MÜSTAZ’AF
Arapça
“za-u-fe” fiilinin istifal babından ısm-i mef ul bir kelime.
îstiz’af genelde za’f ve zaif ile yakın anlamlan olduğu halde, kelimenin bu
etimolojik yapıya bağlı olarak semantikte kazandığı anlam güçten düşürülme,
güçsüzleştirilmc gibi zihni (en-tellckıücl) ve ruhi (psişik) olguları ifade
eder. Nitekim hemen hemen tamamen Kur’an’ın kendisine özel anlamlar yüklediği
bu kelime, yine Kur’anî terminolojide sosyolojik bir gerçeklik olarak en çok
bu anlamlarıyla ön plana çıkmaktadır.
Kur’an, global anlamda
toplumun birbirine karşıt iki sosyolojik realitenin karşılıklı ilişkilerinden
meydana geldiğini söyler. Temelde sağlıksız ve çelişkili kutupların yer aldığı
böyle bir toplumda -buna cahili toplum denebilir- idari, siyasi ve dini-fikri
zümrelerden oluşan “mele”‘ ile, ekonomik zümrelerden oluşan
“mütref” sınıf olan müstekbirler ve burada anlatacağımız biyolojik,
ruhi ve zihni güçsüzlük içinde olan mustaz’aflar vardır.
Toplumların sosyolojik
bir realitesi olarak mustaz’af sınıflar temelde iki kategoriyi kapsar.
1- Fizik
veya biyolojik olarak güç gösterisinde bulunamayacak durumda olan kategorik
zümreler. Bunlar kelimenin gerçek anlamında ve tanım gereği zayıf ve güçsüzdürler:
Çocuklar, kadınlar, yaşlılar ve bedenî sakatlığı olan insanlar. Bunların zorba
güçlerin hakimiyet ve baskılarına karşı koymaları beklenemez. Direnme ve çalışmanın
kol gücü ve silahla yürütülmeyi gerekli kıldığı bir ortamda ne çocuklar ne kadınlar,
ne de yaşlılar ve sakatlar böylesine zorlu bir mücadeleye atılmayı göze alamazlar.
Nitekim geçmi§ zamanların savaş teamülleri içinde bu zümrelerin topluca esir
alındıkları görülür.
Bu zümreler güçsüz
konumları dolayısıyla kurtarılmayı bekleyecekler. Nisa suresinin 75. ayeti,
Allah yolunda savaşmanın amaçlarından biri olarak “müstaz’af erkek, kadın
ve çocuklar” uğruna savaşa katılmayı Öngörmektedir. Aynı surenin devam
ayetlerinde (98-99) dışarıdan yardım ve destek olmadıkça kendi başlarına
kurtuluş imkanı ve çıkış yolu bulamayan bu zümrelerin içinde bulundukları durum
dolayısıyla “mazur” görüldükleri, direnme ve savaşla yükümlü
tutulmadıkları belirtilir.
2- Ruhsal (psişik)
ve zihni-kültürel (en-tellekıüel) anlamda müstaz’af olan kategorik zümreler.
Kur’an-ı Kerim bu zümrelere sorumluluk açısından farklı bir gözle bakar.
Öncelikle bu zümrelerin ahlaki ve siyasi tutumları, onların negatif ve pozitif
özelliklerini bir arada içerir, içinde yaşadıkları toplumsal sistem, ekonomik
ilişkiler ve her an karşı karşıya bulundukları politik, dini ve ideolojik
telkin ve propaganda onları zihnen güçsüzleştirmiş, sorgulayan, eleştiren,
alternatif arayıp farklı çıkış yolları gösteren melekelerini çalışamaz hale
getirmiştir. En-tellektüel anlamda güçsüz olanlar, toplumda varolan kültürel
ve ideolojik telkin ve
propaganda araçlarının
baskısı altındadırlar. Seçim hakları ve alternatif yollar kendilerine
gösterilmediği için, bir bakıma kumanda edilmekte, sürü halinde ve bir merkezden
idare edilmektedirler. Onların bütün yapabildikleri, kendilerine sunulan şeyi
olduğu gibi kabullenmek, istenenleri yerine getirmektir.
Geçmişte olduğu gibi,
modern çağda da, özellikle dev iletişim teknolojisini ve araçlarını, eğitim
kurumlarını, sanat ve spor alanlarını kontrol eden iktidar seçkinlerinin bütün
bir toplumu veya tüm ulusları ve dünyayı her gün biraz daha güçten düşürerek,
zaaflarını arttırıp kolayca kumanda ederek yönlendirdikleri söylenebilir. Bu
anlamda ekonomik refah ve zenginlik seviyesi itibariyle gelişmiş veya
sanayileşmiş ülke İnsanlarının çoğunun cntcllcktüel ve ruhsal anlamda
müstaz’af oldukları öne sürülse, bu yukarıda yaptığımız tanıma uygun düşer. Bu
kategorik müslaz’af kitlelerin uyarılmaya, zihinlerinin adeta şoke edilmeye
ihtiyaçları vardır. Uyarılmadıklan sürece yaşadıkları hayat tarzının mümkün
olan tek hayat tarzı olduğunu düşüneceklerinden farklı bir hayat tarzı
arayışına girmeleri hemen hemen mümkün olmaz.
Ancak uyarıldıktan
sonra kendilerinden seçim yapmaları beklenir. Çoğunlukla sıhhatli seçimlerin
olduğu da söylenemez. Uzun bir süreç boyunca alıştıkları düşünce ve davranışlar
onların zihni ve ruhi hayatlarında uyuşturucu izler bırakmıştır. Zaafları
öylesine gelişmiş ki, artık onlar, kendilerine iktidar seçkinlerinin
(müstekbirler) sundukları bağımsızlıklarına son vermiş, haz, zevk, tutku
,arzular vb. şeyler onları adeta esir almıştır, İşte böyleleri Kur’an-ı Kerime
göre en az müstekbirler, yâni kendilerini
saptıranlar kadar ağır
bir sorumluluk altındadırlar. Scbe’ suresi (Ayet, 31-33) bu zaaflarının
kurbanı olanların, nasıl kendilerini zaafa düşürenlerle birlikte karşılaşacakların
tirajik sonu tasvir etmektedir.
Yine de Kur’an-ı
Kerim, asıl büyük sorumluluk ve suçu müstekbir sınıflarda görür ve kitleleri
hegemonyası altına alanlara karşı müstaz’af sınıflan uyarmaya, kendilerine bir
çeki düzen vermeye, zihni, ruhi ve ahlaki anlamda dirilmeye çağırır. Çünkü bu
zayıf kitleler, sahip oldukları potansiyel güçleri harekete geçirmedikçe,
müstekbir-lcr baskı ve sömürülerine devam edecek, bunun da tarihsel bir kader
olduğunu telkin edeceklerdir. Gerçekte ise baskı altına alınanlar güçten
düşürülmüş, zayıflaştırılmış-lardır; bu geniş anlamda psikolojik, ahlaki ve
kültürel araçlarla gerçekleşmiştir. Eğer onlar kendi potansiyel güçlerinin
farkına varsa, zaaflarını yense, günün birinde zorbaların baskı rejimlerine
karşı direnmeyi göze alacaklardır. Kur’an-ı Kcrım’e göre Allah, zaten bu
müstaz’af kitleleri önder kılmak istemektedir. (Kasas: 4, 5, A’raf:137) ve
insanın tarihinde bunun örnekleri yaşanmıştır.
Ali BULAÇ Bk.
Müstekbir