Tarihte kentleşmenin kökleri yaklaşık 10.000 yıl
kadar geri gitmektedir. Erken dönem Antik kentler;
Orta Doğu’da (Mezopotamya, Mısır) yaklaşık
MÖ 6000 yıl önce, Hindistan’da İndus Vadisi,
Çin’de, Girit şehirlerinin Minos uygarlığında yaklaşı
k MÖ 4000 yıl kadar önce ve Meksika’da yaklaşı
k MÖ 2300 yıl öncesine dayanmaktadır. Antik
kentler, politik imparatorlukların kilit noktaları
ydılar. Antik kentler ibadet amaçlı tapınaklar,
ticaret amaçlı pazar meydanları ve eğlence amaçlı
tiyatrolardan oluşan kamusal mekânlarla tanı
mlanabilir. Ayrıca, antik kentler iç kalenin etrafı
nı saran surlarla çevrelenmiştir. Örneğin, Atina
gibi klasik kentler de kozmolojik kodlara göre
inşa edilmiştir. Tüm Atinalı yurttaşlar (yabancılar,
köleler ve kadınlar hariç) eşit olarak kabul edilmekteydi.
şehir merkezinde vatandaşlar için toplantı
salonu, belediye meclisi ve meclis salonu
yer almaktaydı. Klasik Roma askeri gücü simgeliyor
ve temsil ediyordu. Cumhuriyetçi şkirler
Antik Yunanistan’dan ödünç alınmıştı. şehir merkezine
forum denmekteydi. Pekin de, Antik Roma’ya
benzer bir köle işgücüne dayanan bir kentti.
Kentsel uygarlıkların kökeni tartışılırken, kentleşme
sürecinde toplumsal yapıların kökenleri
de dikkate alınmaktadır. V. Gordon Childe için
antik kentler “uygarlığın beşiği” olmuştur. Childe’ı
n modeli, avcı ve toplayıcı toplumlardan modern
kentsel ekonomilere dayalı olanlara geçiş
ile nitelendirilen evrimci anlayış üzerine kuruludur.
Diğer yaklaşımlar ise, kentleşmenin mutlaka
böyle bir yolu takip etmediğini vurgularlar. Araştı
rmacılar kentlerin Childe’ın önerdiği evrimci anlayı
şın sonucu değil güçlü hükümdarların ve onları
n ticari başarılarının ürünü olduğunu öne sürerler.
Bu yaklaşıma göre, ticaret ve devletin gücü
büyük şehirleri üretmiştir.
Ortaçağ kentinin gelişimini ve özellikleri
Geç ortaçağ döneminde (11. yüzyıl’dan 15. yüzyı
l’a kadar) Avrupa önemli değişiklikler yaşadı.
İstilalar yavaşladı, savaşlar azaldı. Daha huzurlu
bu dönemle birlikte nüfus büyüklüğü arttı ve bir
tüccar sınıfı ortaya çıktı. Pirenne, profesyonel
tüccar bir sınıfın ortaya çıkmasını; köylüler ve
hizmetçilere değil, topraktan kopan bireylerin
giderek daha önemli bir sayıya ulaşmasına ve giderek
özgürleşerek serseriler gibi yaşamaları ile
ilişkilendirmiştir. Herkesin lorda bağımlı olduğu
zamanlarda, kimseye hesap vermeden her yerde
dolaşan “öncü tüccarlar” kendilerini doğdukları
topraktan kopararak özgürleşmişlerdir. Mükemmel
konumlandırılan kaleler, tüccarları çekmek
için dikilmiştir. Tüccarların gelmesiyle eski
‘burgh’lar (kasabalar) genişlemiştir. Yeni gelenler
tüccar banliyöleri veya ‘portus’lardaki (kent
kapıları) yakın alanlara yerleşmişlerdir. İç Kale
duvarlarının dışında inşa edilen surlarla genişleyen
bu yeni kentsel mekânın sakinlerine burgher
(kasaba sakini) denmeye başlanmıştır. Pirenne
bu dönemi, ticari canlanma dönemi olarak
açıklamaktadır. Pirenne, dış ticaret ile temasın,
temelde uzun mesafeli deniz ticaretinin yeniden
canlanması demek olduğunu ve dış ivmenin bu
canlanma altında yatan ana güç olduğunu savunmuştur
Ortaçağ kentinin canlanmasında uzun
mesafeli ticaretin ortaya çıkardığı “orta sınıf”ın
rolü önemlidir. Siyasi özerklik ve yerel öz yönetim
iddiaları arkasındaki itici güç olarak bu sı-
nıf görülmüştür. Max Weber ortaçağ kentlerini
özellikle antik toplumların feodalizme ve ardından
kapitalizme geçişi temelinde ele almaktadır.
Ona göre, ortaçağ kentinin özellikleri, kalelerle
kuvvetlendirilmiş yerler olması, varlıklarının ticaret
ve alışverişe dayanması, şehrin bir pazar yerleşim
yeri olması ve belli bir dereceye kadar siyasi
ve idari özerkliğe sahip olmasıdır.
Avrupa’da sanayi şehrinin yükselişi ve özellikleri
Teknolojik değişimlerle birlikte Sanayi Devrimi
(1780-1880), büyük şehirlerin sayısında önemli
bir artışa yol açmıştır (Jones, 1990). Sanayi devrimiyle
birlikte kırsaldan kentsele nüfus akışı başlamı
ştır. Bu dönemin önemli özelliklerinden biri
ölüm oranlarının düşmesi ve göç oranlarının artması
dır. İş arayan ve emeğini satan nüfus proleterleşmiştir.
Bunun yanı sıra, hijyenik şartlar iyileşmiş,
gıda üretimi artmış ve çeşitlenmiştir. Yeni teknolojiler her türlü üretim artışıyla sonuçlanmı
ştır. Böylece sanayi devrimine paralel olarak
kentleşme önem kazanmıştır. Daunton, sanayi
devriminde kentlerin rolünü, kentsel nüfusun
farklı tüketim mallarına artan talebi ile ilişkilendirerek
vurgulamıştır. Kentsel nüfusun talep etti-
ği gıda, yakıt ve mesleki uzmanlaşma gerektiren
diğer ürünlere duyulan ihtiyaç artmıştır. Sanayi
kentleri 18.yüzyılın ulus devletlerindeki endüstriyel
kapitalizmle birlikte ortaya çıkmıştır. Engels
1844 yılında İngiltere’de işçi sınıfın yaşam
koşullarını incelediği çalışmasında, sanayi kentinin
nasıl eşitsizlik ürettiğini ortaya koymuştur.
İşçi sınıfı şehrin kenar mahallelerinde yoksulluk
içinde yaşamaktadır.
Kent sosyolojisinin oluşmasında etkili olan kişilerin
görüşlerini özetleyebilmek.
Durkheim için şehir “ahlaki uyumun dağılması”,
Weber için, “hesaplayıcı rasyonelliğin-akılcılığın
büyüme”si, Marx için ise kapitalist üretimin gelişimidir.
Tönnies, sanayileşme/kentleşme dönemini,
yüz yüze iletişimin sosyal yaşamı belirledi-
ği topluluktan (Gemeinschaft’tan), zayışamış sosyal
bağlara ve düzenlemelere sahip olmakla karakterize
edilen topluma, (Gesellschaft’a) bir geçiş
olarak açıklamıştır. Georg Simmel kentleşmenin
kültürel boyutları üzerinde yoğunlaşmıştır
ve kentsel yaşamın nasıl bireysel bilinç dönüşümlerine
yol açtığını ele almıştır. Georg Simmel’in
ABD’de kent sosyolojisi alanının ortaya çıkmasında
önemli bir etkisi olmuştur. şikago Okulu uzun
bir sürede gelişmiş ve kent sosyolojisi üzerinde
etkili olmuştur. Robert E. Park, Roderick
McKenzie, Ernest Burgess, William I. Thomas
ve Louis Wirth bu okulun önemli temsilcilerinden
bazılarıdır. şikago Okulu üyeleri, ‘kentsel’deki
toplumsal olayların çalışılması için en uygun
yöntemin “nitel araştırmalar yöntemi” olduğu tezini
savunmaktaydılar. Park’ın ilgi alanları arası
nda ırk ilişkileri, sendikalar, etnik mahalleler,
evsizlik gibi şehir hayatının farklı yönleri vardı.
Park, şehrin farklı yerleri arasındaki karşılıklı ba-
ğımlılığı (veya symbiosis, ortak yaşam) göstermek
için “yaşam ağı” kavramını kullanılmıştır.
Park’ın doğal ve kentsel çevre arasında kurduğu
temel benzerlik bir tür Sosyal Darwinizm’in temelini
oluşturmuştur. Roderick McKenzie varoluş
mücadelesinin temelde konum veya mevkiye
dayandığını öne sürmüştür. Ernest Burgess şehir
içindeki arazi kullanımının genişleyen (olgunlaşan)
boyutunu açıklamak için “eşmerkezli/özekdeş
(concentric) daireler kuramını” geliştirdi.
Farklı kentsel arazi kullanımının (iş, üretim, farklı
sosyal sınışarın barınması, eğlence vb konut)
düzenli bir model takip ettiğini savundu. Louis
Wirth, nüfusun büyüklüğü, nüfusun yoğunluğu
ve nüfusun çeşitliliğinin sonuçlarını analiz eder.
Eshrev Shevky ve Wendell Bell “Sosyal Alan
Analizi ” yöntemiyle (1955), şehirlerdeki alanları
n, nüfusların sosyal özellikleri (eğitim, meslek,
gelir) temel alınarak sıralanmış ve böylece sosyal
sınıf ve etnik grupların haritaları üretilmiştir. Sonuç
olarak, şikago Okulunu oluşturan bilim insanları
yaptıkları araştırmalarda esas anlamak istedikleri
kentsel kültüre alışma, bütünleşme (en-
4 tegrasyon) veya dağılma hususlarıdır.