Mustafa Şekip Tunç kimdir? Hayatı ve eserleri hakkında bilgi: İstanbul’da doğdu (1886). Ortaöğrenimini Vefa İdadisinde, yükseköğrenimini Mülkiye Mektebi’nde tamamladı (1908). Bir süre Balıkesir’de kaymakamlık görevinde bulunduktan sonra İsviçre’de J. J. Rousseau Pedagoji Enstitüsü’nde psikoloji ve pedagoji öğrenimi yaptı. (1910-1914). Ülkeye dönüşünde Darülmalûmat’ta (ilk öğretmen okulu) Pedagoji öğretmenliği ve Rüştiye Mektepleri Idare-i Şube Müdürlüğüne, aynı yıl Edebiyat Fakültesinde yeni kurulan Pedagoji Kürsüsü Doçentliğine atandı. Profesörlüğe yükseldi (1919). İstanbul Üniversitesi Felsefe Enstitüsü Umumi Psikoloji Ordinaryüs Profesörüyken emekliye ayrıldı (1951). Türk Tarih Kurumu ve Uluslararası Felsefe Derneği’nin daimi üyesiydi (Ölümü, 17 Ocak 1958).
Mustafa Şekip’in ilk yazıları “Dergâh” dergisinde çıktı. Yahya Kemal’in ifadesiyle mütareke kuşağının “feylesofu” sayılıyor, “usul-i felsefesinin” dergiye yön verdiği kabul ediliyordu. Dergâh’taki yazılarında Ziya Gö- kalp’in toplumbilim anlayışını yererek, Durkheim’in sosyolojisinin Auguste Comte (1798-1857) sosyolojisi gibi eskiyeceği, kitaplarda kalacağı düşünüsünde olduğunu belirtti. Fransız düşünürü Bergson’un (Henri, 1859- 1941) görüşlerini dayanak olarak aldı. XX. yüzyıl başlarında kimi felsefe ve edebiyat adamları üzerinde (özellikle Marcel Proust) etkisi görülen Bergson, Matière et memoire (Madde ve Bellek, 1896) adlı yapıtında madde dünyası içinde hürriyet ve zekâ sorunlarım incelemiş, mekanik zekânın yanı sıra bilinçaltında bulunan saf zekânın geçerliğine inanmıştı, idealizminin temeli saf ve maddi olmayan bir süre kaynağına dayanıyordu. Süre bilgisi ise ancak sezgi yoluyla elde edilebilirdi. Rol ve işlevi sınırlı olan insan zekâsı ancak doğada var olan maddesel hayatı sürdürmeye yarayabilir, gerçeği kavramakta yeterli olmazdı. Ruhsal gerçeği derinden kavrama olanağı veren şey sezgi idi. Toplum görüşünde düşünce ile madde, insanla doğa arasındaki diyalektik ilişkiyi hiçe sayan Bergson, savaşı ve bir sınıfın başka bir sınıfı ezmesini kaçınılmaz bir doğa yasası olarak kabul etmiş, B. Russell’ın deyimiyle “reklamcılar gibi” olağanüstü hareketli üslubu ile parlak bir benzeti dünyası yaratarak, olguları yüzeysel biçimde açıklamakla yetinmişti.
Mustafa Şekip’in “Dergâh”taki yazılarında Bergson’un bu temel görüşlerinden hareket ettiğini söyleyebiliriz. O da, Fransız düşünüre özenerek şairce bir üslup yaratma peşindedir. Kimi zaman duygularına kapılarak, düşüncelerini dizelere döktüğü bile görülür: “Ruh” (sayı 14); sanatın genel ve özel sorunlarını işlemeye çalışır: “Sanatın İçyüzü” (sayı 1), “Vezinlerin Can Damarı” (sayı 21)… Bergsoncu olarak anılmasına yol açan yazıları arasında “Hakikî Hürriyet” (sayı 3), “Ruha Bir Dikkat” (sayı 4), “İlmin Mebde Veya Umdeleri İtibariyle Kıymeti” (sayı 5), “Hislerimizin Mantığı” (sayı 7) “Mütefekkirlerimizin Seciyeleri Nasıl Keşfedilir” (sayı 10), “İhtiras Nedir” (sayı 11), “İhtiraslar Nasıl Doğar” (sayı 12), “İhtirasta Faaliyeti Ruhiye” (sayı 17), “Bediî ihtiras” (sayı 18), “Siyasî ihtiras” (sayı 22) anılabilir.
Bireysel özgürlük sorununu işlerken, özgürlük kavramının yarattığı sorulara ancak Bergson’cu anlayışın karşılık getirdiğini belirten Mustafa Şe- kip, dini ve ahlâkî alışkanlıkların ruhun gerçek değerinin anlaşılmasına engel olduğunu yazar. Çünkü ruhun özgürlükten başka “zevk ve gayesi” yoktur. Onu birtakım toplumsal zorunluluklara kayıtlama gereğine aldanarak, “hapsetmek” ve yeni olasılıkları benimsememek toplumu ilerlemeden,, bireyi de özgürlükten yoksun bırakır. Görüşlerini örneklemeye çalışarak kendileri ispata muhtaç gerekçeler ileri sürer:
İlim harici âlemle münasebetinizden teşekkül ettiği için ruhumuzun katılaşmış ve olmuş tabakasıdır ki biz buna zekâ ve akıl diyoruz. Halbuki ruh yalnız akıldan ibaret değildir, bu kabuğun altında öyle bir âlem vardır ki her dakika kaynıyor ve bir saniye bile değişmeden yaşayamıyor. Ruhun temelini teşkil eden bu ateş ve hararet olmasaydı zekâ hangi kuvvetle, hangi saikle vücut bulacaktı. Onun cesur ve muayyen gayeli hareketlerini yaşamasaydık, yerimizden bile kımıldayamazdık. işte bütün temayül- er, bütün hırslarımızın ocağı burada tütüyor. Ve fikirlerde kuvvet kanaat namına bulduğumuz şeyler kalorilerini hep buradan alıyorlar. Hatta ilim yapmak bile yalnız akıl ile olmuyor. (Ruha Bir Dikkat, sayı 4)
Aynı yazıda “akılperest ve mücerret mantık müptelâsı” olarak tanımladığı “ahlâk alimlerinin hırs ve ihtirasları” ayıp saymalarını yadırgayarak işi şairliğe vurur:
Oh! Zavallı mantık! Sen ruhu yalnız akıldan ibaret gördükçe daha ne kadar bunaltacaksın.
“Hislerimizin Mantığı” yazısında ise artık olguları yüzeysel biçimde bile açıklama gereğini duymadan, “Ruhumuzun kökleri aklımızda değil hislerimizdedir. Fikirlere dönüştürülmeyen ve kendine özgü başlı başına tahrik edici bir âlem teşkil eden hissiyatımızın dahi kendine mahsus bir mantığı vardır” biçiminde sanılarla öğrendiklerini tekrar ettiği görülür.
Mustafa Şekip Tunç, Cumhuriyet döneminde Peyami Safa’nın “Kültür Haftası” (1936), Necip Fazıl Kısakürek’in “Ağaç” (1936) dergilerinde de sürekli olarak yazmıştır. “Ruhiyatın Yeni Verimleri” (Kültür Haftası, sayı 2, 3, 5, 6, 7) yazı dizisinde çağdaş psikolojinin bulguları üzerinde durarak, Pavlov, Edgar Rubin, Pierre Jahet, Freud gibi bilim adamlarının görüşlerini yansıtır.
Derginin düzenlediği açıkoturumlara katılarak “ruhun ölmezliği”, “mistiklik” konularında görüşlerini belirtir.
“Dünya Kültürüne Bir Bakış” (Kültür Haftası, sayı 1) yazısında ise, gene Ziya Gökalp’in düşüncelerini eleştirerek; “Avrupalılaşmak demek, merhum Ziya Gökalp’ın dediği ve Tanzimattan Cumhuriyete gelinceye kadar yaptığımız tarzda Avrupa’nın sadece tekniğini beğenmek değil, bu kültürün esaslarını teşkil eden ve bu esesların zaruri ve mantıki birer neticesi olan kıymetlerini de benimsemek” gerektiğini yazar. Mustafa Şekip’e göre, hiçbir kültür öğeleri birbirinden ayrılabilecek yamalı bir bohça değildir. Bütündür. Bu nedenle de, bütün halinde alınması, “temsil ve hazmedilmesi” gerekmektedir. Bunun “milli karakter”e zararı söz konusu olamaz. Çünkü, “bir büyük kültürü temsil etmek milli rengi, yani tarihi ve ırki hasletleri imha etmez, aksine tebarüz ettirir.” “Almanlar, İngilizler, Fransızlar hep Avrupa kültürü içinde bulundukları halde nevi olarak birbirlerinden çok ayrıdırlar.”
Ağaç dergisinde ise, daha çok, sanat konularında (Sanat Dünyası, sayı 1; Şiir ve Fikir, sayı 4: Şiirin Macerası, sayı 7) yazılar yayımlamış, Gülmek, Yaratıcı Tekamül, Şuurun Doğrudan Doğruya Verileri adlarıyla Bergson’un kimi kitaplarını dilimize çevirmiştir. Çığır (1933), Varlık (1933), İşte (1945), Cumhuriyet makalelerinin çıktığı dergi ve gazeteler arasındadır.
YAPITLARI
Kaynak: Çağdaş Türk Edebiyatı , Meşrutiyet Dönemi 2, Şükran KURDAKUL, 1994, Evrensel Basım Yayın.