Ruh (ar. i.)
Arabça r v h kökünden gelen bir kelimedir. Kelimenin aslının r e v h şeklinde olduğu görüşünü savunanlara göre, rahat, rahmet, ferah ve daimi hayat manâlarını ifade eder.
Rûh kelimesinin ıstılah olarak tarifinde çok çeşitli anlayışlar tesbit edilmektedir. Bunlar arasında ortak nokta, insana insan olarak canlı varlık dedirten şeyin rûh olduğu anlayışıdır. Ruhun insandaki irâdî-gayr-ı irâdî hareketlerin kaynağı, canlılığın ilk prensibi, idrak kabiliyetini veren unsur olmak gibi üç yönü üzerinde de durulmuştur.
Arabçada Ruh, Nefs, Akıl, Nefs-i nâtıka, Kalp gibi kelimelerin hepsinin aynı manây ı ifade ettiği, bunların hepsinin eş anlamlı kelimeler olarak ” insanı meydana getiren Zat” (öz)ı ifade ettikleri belirtilmiştir. Bunun yanında bazı kelâm âlimleri içinde Nefs ve Rûh kelimelerinin farklı manâlar ifade ettikleri görüşünde olanlar vardır. Bunlara göre Nefs, canlı varlıktaki hayatın mebdeî manâsına, Rûh ise, düşünme ve temyiz fonksiyonunu ifa eden mükemmel töz, manâsına kullanılmaktadır.
Nefs kelimesinin an’anevî istimallerindeki vuzuhsuzluğu ilk gören, son çağ filozofları arasında Descartes olmuş ve bunu şöyle izah etmiştir: “İnsanlar eskiden, bizim yaşamamızı, gelişmemizi sağlayan ve diğer canlılarla müştereken sahib olduğumuz muhtelif canlılık tezahürlerini ortaya koyan mebde’ ile, idrak etmemizi, düşünmemizi sağlayan mebde’ arasında bir ayırım yapmamışlar ve her ikisine de tek isim olarak Nefs demişlerdir.”
Oysa ki yeni psikoloji, özellikle 1879‘da Leibzig’de deneysel araştırma metodlanyla çalışan ilk “insan laboratuvarı”nı kuran Alman bilim adamı Wundt’un gayretleri sayesinde şekil değiştirerek ampirik psikoloji haline geldikten sonra insan ruhunun mahiyeti ve aslı ile uğraşmaya önem vermez olmuştur. Bu işi felsefeye terketmiş ve “davranış”, “davranış prensibleri”, “çevre faktörü”, “çevre şartları içinde davranışın nitelik kazanması” gibi konularla ilgilenmeğe başlamıştır. Bu ise rûhun aslını, mahiyetini ve manâsını araştıran bir “rûh felsefesi” değil, artık bir “davranışlar ilmi “dir.
İslâm dinyasında ise vazıh olarak birbirinden ayn mütalaa edilmeyen Nefs ve Rûh ile ilgili konular şu altı gurub içinde ele alınmış ve her gurubun ele alınışında o konunun özelliğine göre farklı tavır takınılmıştır. Altı gurub kısaca şöyle özetlenebilir:
- Rûhun mahiyeti ile ilgili konular,
- Rûhun varlığı konusu,
- Bedenin yaratılmasından önce rûhun yaratılmış olduğu görüşünün kabul veya reddi,
- Rûhun ebedîliğinin, bedenin yok olmasından sonra da bâkl kaldığı görüşünün kabul veya reddi,
- Tenasüh düşüncesinin reddi,
- Meâd meselesi, (âhiret hayatı sadece rûh ile midir, yoksa hem rûh ve hem de bedenle birlikte midir?).
Bu meselelerle en fazla meşgul olan İslâm âlimleri içinde İslâm filozofları ön sırayı almışlardır. Bundan sonra konunun itikadî esaslara taalluk ettiği görüldüğünden Kelâm âlimleri de bu açıdan meselenin içine girmişlerdir. Selef-i sâlihîn ise, özellikle rûhun mahiyeti ile ilgili konulara girmemişler ve hatta bunu yasaklamışlardır. Onlara göre Rûh, insan aklı tarafından hakikati anlaşılamayacak sırlara sahib bir konudur. Çünkü Cenâb-ı Hakk Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyurmuştur: ” Ey Muhammed, Sana Ruh’un ne olduğunu soruyorlar. De ki: Rûh Rabbimin emrinden ibarettir. Bu hususta size pek az bilgi verilmiştir.” (İbrahim suresi/85. ayet). Bütün itikadî konularda olduğu gibi selef bu konuda da araştırmaya girmemeyi, görüş bildirmemeyi prensib kabul etmiş ve delil olarak da bu âyeti bu tarzda yorumlamıştır.
İslâm filozofları ve özellikle kelâmcılar ise yukarıda zikredilen âyeti selef gibi bu konulara dalmayı yasaklayıcı bir âyet olarak anlamamışlar, bilakis Rûh meselesinin de diğer varlıklardan hiç farkı olmayan bir konu olduğunu ifade eden bir âyet olarak yorumlamışlardır. Onlara göre âyet şu manâyı ifade etmektedir: “Ey Muhammed, sana Rûh’un ne olduğunu soruyarlar. De ki Rûh Rabbimin emrinden bir emirdir. Ancak size (aslında) pek az bilgi verilmiştir.” Yâsin Sûresindeki bir âyetten de anlaşıldığı gibi Allah bir şeyi yaratmayı dilediğinde emir sıygası ile “kün” (ol) der ve o da o anda var oluverir. İşte Rûh da bu “kün” (ol) emrine muhatab olan bir varlıktan ibarettir. Ayetin devamında belirtilen, insanlara verilen bilginin azlığı ise, Rûh konusundaki bilgi değil, bütün varlıklara ait ilâhî ve mutlak bilginin yanında insanoğlunun bilgisinin son derece sınırlı ve az olduğudur.
Bu noktadan hareket eden kelamcılar ruhun mahiyeti konusuyla da ilgilenmişlerdir.
Telif hakkı © 2023 | MH Themes tarafından WordPress teması