli namaz kılanların ise sadece % 7.7 olduğu görülmektedir[3] ki bu durum kayda değer bir değişim ve çeşitlenmenin ifadesidir. Üniversite öğrencilerinin dinî tutum ve davranış- lan konusunda benzeri bulgulara Ankara Üniversitesi öğrencileri üzerine 1960’lı ve 1970’li yıllarda gerçekleştirilen anket çalışmalarında da rastlanmaktadır.[4]
Gençlere oranla, yaşlıların dine olan ilgilerinin çok daha yüksek olduğu her toplumda gözlenen bir durumdur. Öyle ki, yaşlı nesil başta din olmak üzere geleneksel kültürün muhafızı olmakta, nitekim Türk toplumunda da o bu konumunu genelde tipik bir biçimde korumakla birlikte orada dahi değişim bir şekilde etkisini göstermektedir. Böylece şehir merkezlerinde, çok ileri yaşlara erişmiş ve eğitimli kişilerin dahi dinî hayatın bir Ölçüde marjında kalarak meselâ namaz gibi ibadetlere ilgisiz kalabildiklerinin örneklerine rastlanabilmekte oluşu kayda değerdir. İşte bu şekildedir ki, Ankara’daki bir huzur evinde gerçekleştirilen araştırmadan, yükseğe yakın sosyo-kültürel düzeydeki yaşlıların % 80’inin ibadet etmedikleri ve dinî konulara herhangi bir ilgi duymadıkları anlaşılmaktadır.[5] Buna karşılık, kırsal alanda ileri yaş grubuna mensup ancak ümmî olanların hemen tamamının dine ve ibadete olan ilgisi oldukça yüksektir. Aynı durumda olanları kapsayan bir anket çalışması onların ibadete olan ilgisini % 61.50 olarak gösteriyor. Öğrenim durumlarına bakılmaksızın 50 yaş ve daha yukarısı için ise bu rakam % 69.5’e yükselmektedir. Yine de cinsiyet itibariyle Türkiye’de genelde kadınlar erkeklere oranla dine daha çok ilgili görünmektedirler. Kırsal bölgelerin kentlere göre daha yüksek düzeydeki ilgisi ise, dinî öğretim kurumlan ve mesleklere gidenlerin % 90’lara erişen nispetinin oralardan gelmekte oluşu ile tipik bir biçimde ortaya çıkmaktadır. Türkiye’de tipik Müslüman aydın taşra kökenlidir.
Anlaşılan Türkiye’de, dine olan ilgi, bölgelere göre de önemli farklılıklar göstermektedir. 1962 yılında 548 köyde gerçekleştirilmiş bulunan bir araştırmadan, bazı dinî motiflere karşı bölgesel davranışların farklı yapılarda ortaya çıktıklarını öğreniyoruz. Bu araştırma, Ege, Marmara ve Akdeniz bölgelerinde dine olan ilginin geri kalanlara nispetle daha az olduğunu ve oralarda toplumun daha ileri derecede bir sekülarizasyona uğradıklarını gösteriyor.[6]
Esasen, Türk toplumunun dinî yaşayışında, benzeri farklılaşmaları ve çeşitlenmeleri, toplumsal tabakalaşma, meslek ve öğrenim durumu gibi değişkenler aracılığı ile oluşturulacak korelasyonlar ve sanayileşme gibi faktörlerle ilişkileri ve etkileşimi çerçevesinde zenginleştirmek sûretiyle derinleştirmek ve oradan hareketle karşılaştırmalı ve tipolojik tahlillere ve sistematik faktör analizlerine yönelmek, Türk toplumunda dinin derin anlamı ve etkilerinin anlaşılması bakımından oldukça öğretici olacaktır. Ancak, bütün bu konularda şu an için elimizin altında çok sınırlı ölçüde gözlem ve tespitlere dayalı veriler mevcuttur ve bunlardan hareketle genel ve sistematik sonuçlara gitmeye kalkışmak, birçok bakımlardan acele genellemeler olmaktan öteye pek de bilimsel bir anlam ve önem ifade etmeyecektir. Anlaşılan, Türk toplumu, din sosyologuna oldukça zengin ve ilginç bir araştırma alanı sunmakta, Türkiye Din Sosyolojisinin ana çatısının oluşturulması bakımından bu konularda daha yapılması gereken çok şey bulunmaktadır.
Her ne kadar henüz Türk toplumunun dinî ilgisi, tutum ve davranışlarını, belli karakteristik tipler altında ifade etmek için yeterince birikime sahip bulunmasak da, yine de bir fikir vermek üzere, meselâ tarafımızdan Erzurum ve çevresinde gerçekleştirilmiş bulunan çalışmada, dinî tutum ve davranışların bir tipoloji denemesinin oluşturulmasına da çalışılmış olup, anlaşılan onları muhtelif kriterlere göre çok çeşitli şekillerde yelpazelendirmek mümkün görünmektedir. Böylece, Türkiye’de dinî tutum, davranış ve yaşayışlarda, bir bakıma “ateşli”, “alaca”, “mevsimlik”, “oportünist” ve “ilgisiz” tipleri ayırt etmek mümkün ve uygun olmaktadır. Bir başka bakımdan ise onlar, geleneksel halk dindarlığı, seçkin, lâik ve tranzisyonel dindarlık gibi tiplerde toplanıyorlar. Ayrıca sofu, softa, beynamaz gibi ara veya uç dindarlık tiplerinden de söz etmek mümkün olabiliyor.2^ Daha geniş bir yelpazede onları geleneksel, muhafazakâr, mistik, uzlaşmacı, fundamen- talist, Selefiyeci, integrist, modernist,… şekillerindeki dindarlık kategorilerde ele almak bize mümkün ve uygun görünmekte; hattâ tipo- lojik analiz, yeni birçok kriterlerden hareketle, daha da zenginleştirilebilecek bir mahiyeti haiz bulunmaktadır
[1] N. Abadan, Batı Almanyadaki Türk İşçileri ve Sorunları, Ankara: SBF Yay., s. 212-222.
[2] Krş.: M. Bayyiğit, Sosyo-kültürel Çevresi ve İlişkileri İçinde Türkiye’de Hac Olayı, Konya, 1995.
[3] Bk.: A. Ekşi, Gençlerimiz ve Sorunları, İstanbul, 1982, s. 163-164.
[4] Meselâ bk.: E. Fırat, Üniversite Öğrencilerinde Allah İnancı ve Din Duygusu, Ankara, 1977, s.52; N. Abadan, Üniversite Öğrencilerinin Serbest Zaman Faaliyetleri, Ankara 1961, s. 91; M. Tezcan, Türklerle İlgili Stereotipler ve Türk Değerleri Üzerine Bir Deneme, Ankara, 1974, s. 320. Ayrıca, bu konu ile ilgili bir değerlendirme için bakınız: Ü. Günay, “Religion et Jeunesse Dans la Turqu- ie Modeme”, Erciyes Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, Kayseri, 1989, Sa. 6, s. 15-24.
[5] Krş.: N. Armaner, Din Psikolojisine Gmş, Ankara, 1980, s. 137-139.
[6] F. W Frey, Regional Variations in Rural Turkey, Report, 4, Cambridge, Mass.,1966, s.18; L. Nelson, Rural Sociology, 1955, s. 322-341.