ÖZGÜRLÜK
irade ile özgürlük
kavramları arasında karşılıklı bir ilişki vardır. Genelde, iradenin,
özgürlüğün bulunduğu bir alanda dış-laştuılabileceğini söylemek de yanlış değildir.
Buradan hareketle Özgürlükle zorunluluk arasında karşılıklı bir ilişki olduğu
da söylenir. Zorunluluğun olduğu yerde özgürlük yoktur; veya tersine, özgürlük
varsa zorunluluk yoktur.
Kuşkusuz, bu
teshiller, konu uç noktalarından ele alındığında ortaya çıkar. Özgürlük,
irade ve zorunluluk kavramları Baü düşüncesinde ilk çağlardan beri tartışılan
ve ifratla tefrit arasında bir o yana, bir bu yana giden sarkaç halinde
değerlendirilen konular arasındadır.
Özgürlük konusu aynı
zamanda insanın “değerinin” tartışıldığı ve belirlendiği bir kapsam
içinde ele alınmaktadır. İradeye ve zorunluğa yaklaşım tarzımıza göre, insanı
tanrı veya köle yerine koymamız olasıdır. Varlığın bir irade ürünü olduğunu
savunan öğretilere (iradecilik: volantarizm) göre insan var olmak istediği
için var olmuştur. (Schopenhauen Varım, çünkü var olmak istedim). İradeciliğin
zıddı olan mekanizmde ise insan, mutlak bir zorunlulukla hareket eder,
davranışları doğanın yasalarıyla belirlenir ve onun dışına çıkamaz; insanın özgürlüğü
yoktur, zorunlulukların kölesidir. Diyalektik materyalizm ise bu iki görüşü bir
bakıma uzlaştırmaya çalışayarak insanın ne köle, ne tanrı olduğunu, fakat doğanın
zorunluluklarına bilinçli olarak katılan ve o zorunluluğu bilinciyle etkileyen
gerçek anlamda bir insan olduğunu ileri sürer.
Bu görüşler konuya
bütünüyle materyalistik bir açıdan yaklaşmaktadırlar. Bu konuyla dini bütün
Hıristiyan düşünürler de ilgilenmişler, açıklamalarında “irade-i
cüz’iyye” kavramına da yer vermişlerse de, konunun temelinde yer alan
sorulara doyurucu bir açıklık sağlayamamışlardır.
İslam, öteki
sorunlarda olduğu gibi, bu konuyu da ayrı bir düzlemde ele almaktadır. Bir
takım kavramları hareket noktası olarak kabul edip insanın değerini mi belirleyeceğiz,
yoksa insan için belirlenmiş bir değere göre kavramlarımızın mahiyetini mi
belirleyeceğiz? îslamda, insan sadece “kul” olarak değerlidir. Ancak
buradaki kulluğu Batı fikriyatında kullanıldığı biçimiyle, siyasal anlamda
kölelik diye almamalı. İnsan, Allah’ın kulu olduğu hususunda bir bilinç
taşıyorsa, Allah’tan başka her şeyden özgürdür. Böyle bakınca, insan
özgürlükten de özgürdür (müstağnidir.) Yani özgürlük diye bir kavrama boyun
eğerek yerini ve değerini ölçüp biçmeye kalkışmaz.
Fakat özgürlüğün
anlamını, değerini, yerini belirler. Özgürlüğe köle olmaz. Belki özgürlüğü
kendine köle kılar. Kulluk bilincini bütün boyutlarıyla kavramış olan insanın
aynı zamanda Allah’ın vekili veya halifesi kabul edildiği düşünülürse, onun
iradesinin Allah’ın İradesinden bağımsız olmadığı da anlaşılabilir. Başka bir
deyişle, böyle bir kul, esasen Allah’ın iradesine aykın düşebilecek bir irade
izharında bulunmanın kendi özgürlüğü ile çelişkiye düşmek olacağını farkeder.
Böylelikle Allah’ın iradesi ile kulun iradesi en yüksek düzeyde her zaman
uzlaşma (tetabuk) halinde bulunur. Başka bir söyleyişle irade ile zorunluluk
bütünleşmiş, özdeşleşmiş olur.
Olaya bu açıdan
yaklaşıldığında, Allah’ın önceden koyduğu buyruklara boyun eğmenin insanın
özgürlüğüne ket vuracağı hususundaki görüşün yapma bir sorun olarak ortaya
ıkacağı da anlaşılabilir.
Ünlü mutasavvıf
Beyazid el-Besta-mi’nin: “irade etmemeyi dilerim” sözü, Öylesine bir
özgürlük kavramını dile getiriyor ki, irade etmeme özgürlüğünü kullanarak kendi
iradesi ile Allah’ın iradesini özdeşleştiriyor. Özgürlüğe bunun ötesinde bir
sınırsızlık biçmek kuramsal olarak da mümkün değildir. Fakat dikkat etmeli ki,
özgürlüğe tanınan bu sınırsızlık, özgürlüğün hatırı için değildir, Allah’ın
hükümlerine inkiyad etme halinin tezahürüdür.
Öyleyse kimdir özgür
insan? İlk bakışta, dilediğini, dilediği biçimde gerçekleştire-bilen kişiyi
özgürdür diye düşünmek mümkündür. Değil mi ki, o kişi, bir işi yapmayı
diliyor, yapmayı dilediği bu işi de yapıyor, onu kimse o işi yapmaktan
alıkoymuyor, öyleyse o kişi özgürdür, diyoruz.
Gerçekte, o kişinin,
sahiden özgürlüğünü elinde tutup tutmadığını kestirebilme-miz için, onun neyi
dilediğini, dileğinin neyi gerçekleştirmeye yöneldiğini anlamamız gerek.
Daha ileri giderek,
bir takım dilekleri olan kişinin, gerçekte özgür olup olmadığı sorulabilir.
Böylece dilek (dileme)
kavramıyla özgürlüğün bağdaşıp bağdaşmadığı ve özgürlük denen şeyin kendi
başına bir amaç taşıyıp taşımadığı sorusu ortaya çıkar: İnsan, niçin bir şeyi
diler? Dilediği şeyle (dileğin objesi) ile o kişi arasında ilişki nedir? O
kişi, niçin o şeyi dilemektedir? Bu sorunun cevabı basittir: Bir kimse, bir
şeyin gerçekleşmesini (olmasını) veya bir şeye sahip kılınmasını istiyorsa, o
şeye ihtiyaç duyuyor demektir. Yani, dileyen kişi, halen yoksun bulunduğu o
şeylere sahip olmadıkça, onların eksikliğini duyumsuyor ve o ihtiyaçlara
mahkumiyetini belirtiyor, diye düşünmeye zorlanıyoruz.
Ayrıca, burada sözü
edilen dileğin muh-tevasmdaki nefsaniliğe dikkat etmek gerek: Nefsaniliğe
bulaşmış her dilek ona bulaş-mışlığı ölçüsünde, sahibi üstünde bir hükümranlık
sahibidir.
Bu yüzden denebilir
ki, özgürlük insan zihninin yaman aldatmacalarından biridir. Özgür olmak
isteyen insan, özgürlüğün hakikatini kavramadıkça, neye karşı özgür olmak
istiyorsa, aslında ona köle olmaktan başka bir şey yapmıyor, denebilir.
Özgürlüğün hakikatine
biraz daha yaklaşılırsa, o, yalnız ve ancak Allah’a teslim olmak diye değerlendirilebilir.
Özgürlük, kendi anlamını sadece bu teslim oluşta bulacaktır. Allah’a teslim
olmanın sımnı elinde tulan, başka hiç bir şeye teslim olmaz, O’na karşı
özgürlük ilanına kalkışansa, her şeye karşı köleliğini açıklamış olur.
insanın, her şeye karşı
özgürlüğünü ilan ve elde ettiğini düşünsek bile, bu kez, özgürlüğüne karşı
özgürlük ilan edebilme gücünü gösterebilir mi? örneğin ölüme karşı özgürlüğünü
ilan etmeye girişen kimse, özgürlüğünü kanıtlamak için, kendini Öldürmekten
başka ne yapabilir? O, aslında böyle yapmakla Ölümünü bile çabuklaşürabîl-miş
değildir, sadece vehminin kurbanı olmuştur, demek mümkündür.
Allah’a karşı, insan,
nefsinin özgürlüğünü neyle, nasıl kanıtlayabilir? Bu noktada, insan
natıkasının varacağı en çılgın doruk ancak kendisini öldürmek olabilir. Fakat
kendisini öldüren kimse, de neyi isbat etmiştir? Allah’a karşı özgürlüğünü mü,
yani Allah’ın bilinen ve bilinmeyen, söylenen ve gizlenen her şeye sari ve
şamil olan iradesinden azade olarak bir fiil işlediğini mi is-bat ettiğini
sanmakla? Yoksa çılgınlık nö-betindeki dimağın icadı olan vehimlerine nefsini
kurban ettiğini mi isbatlamış olmakta?
Burada, nefsin aczi o
kadar bellidir ki, nefs, özgürlüğünü isbat sadedinde ölümden başka bir yol
bulamamaktadır. Üstelik ölme veya kendini öldürme fiili, o farkına varma-sa da,
ancak Allah’ın dilemesiyle vuku bulmuştur. Çünkü Allah’ın izni olmadıkça hiç
kimseye ölmek yoktur (Ali îmran: 145).
Ölüme karşı
özgürlüğünü kanıtlamak isteyen insan, ölüme baş eğmiş oluyor. Yoksa Ölüme karşı
özgürlüğünü kanıtlamış olmuyor.
İnsan, farkında olsa
da, olmasa da, gerçekte sadece Allah’a karşı kulluğu aramaktadır. Allah’a
karşı Özgürlüğünü ilan etmeye kalkışanı, Allah her şeye kul haline getiriyor.
O’na kul olmanın sırrını kavrayabilen-se, başka her şeye karşı özgür ve
müstağni kılınıyor.
öyleyse İslam yönünden
özgürlüğe nasıl bir anlam yüklenebilir?
Bu açıdan özgürlük
Allah ve Resulünden başka her şeye müstağni kalmaktan başka bir anlam taşımaz.
Kelime-i şehadet:
Allah ve Resulünden (îslam)dan gaynsma istiğnadır.
Namaz: Bütün putlara
istiğna.
Oruç: Nefsin kendinden
istiğnası.
Zekat: Kişinin
malından ve malın maldan istiğnası.
Hac: Kabe dışında,
bütün mekana istiğna.
İslam’da özgürlük, bir
istiğna disiplinidir, diye düşünmek mümkündür.
Rasim ÖZDENÖREN Bk. İrade