KUTSAL
Kutsal sözcüğünün hem
daha geniş hem de daha dar bir referansı olup sosyal bilimlerdeki kullanımı
her ikisini birden kapsamaktadır. Fakat anlamlar değişse de, onlar bir tanım
ile tatmin edici tarzda kapsanam azlar.
E.Durkheim’a göre tüm
dini inançlar ya kutsal ya da profan olaylar şeklinde tasnif
edilir. Kutsal
olağanüstü, aşkın ve gündelik olayların oluş doğrultusunun dışında görülen ve
o şekilde tecrübe edilen olayları içerir. Modern toplumlarda kültürün
rasyonalizasyonundanmeydanagelen kutsal gerçekliğin bir geri çekilmesi vuku
bulmuştur.
P. Berger’ e göre
kutsal, basa deneyim konularında bulunduğuna inanılan gizil ve korkutucu gücün
bîr niteliğidir. Kutsal, doğaüstüyle ilişkilidir, ama onunla aynı şey değildir.
Berger’e göre doğa-üstü, günlük hayatın gerçekliğine karşı sınırlı bir anlam
dizisinin ülkesidir.. Kutsal, do-ğa-üstünün gerçekliği içinde varsa da, o,
doğa-üstünün ortak sembolleştirmeleri aracılığıyla ulaşılabilir hale gelir. Bu
semboller tanımıgereğigünlük hayatın dünyası üzerindeki sembolik bir evren ya
da ‘kubbe’ içinde kurumsallaştirılmıştır. Din böylece insanın dünyasını
kurmasında daha ileri bir adımı temsil eder.
Sembolik evren, bir
toplumdaki toplumsal bilgi stokunun bir parçasıdır. Onun önemi günlük hayatın
gerçekliğini kararlı ve makul olarak sürdürmeye yardım etme kapasitesinde
yatar.
Geniş anlamıyla kutsal
-dîn ya da başka bir şeyle- şiddete, işgale ya da kirletmeye karşı korunmuş
olan şeydir. Terim dini bir mahiyettedir, ama onunla sınırlı değildir.
Mukaddes (holy) sözcüğü de onun eşanlamlısı sayılmaz. H.P.Becker terimin bu
geniş kullanımım şiddetle savunmaktadır: “kutsal”
“mukaddes”, “dini”, “ruhsal”, “ilahi”,
“mübarek”, “kutsanmış”, “dindar”,
“sofu”, “eklezyastik” “kiliseye ait”,
“ruhbanı” ve benzeri sözcüklerin anlamlarıyla sınırlı değildir. Bu
anlamda kutsal, saygı duyulan, hürmet edilen ve ebedi anlamını taşır. Buna
göre, dini ve gayri dîni nesneler, muamelat, yerler, adetler ve fîkirler kutsal
bir nitelik kazanır.
Din bağlamında kutsalın
anlamı hem daha dar, hem daha kesindir. Burada kutsal özgül olarak din
tarafından şiddete, işgale ve kirletmeye karşı korunan şeydir. Bu nedenle o,
din tarafından ya da din adına takdir edilen, kutsal ve dokunulmuş olandır. Bu
kullanımda kutsal profanın zıddı-dır. Durkheim şunları söyler: “Kutsal
olan şey, kesinlikle profanın dokunmaması gereken ve cezaya uğramadan dokunamayacağı
şeydir.”
Bir anlamda kutsal,
tıpkı hakikat, geçerlilik ya da varlık gibi tür ve özgül farklar nedeniyle
evrensel olarak mantıksal bir tanımla sınırlanmak İçin son derece genel ve
temel nitelikte bir şeydir. Kutsal bizzat gerçekliğin doğasında bulunur ve
normal İnsanlık, kişinin fıtri olarak gerçeği ger-çek olmayandan ayırd ettiği
bir kutsal duygusuna sahip olarak doğar. Fakat modern insan öyle bir duruma
gelmiştir kî, bu doğal duygu bile neredeyse unutulmuş kutsalın bir
“tanımfmn yapılması ihtiyacı baş göstermiştir. Şunu kaydetmek ilginç
olacaktır ki, kutsal olanı akıl-dışı (irrasyo-nel)’na bağlama yolunda
R.Otto’nunkigi-bigirİşimler, içinde bulunduğumuz yüzyılda oldukça ilgi
görmüştür. Bu olgu şunu göstermektedir: Zihni hakikatin ya da bilginin
kutsalla olan ilişkisi, bilginin kutsal içeriğinden soyulmasının sonucu olarak
kesinlikle görmezden gelinmiştir. Üstelik sekülerleşmiş bir dünyada kutsal,
anlaşılmaz bir şey olarak görüldüğü profan dünyanın perspektifinden görülmeye
başlanmıştır.. Fakat modern dünyada istisnaî olan durum, kutsalın içinde soluk
alıp verdiği ve profanın kutsalm terimleriyle anlaşıldığı ve normal
uygarlıklar İçerisinde daima canlı bir varlık olarak bulunagelmiş olan irfani
(sapiential) perspektifin unutulmuşluğa terkedilmesidir.
Kutsalın anlamına
yaklaşmanın belki de en kestirme yolu, onun ebedi olanla ilişkisini kurmak
olacaktır. Hem ebedi hem de değişmez nitelikteki bu hakikat ve bu hakikatin
oluş akımı ve zaman mentriksi içindeki tezahürü, kutsallık niteliğine sahip
olmasıdır. Kutsal bir nesne ya da kutsal bir ses, zahiren o nesne ya da sesi
İçeren bu fiziksel gerçeklik içinde Ebedî ve Değişmez olanın damgasını taşıyan
bir nesne ya da sestir, herhangi bir nesne ya da ses değil. İnsanın kutsala
ilişkin duygusu Ebedi ve Değişmez olana duyduğu duygudan, onun gerçekte
olduğu şeye olan nostaljisinden başka bir şey değildir: zira o kendi varlığının
cevheri içinde ve hepsinden önce Değişmez olanı bilmek ve ebedi olanı düşünmek
üzere yaratılan aklı (intel-ligence) içinde kutsalı taşımaktadır.
Bu haliyle Kutsal
Gelenek’in kaynağı olup geleneksel olan da kutsaldan ayrı tutulamaz. Kutsala
ilişkin hiçbir duygusu olmayan bir kişi geleneksel perspektifi kavramayacağı
gibi geleneksel insan da kutsala ilişkin duygudan hiçbir zaman kopma-mıştır.
Bununla birlikte kutsal, daha çok geleneğin damar ve atardamarlarım kuşatan
bir kokuya benzer. Gelenek kutsalın mevcudiyetim kutsala ilişkin duygunun her
yanında hissedildiği bir uygarlık yaratmak suretiyle bütün dünyaya genişletir.
Geleneksel bir uygarlığın işlevi, içinde insanın nihilizm ve şüphecilik
teröründen -ki burada varoluşun kutsal boyutunun yitirilmesi bilginin kutsal
karakterinin yıkı-mıyla elele gider-salim olduğu kutsalın egemenliğindeki bir
dünya yaratmaktan başka bir şey olmadığı söylenebilir.
Birinci olarak aşkın
olan; ikinci olarak bir mutlak hakikat özelliğine sahip olan; üçüncü olarak da
sıradan insan düşüncesinin, anlayış Ve kavrayış gücünden kaçan şey kutsaldır.
Bir ağaç düşünelim: Bu ağacın yaprakları ağacın kökü hakkında doğrudan hiçbir
bilgiye sahip olmadıkları için, kökün var olup olmadığını bilme konusunda ve
eğer varsa biçiminin ne oldu-/ ğu konusunda tartışmaya girsinler. Şger o zaman
kökten gelen bir ses, kökün var olduğunu ve biçiminin de falan biçimde olduğunu
onlara söyleyebilirse bu bildiri kutsaldır. Öyleyse kutsal merkezin çevrede,
hareketsizin harekette bulunması, var olmasıdır. Onun büyüklüğü özü itibariyle
bir ifadedir, çünkü büyüklükte de merkez dışta tezahür eder; kalbin varlığı
jestlerde belli olur. Kutsal, nisbiliklere bir mutlak niteliği katar; kutsal,
ölümlü şeylere bir ezelilik övgüsü örer.
MustafaARMAĞAN