RÜYA
Rüya, yakın zamanlara
kadar ancak teorik yaklaşımlarla ele alınabilen ve bilimsel tarzda
tanımlanmaktan oldukça uzak olan, genel olarak “uykuda görülen ve uyku sonrasında
hatırlanan hayaller” olarak kabul edilen bir kavramdır. 1950’lerden sonra
elektriksel araştırma tekniklerinin gelişmesi ve uyku laboratuvarlarının
kurulmasıyla, uykunun yanısıra rüya hakkında da bilimsel veriler toplanmaya
başlamıştır. Bu konuda yapılan en önemli keşif, uyku sırasındaki bedensel ve
beyinsel işlevlere göre uykunun rem göz hareketleri; rapid eye move-ments) ve
rem (yavaş göz hareketleri; non-rapid eye movement) olmak üzere iki aşamaya
ayrılmasıdır. Her iki evrenin toplamı ortalama 90 dakika olup bir gecelik
uykuda ortalama 4-5 kez evreler birbirlerini izlerler. Bir gece uykusunun
toplam % 20’sini bedenin görece daha aktif, uykunun görece daha yüzeysel olduğu
rem uykusu oluşturur. Rem uykusunun en belirgin Özelliği bu evrede uyandırılan
bireylerin çoğu kez o sırada rüya görmekte olduklarını söylemeleri ve bu evre
uyanmadığı zaman ertesi gün duygusal karı silikliğin ortaya çıkmasıdır. Bu
özellik uzunca bir süre rem uykusunun rüya uykusu olarak anılmasına yol açtıysa
da,bugün rüyanın nrem’de de görüldüğü ileri sürülmektedir. Rüya ile ilgili
deneysel verilerde ve gözlemlerde elde edilen en genel sonuçlar şimdilik bunlar
olmakla birlikte araştırmalar asıl olarak bu noktada odaklanmış durumdadır.
Rüyaya yüklenilen
geleneksel anlamlar, modern psikolojik ekollerin yaklaşımlarında
bulunmaktadır. Modem psikolojide teorik ve uygulama alanlarında rüyaları ele
alma ve rüya yorumunda öne çıkmış belli başlı ekoller ise şunlardır:
Rüya teorisi ve rüya
yorumlamaları Fre-udcu psikanalizin köşe taşlanndandır. Fre-ud’a göre rüya,
“bilinçdışının kral yoludur.” Psişik aygıtın deterministik ilkesi
uyarınca her rüya içeriğinin bir anlamı vardır. Fakat rüyanın anlamını ortaya
koyabilmek için onun görünen (manifest) yanının Ötesindeki süzgeçten geçmiş
(Iatent) yanına uzanmak gerekir. Rüya, nevrotik belirtiler gibi yasaklanmış
istekler ile, bu istekleri engelleyen güçler arasındaki bir uzlaşma sonucu
ortaya çıkar. Bu, rüyanın görünen içeriğidir; buradan yasaklanmış isteklerin
yer aldığı gizli içeriğe gidilebilir. Rüyanın temel işlevi kabul edilemeyen
bilinçdışı içgüdüsel isteklerin fantezisi aracılığıyla doyum sağlamaktadır.
Dolayısıyla uyku rüya içindir ya da rüya uykunun bekçisidir.
Analitik psikoloji
okulunun kurucusu Jung ise rüyayı doğal ve normal psişik bir olgu olarak görün
“Rüya, bilinçdışı gerçeğin, kendiliğinden, kendine özgü ve sembolik
tablosudur.” Freud’un sandığı gibi bir belirti veya kılık değiştirme
değildir. Jung’a
göre rüya nesnel veya
öznel yorum düzeylerine sahiptir. Nesnel düzeyde rüya, çevredeki gerçek insan
ilişkileri ağına göre, öznel düzeyde ise figürlerin rüyayı görenin kişiliğinin
belli yanlarını temsil etme ihtimaline göre yorumlanır. Jung’un rüyaya bakışa
getirdiği bir özgünlük de, rüya sahibiyle doğrudan ilişkisi olmayan kollcktif
bilinç -dışma ait rüyaların da olabileceğini; buradaki sembollerin eski
atalarımızın yaşantılarına, tarihe ve mitolojiye uzanabileceğini söylemesidir.
Bireysel psikoloji
okulunun kurucusu Adler’e göre rüya, düşünce sürecinin bir parçasıdır ve
bireyin yaşam tarzıyla uygunluk gösterir. Onun rüya yorumu teorisi, insanın
sürekli olarak kendisini geleceğe hazırladığı anlayışından kaynaklanır. Rüyalar,
rüya görenin ‘burada ve şimdi’ olan yaşama bakışıyla gelecekteki amaçları ve
onlara ulaşma planlarının birleşimidir.
Sosyo-kültürel
psikolojik yaklaşımın önde gelen isimlerinden Horney için ise nevrotik kişideki
yapıcı ve yıkıcı materyali anlayabilmek için rüya bir fırsattır. İnsan rüyada
daha açık, daha az savunucu olur. Rüyalar insanın kendini gerçekleme şansını
ele geçirdiği yerdir. Kelman ise, varoluşsal kavramlarla ve Doğu düşünce
biçimleriyle Horney’in rüyalara bakışını genişletir. Ona göre rüyadaki her
sembol bir ben veya özne, bir de başkası veya nesne görünümüne sahiptir.
Erol GÖKA