Luckmann ve Berger’in din anlayışını andıran bir başka yaklaşım, Amerikalı
sosyolog Robert N. Bellah’ın sistemleştirdiği ‘sivil din’ teorisidir. Şöyle ki,
1960’lı yıllarda Talcott Parsons ve öğrencisi Robert Bellah gibi bazı
sosyologlar, modern Amerika gibi toplumların, kurumsal düzenlemeleri ile
tarihsel kutlamalarına kutsal özellikler atfettiklerini ileri sürerek, ‘kurumsal
(kiliseye bağlı) din’den ayrı bir ‘sivil din’ görüşü ortaya atmışlardı. Bu
teoriye göre, Amerikan Yaşam Tarzı, Hıristiyanlığın bir yan olgusu olmaktan
çok, kendi inançları, ritüelleri ve azizleriyle adeta ayrı ve bağımsız bir din
olarak tanımlanmakta ve siyasi olarak demokrasi ve bireysel özgürlüğü;
ekonomik olarak ise liberalizmi temsil etmektedir. Bu kentli din, bireyselcilik,
pragmatizm ve kişisel faaliyetleri önemsemektedir. Bu haliyle Amerikan
Yaşam Tarzı, aşkını olmayan, günah veya hüküm kavramlarından yoksun
sekülerleşmiş bir Protestanlık olarak da tarif edilebilir.
Bellah 1967 yılında yayınlanan “Amerika’da Sivil Din” Başlıklı
makalesinde sivil din kavramını kullanır. Sivil din tezi, sekülerleşmenin
artması yönündeki beklentiyi, Amerika Birleşik Devletleri’nde dini inanç ve
kurumlara olan kamusal bağlılık gerçeğiyle uzlaştırmanın bir aracını sağlamaktadır.
Bu teorik uzlaştırma, ABD’de Hıristiyanlığın sanayileşmeyle birlikte
yaşamaya devam etmesinin, kendi geleneksel teolojik muhtevası pahasına
gerçekleşmiş olduğu yönündeki bir iddia biçimini almıştır. Baptizm, evlilik,
pazar ayini ve okulu gibi Hıristiyan kurumlarına yönelik kamusal destekler,
dinin muhtevasındaki derin boşalma ve dönüşümü maskelememelidir.
Bu süreçte kiliseler artık, hareketli, yabancılaşmış, kentli orta sınıflar için,
dini olmaktan çok birer sosyal kulüp haline gelmiştir. ABD’de Ortodoks
Hıristiyan inancından uzaklaşıldığına dair deliller bulunmakla beraber,
bayrağa sadakat, Bağımsızlık Günü törenlerine ilgi ve Arlington Milli Kabristanı
benzeri kutsal yerlere duyulan yakınlık gibi milli yönelimlerin, çoğu
zaman yarı dini bir kutsallık havasına büründüğü görülmektedir. Bu durum
ise, Hıristiyanlığın geleneksel bağlamında olmasa da, seküler bir toplum
bağlamında sivil bir din olarak yaşamaya devam ettiği şeklinde yorumlanmaktadır.
Sivil din tezlerinin arkasında yatan temel fikir, kurumsal dinler açısından
giderek sekülerleşen ileri sanayi toplumlarında kurumsal dinlerin (devletin ya
da sivil toplumun yüceltilmesi türünden), toplumun genel değerlerini belirlemek,
toplumsal birliği sağlamak ve duyguların ifade edilmesini kolaylaştırmak
gibi geleneksel dini işlevleri gördüğüdür. Başka bir deyişle, sivil
dinler, toplumsal sistem içinde dinin karşıladığı türden ihtiyaçları karşıladıkları
için, kurumsal dinlere karşı ‘işlevsel bir eşdeğerlilik’ sunar ya da
‘işlevsel bir alternatif’ oluştururlar.
Sonuç olarak, özsel bir din anlayışından yola çıkanlar, modernleşme ve
onun sonucu olarak ortaya çıkan sekülerleşme ve çoğulculaşma gibi olguları,
din aleyhine gelişen karşı konulamaz ve tehlikeli olgular olarak görürken;
Luckmann ve Berger’in ‘görünmeyen din’ ve ‘bireysel din’ ve Bellah’ın
‘sivil din’ kuramları gibi işlevselci yaklaşımların, modern ve laik toplumda
dine bir yer bulma çabasını yansıttığı söylenebilir.