SAPIKLIK (DALÂLET)
Kelime anlamı yolunu
kaybetmek, yoldan çıkmak, gaflete düşmek, aradığı halde aradığı nesneyi
bulamamak olan dalalet-sa-pıklık terimi, bilerek veye bilmeyerek Allah’ın
gidilmesini istediği doğru yoldan sapmak demektir. Diğer bir ifade ile Allah’ın
gösterdiği yoldan sapıp şeytanın adımlarına ayak uydurma demektir. S. Şerif Cürcanî,
Ta’rifat’ta istenilen şeye ulaşamama ve istenilen şeye ulaştırmayan yola girme
anlamlarına geldiğini söylemiştir.
Dalâletin ilk
özelliği, dalalet içinde bulunan, sapmış olan kimselerin kendilerini doğru
yolda görmeleri, Allah’ı bırakıp, şeytanları dost edinerek sapıtmış olmalarına
karşın, kendilerini doğru yol üzerinde sanmalarıdır. Allah’ın dilediğini
hidayete, dilediğini dalâlete ulaştıracağı gerçeğinin yanı başındaki ikinci
bir gerçek de, dalâletin; dalalete düşmüş olanlarca doğruluk yerine benimsenmiş
ve seçilmiş olmasıdır. Kur’an; sapma noktalarından bir bölümünü şöyle anar:
Temiz ve helal olanların dışındakileri yemek, kötülük ve hayasızlık yapmak, bilmediği
şeyleri söylemek, “gerçeğe uyun, Allah’ın yoluna gelin” denildiğinde,
“biz atalarımıza uyarız” karşılığını vererek doğruya sut dönmek,
Yüce Allah’ın kitabından bir şeyi gizleyip de bunu az bir değere değiştirmek…
Durumları ise, çağırıp bağırırken, başkasını duymayan kimselere benzetilir ve
kendilerinin sağır, dilsiz ve kör olduğu ifade edilir. (Bakara, 168’den
176″ya kadar).
Sakınanları hidayete
ulaştırmak üzere gönderilmiş bulunan ve doğruluğunda şüphe olmayan Kur’an-ı
Kerim, hidayete ilişkin belirlemelerden sonra, Bakara Sure-si’nin 6. ayetinden
itibaren de, dalalet içinde bulunanları ve dalalet kavramını tanımlar. Bunları
şöylece sıralayabiliriz: Gaybı, Kitabı, Ahireti inkâr.. Uyanlıp uyanlmamala-n
arasında bir fark yoktur, çünkü kalbleri ve kulakları mühürlü, gözleri
perdelidir, inanmamalarına karşın, inananlar yanında “inandık” deyip
insanları aldatmaya kalkışmalarından ötürü, gerçekten aldanış içindedirler.
Bu, kal hicrinin hasla olmasından ileri gelen bir durum ve Yüce Allah da
onların kalblerindeki hastalıklarını arttırmakta.. Yalanları dolayısıyla azabı
hak etmişlerdir.. Kendilerine “bozgunculuk yapmayın” denildiğinde,
“biz bozguncu değil, ıslah edicileriz” derler.. Oysa, asıl bozguncu
kendileridir ama, farkında değillerdir. İnanmaya çağrıldıklarında cevaplan:
“Beyinsizler gibi mi inanalım?” olur. Oysa, asıl beyinsiz
kendileridir, inananların yanında “inandık” deyişlerinin ardından
inkarcıların yanında “biz, sizinleyiz, onlarla alay ediyoruz” demeleri..
Gerçekte Allah onlarla alay etmektedir ve bu yüzden de taşkınlıkları içinde
bocalayıp durmaktadırlar.. Bunlar, hidayet yerine dalaleti alanlardır ve bu
alışverişleri de kendilerine kâr getirmemiştir, doğru yolu bulamamışlardır. Bu
durumlarıyla aydınlanmak üzere ateş yakan bir kimse gibidirler; ama ateş
yakmalarına karşın Yüce Al-
lah nurlarını alarak
kendilerini görmez etmiştir. Bu yüzden de sağırdırlar, dilsizdirler,
kördürler ve yolu bulamazlar. (Bkz; Bakara 6dan 18’e kadar)
Yüce Allah’ın,
dilediğini hidayete, dilediğini dalalete ulaştıracağı gerçeği, kelam
biliminde, insanların fiilleri çerçevesi içinde, şekavet ve saadetle birlikte
uzun boylu incelenmiş; çeşitli görüşler öne sürülmüş ve tartışmalar
yapılmıştır. Konu, kader, isti-taal/güç yetirme, yaratma, irade ve cüzi irade
ile içice ve karmaşık bir ayrıntıya sahiptir.
Zübeyir YETİK Bk.
Hidayet