NESNELCİLİK
Nesnelcilik,
öznelciliğin tersine, özneden ve öznenin bilincinden bağımsız bir şekilde
düşünme ve bilgi oluşturma aşamasında nesneden ve nesnel olandan hareket eden
teorilerin ortak adıdır.
Nesnelcilik, nesneyi
zihnin dışında, insan bilincine bağlı olmadan, özne dışında bir gerçekliğe
sahip olarak görür. Latince “ob-jektum” kavramından türeyerek Batı
dillerine ve literatürüne objectivism, objectivis-me, objckıivismus şeklinde
geçen nesnelcilik, nesneyi kendisine yönclinen, düşünülen ve tasarlanan ve
kendisine yönelen bir edim olmadan var olmayan şey olarak tanımlanmaktadır.
Nitekim nesne kavramı karşılığında kullanılan latince objeetum kelimesi de
karşıda bulunan, karşıya konan anlamını ifade etmektedir. Bu anlamda nesne,
bilincin kendisine yöneldiği şey olarak görülmektedir. Bu şey, yani nesne,
somut bir nitelik özelliğini gösterebileceği gibi soyut bir konuyu, fikri de
ifade edebilir bir özelliğe sahiptir. Diğer bir deyişle nesne, düşünsel veya
zihinsel ve varlıksal veya somut nesneler olarak iki grupta ele alınmakladır.
Bilincin kendisine yöneldiği nesne, dış dünyada maddeselliğine veya
cisimsel-liğine sahip bîr meta, bir somut var olan olabileceği gibi, zihnin
veya bilincin kendi ala nında ve bütünlüğünde bulunan bir zihinsel obje de
olabilir. Nitekim ahlak ve sanat gibi değerler alanında değer yargıları ve
nitelendirmelerin, sıfatların zihin dışında somut bir varlık alanları yoktur.
Bunlar ve bu gibi objeler, zihinsel bir obje olmaktan öte bir anlam ifade
etmemektedirler.
Ontolojide
(varlıkbilim alanında) varolanları veya bu tek tek var olanların oluşturduğu
genel varlık bütünlüğü içinde bu iki tür nesneyi veya objeyi ifade etmek amacıyla,
varlık alanını ikiye ayırmak bir zorunluluk ve tek çıkar yol olarak görülmüştür.
Varlık alanı veya var olanların bütünlüğü, reel varlık alanı ve ideal varlık
alanı olarak iki öbekte işlenme yoluna gidilmiştir. Bu nedenle obje veya nesne
kavramı, sade-
ce reel varlık alanına
giren ve onun tarafından kapsanan somut, maddi, cİsimsel bir nitelikten ayrı
ve yan bir anlam kazanmıştır. Varlık kategorisi, bir tarih, sanat, dil, hukuk
gibi birer insan başarısı olan alanlarda da, gerçekliğin üslüne çıkan ve ideal,
düşünsel bir dünyanın ürünleri, öğeleri olan objelere, nesnelere de sahiptir.
Bu anlamda nesnelcilik, sadece doğal nesnelere, maddî objelere dayanma,
onlardan hareketle bir düşünce ve sistem oluşturma yöntemi ve biçimi olarak
görülmemelidir. Nesnelcilik, bir sanat alanında sanatsal objeleri, bir hukuk
alanında hukukî objeleri (kavramları) vb. kapsayacağı gibi, aynı şekilde
bunlar üzerine kurulan bir sistemin, düşünce çabasının ismi olarak da
tanımlanabilir.
Bu bakımdan
Nesnelcilik, ister reel, isterse ideal varlık alanı sözkonusu olsun, özneden
ve onun bilincinden değil, varolanın kendisinden, onun varlıksal bütünlüğünden
hareket eden genel felsefî bir yöntemin adıdır.
Nesnelci bir tavrın
kendi içinde barındırdığı ve sistemini kurarken ima etmeye çalıştığı önemli
bir özelliği, bu tavrın veya kurulacak ve kurulmuş ofan düşünce yapısının
nesnel bir niteliğe sahip olduğu gerçeğidir. Buradaki nesnellikten kasıt da,
kurulmuş olan sistemin ve bu doğruKuda üretilen düşüncelerin genel-geçer ve
zorunlu bir özelliğe sahip olduklarının bcliriilmesidir. Zira, Öznenin ve
bilincin dışında varolan nesne, genci bir lakım özellikleri bünyesinde
barındırmaktadır. Var olan nesne, geçirdiği değişimlerde bile bir genel-geçer
ve zorunlu kurallar, kanunlar bütünlüğüne sahiptir. Nesnenin veya objenin bu
kurallarını, niteliklerini ve onun tabi olduğu kanunları yakalayıp bulmak ve
düşünce yapılarını bunlar üzerine kurmuş olmak, o mevcut düşünce yapılarının
da genel-geçerliğini ve zorunluluğunu şart kılar. Nesnelcilik, özneden
bağımsız, onun kendi duygu, görüş ve önyargılanndan uzak bir biçimde ve herhangi
başka bir etki altında da kalmadan bir nesneyi kavrama, anlama niteliğidir. Bu
takdirde nesnelcilik bireyüstü bir gerçekliği oluşturma amacı taşır ve bir
genel-geçerliği kurmaya, yakalamaya çalışır gibi bir sonucu da kapsar.
Nitekim, bilimin de temelinde gördüğü genel-geçer ve zorunlu (sentetik-apriori)
önermeler peşinde olan Kant’ın, nesnelciliğin en belirgin bir siması ve hatta
kimilerince gerçek kurucusu veya kaynağı olarak görülmesi bu tavrın iddialarını
açık kılmaktadır.
17. yüzyılda Descartes
(1596-1650)’ın nesneyi, bireyin dışında otonom bir var olan olarak kabul
etmeyip, insan zihnî ile izahı, Descartesçılar’ın ileri sürdükleri ve Kant’a
kadar süren önemli bir öznelci tavrın ifadesiydi. Onun nesneyi ve nesnel dünyayı,
“cogito” kuramı ile bireyden, nesneye giden bir tarzda açıklama
çabası, Kartezyen düşüncenin genel bir niteliğiydi. Res Cogi-tans ve Res
Extensa ayrımı ile nesneyi de ayrı bir cevher (öz, substance) olarak görmesi,
nesnelcilik yolunda atılmış bir ilk adım olarak görülüyor olsa da, Descartes’ın
gönlü hep res cogitans’tan yanaydı. Bu ayrımın res extensa ucuna ağırlık veren
ve nesnelciliğin gerçek ve belirgin olarak kurulmasında asıl önemli rolü
oynayan Alman düşünürü Immanuel Kant (1724-18O4)’tır. Nesnelciliğe olduğu
kadar, fiziğe ve aslında nesneye veya maddeye dayalı modern bilimin
kurulmasında da Kant’ın bu kritik (eleştirel) felsefesinin önemli bir rolü vardır.
Nesnelciliğin, bir
sistem olmaktan çok, çeşitli felsefî disiplinlerdeki problemlerin çözümünde ve
bir düşünce yapısının kurulmasında önemli rol oynayan, genel bir yöntem
önerdiği söylenebilir. Nitekim, modem bilimin vazgeçemediği ve onun temeli, metodu
ve bakış açısı olarak görülen nesnelcilik, felsefe alanında da pek çok düşünür
tarafından, ahlak, estetik gibi disiplinlere uygulanan bir yöntem olarak
kabul edilmiştir.
Ahlaki nesnelcilik
planında, öznel kelimesi gibi nesnellik kavramının da açık bir biçimde ele
alınıp açıklanması oldukça zordur. Ahlaki nesnellik ifadesi ile neyin kastedildiğinin
anlaşılması ve anlatılması da açıklıktan uzaktır. Ancak kimi ahlak filozofları,
bir ahlaki yargının, onu ifade eden insandan ve söylendiği yer ve durumdan
bağımsız bir biçimde ele alınması yöntemine dayanan ahlaki bir teorinin
nesnellik (objectivity) özelliğini kazanabileceğini söylemektedirler. Fakat,
bir ahlaki yargının, onun söylendiği yer ve şartlara ve ayrıca onu söyleyen
kişinin niyetine ve amacına göre ayn bir anlam ifade edeceği ve farklı ahlakî
ve hukukî normlara, değerlendirmelere tabi tutulacağı gözönüne getirilirse, bu
niteliğin ona yüklenmesi de kolay olmaya-cakür. Ancak, bir ahlakî teorinin
nesnel olabilmesi için de ferdin iç dünyasında uyandırdığı duygulanımlardan
uzak ve bağımsız bir biçimde ileri sürülmüş yargılamalar ve önermeler üzerine
kurulmuş olması gerekir. Böyle nesnel bir teorinin kurulması için hangi ve
nasıl bir ahlaki normlar düzenine dayanılması gerekliği de nesnelciliğin karşısında
duran önemli bir problemdir. Çünkü bu durumda, bireyin veya insanın dışında
somut bir ahlak dünyası ve bir değerler alanının varlığını kabul etmek
kaçınılmaz görünmektedir. Nitekim böylesi bir sorunu çözmek için, ahlak
felsefesi alanında teolo-jik nesnelcilik veya teotojik ahlak teorileri ismi
verilen bir kuram geliştirmek zorunluluğu doğmuştur. Dinin getirmiş olduğu
normlar ve kurallar dizisine dayanmak, bir dinin değerler bütünlüğünü kabul
etmek, insanlar arasındaki öznelcİ ve göreli değer anlayışı sorununu da çözüme
kavuşturmaktadır. Böylece insanlar arasında bir genel-geçer değerler ve
normlar oluşturmak mümkün olmaktadır.
Nesnel bir değerler
alanının tespit edilmesindeki zorluğu, kimi düşünür ve filozoflar da adeta
bir kutsallık niteliği atfettikleri bir üstün güç veya bir ilk ve temel öz
(cevher, substance) kabul etmek suretiyle aşmaya çalışmışlardır. Nitekim Hegcl
(1770-1831)’in “geist” kavramı bu gözle görülebileceği gibi, N. Hartmann
(1882-1950)’ın en üst varlık alanı olarak kabul ettiği “geist”
varlık tabakası da sanat, ahlak, hukuk ve irreel veya ideal varlık alanlarındaki
benzer problemlerin ve nesnellik çaba-larındaki zorlukların çözülmesi ve
aşılması için ileri sürülmüş birer genel kabulden ve soyutlamalardan ibarettir.
Nesnelci ahlak
anlayışlarını, doğruluk ve hayır gibi ahlaki kavram ve benzeri yargıların,
fertlerin yeteneklerine bağlayarak değil de, mevcut ve belirli potansiyel durumun
fiili alana aktarılması, yansıtılması olarak görmek sureliyle açıklayanlar da
mevcuttur. Bu anlayışın en önemîi siması ise James-Mark Baldwin
(1861-1934)’dir.
Sanat alanında da
nesnelcilik, sanatçıdan değil de sanat eserinden, yani sanatsal nesneden
(sanatsal objeden) hareketle kurulan teorilerin ifadesidir. Böylesi bir nes-
nel tavra sahip sanat
felsefecisi veya bir sanat eleştirmeni, sanat eserinin somut bütünlüğünden ve
ontik (varlıksal) yapısından yola çıkar. Sanatsal planda sözkonüsu olan
nesnelcilik, aynı zamanda, ilk olarak Hu-me’da kendini gösteren ve Husserl
(1859-1938)’de sistemleştirilen fenomenolojik bakış tarzının sanat alanına
yöneltilmesinden oluşan bir yöntemin de adıdır. Nitekim Husserl’in
“Şeylere dönelim (Zurück zu den Sachcn)” sesine kulak veren Moritz
Geiger (1880-1937)’in fenomenolojik estetik anlayışı, sanat eserinden yola
çıkan nesnelci bir sanat anlayışı olarak kabul edilmektedir. Ancak Moritz
Geiger, sanat eserinin değil, sanatsal hazzın fenomenolojsini yapmaya çalışır
ve nesnelci tavrını bu alana yansıtır.
Nesnelciliğin, sanat
alanına yöneltilmesi ile fenomenolojik estetiğin yanında, yapısalcı,
hermeneutik, marxist, meta ve in-formation estetikleri gibi, sanat teorileri de
ortaya çıkmıştır.
özneden bağımsızlığı
ve nesnenin kendisine uygunluğu olarak tanımlanabilecek olan nesnelliği ve
nesnel oluşu amaçlayan nesnelcilik, özellikle yüzyılımızda, bilimin temeli
olarak görülen ve kimi felsefî akım-larca da felsefenin temeli yapılmaya çalışılan
en tartışmalı ve yoğun bir problemler ağını bünyesinde barındıran önemli bir
felsefi tavır olma özelliğini korumaktadır.
Ali DÖLEK Bk.
Öznelcilik