Kemal Bilbaşar kimdir? Hayatı ve eserleri: Çanakkale’de doğdu (1910). Ortaöğrenimini Edirne Öğretmen Okulu’nda (1929), yükseköğrenimini -birkaç yıl öğretmenlikten sonra- Gazi ’tim Enstitüsü Tarih-Coğrafya Bölümü’nde tamamladı (1935). Nazilli ve ir Karataş Ortaokullarında öğretmenlik etti. Emekliye ayrıldı (1961). öykülerini İzmir’de Cahit Tanyol’la birlikte çıkardıkları Aramak (Nisan 39-Eylül 1940) dergisinde yayımlamış, Budakoğlu (Haziran 1939), Tuğ- Ocağı (Eylül 1939) öyküleri edebiyat çevrelerinde ilgiyle karşılanmıştı, ha sonra Yurt ve Dünya (1941-43), Adımlar (1943), Yürüyüş (1943), Yığın (1946), Fikirler, İzmir Kültür Gazetesi (1945-48), Yeditepe, Türk Dili, Yazko Edebiyat dergilerinde yazdı. 21 Ocak 1983’te öldü.
Kemal Bilbaşar ’ın ilk iki kitabını oluşturan 1938-41 yılları öykülerinde : Eşrafı, taciri, büyük-küçük memuru, çıkarcısı kendi halindeki insanlarıyla kasaba ve küçük kent ağır basar. Nurullah Ataç’ın, “görüyor, hususiyetleri tesbit edebiliyor…” dediği bu evresinde “Sarhoş” (ilkin Aramak dergisi, Nisan 1939) gibi felsefe ve teoloji okumuş bir ruh hastasını yansıtan birkaç öykü dışında getirdiği kişiler, tek parti döneminin insanları, bu kişilere bağlı sorunlar, tek parti döneminin sorunlarıdır. Budakoğlu’nda hem eşraf bürokrat beraberliğinin temelinde yatan çıkarcı ahlak, hem dönemin iktidarını paylaşan güçlerin karşısına çıkan kişiler ortaya konmuştur. Budakoğlu’nda, yargıç önünde “Beni avratsız ve öküzsüz koyan deyyusu ben de malsız godum; köylünün hakkını da yanına komadım…” (Anadolu’dan Hikâyeler, 1. bas. sf. 11) diye konuşan Çolak Himmet birikmiş toplumsal öfkenin simgesi gibidir. “Tandır”da okulunu imece yoluyla yapan bir köyün temsilcisi olarak “Valilik Makamı”na girmek isteyen Hüsmen Onbaşı konuşmasından ötürü siyasal suçlu sayılmış, falakaya yatırılmıştır. “Irgatların Öfkesi” (Cevizli Bahçe) işçi işveren ilişkilerinin işlendiği ender öykülerden biridir.
Kemal Bilbaşar ’ın öykücü olarak verimli dönemi sayabileceğimiz 1942-48 yıllarının ürünlerinde İkinci Dünya Savaşı’nın yarattığı bunalımların etki alanına giren orta tabaka insanı görünür. Demokrasinin dar gelirli kesimi, havadan para kazanma, istifçilik, karaborsa hünerlerini Birinci Dünya Savaşı kuşağından öğrenmiş olan küçük tüccar ve esnaf Pazarlık (1944) kitabını oluşturan bu tür öykülerin belirgin kişileridir. Orta tabakanın iki ayrı kesiminden insanların birlikte sergilenmesi özelliği ile Pazarlık (ilkin Adımlar dergisi, sayı 6, Ekim 1943), “Çoluk Çocuk Sahibi” gibi öyküler gittikçe hızlanan sınıfsal farklılaşmayı vurgularlar. 1953 tarihini taşıyan Pembe Kurt’u oluşturan öykülerden “İzin” (İzmir Hikayecileri, 1943), “Kaymaklı Tavuk Göğsü” (ilkin Yığın dergisi, 1 Ekim 1946), “Sümbül” (Pınar dergisi, 1 Eylül 1945) konuları, teknikleri yönünden 1942-48 yıllarındaki öteki ürünlerin havasındadır. Yalnız “Pembe Kurt” öyküsünde savaştan sonra değişen tarım ilişkilerinin değiştirdiği kırsal kesim insanı işlenir. Üç Buutlu Hikâyelerde (1955) topladığı öykülerdeyse Kemal Bilbaşar ’ın “hikâyecilik anlayışında önemli bir gelişme” yaratmadığında birleşilmiştir.
Kemal Bilbaşar ’ın öykülerinde olaylarla kişiler arasında kuşku götürmez bağlantı doğallığı vardır, nedir ki bu doğallık, belli tümcelerin kuruluşundan gelen sıkıntılardan dolayı, yer yer önemini yitirir. Yazarın kişilerini konuşturduğu kesimlerde -şive öykünmesine özen gösterse de göstermese de- onların iç dünyalarını yansıtan özelliklerin ağır bastığı söylenemez. Diyaloglar ender olarak canlıdır. Betimlemelerinde bile tamlama kullanmayı sevmez Kemal Bilbaşar. Bu nedenle tümcenin dışa açık öğeleri öyküsüne uygun düzeyi yaratırken, aynı öğelerin deyiş güzelliklerinden yoksun oluşu öyküsünü -anlatım yönünden- tekdüzeliğe götürür…
Kemal Bilbaşar Romanları
Kemal Bilbaşar ’ın (öykü türünde verimini koruduğu dönemde yayımladığı ilk roman denemesi Denizin Çağırışı (1943) birinci kişi anlatışıyla kurulmuştur. Çevresiyle uyumsuzluk halinde olan bir ilkokul öğretmeninin görevli bulunduğu kasabadan ayrılarak İzmir’de yaşadığı kısa süredeki serüvenleri öykülenir. Yayımlandığı yıllar kimi eleştirme yazılarında, “kuvvetli tahlillere” dayandığı öne sürülmüş, “edebiyatımızdaki psikolojik roman boşluğunu kısmen doldurabileceği” belirtilmiştir, Yapıtın başkişisinin “Dostoyevski tiplerini ve Knut Hamsun’un Açlık romanının kahramanını” anımsattığı yolundaki yargılar paylaşılabilecek yargılardır. Denizin Çağırışı kuruluşu, anlatımı, dengesini yitiren kahramanı ile Kemal Bilbaşar ’ın Anadolu’dan Hikâyeler’inde okuduğumuz “Sarhoş” adlı öyküsünden kaynaklandığı izlenimini uyandırmaktadır.
Ay Tutulduğu Gece’de (1961) de 1950’lerde Rumelili göçmenlerin yaşadığı bir Ege kasabasında kendilerini çevre halkının sorunlarını çözmeye adayan bir mühendisle öğretmenin karşılaştıkları güçlükler ve bunları yalatan güçler sergilenmiştir. Bir yanda balıkçılar, zeytin işçileri, küçük üreticiler… Öte yanda çıkar dolaplarının dönüp durması için her yola başvu- iıan ağa eşraf kesimiyle kasaba, tarımsal ilişkilerin belirlediği ekonomik yapı içinde karşımıza çıkar. Romanda günlük olaylar, olağanüstü olaylar dengesi iyi kurulmuş, kişiler çevre özelliklerine uyularak verilmiştir.
Cemo’da (1. bas. 1966) da ağalık düzeninin sürüp gittiği Doğu Anadolu’nun jandarmaya geçit vermeyen dağlarında, kağıt üzerinde kalan yasaların dışında bırakılmış insanların, yaşamları işlenir. Köyleri, meralarıyla birlikte alınıp satılan insanlardır onlar! Kendi halinde bir değirmencidir. Ağalardan birinin üçüncü karısıdır. Muhtardır. Feodal kalıntılar karşısında devletin namuslu ya da haram yiyen temsilcisidir. Çobandır, kuldur, sahiptir. Doğa, edebiyatımızın tanımadığı, belki halk hikâyelerinden kaynaklanan, bir dil örgüsü içinde özgün imgelerle verilmiş; düğün, baskın, ağa seçimi gibi töresel durumlar konunun akışını bozmayacak, aksine tamamlayacak biçimde konmuştur. Kimi eleştirmenlerin yargılarının aksine Doğu Anadolu insanının sorunları romanın zaman koşullarına uygun olarak günyüzüne çıkarılmıştır. Bu nedenle masalsı hava içinde Cano, Cemo, Memo, Komutan Fahri Bey, Kaymakam, Ağa Serikoğlu ortaçağ kaynaklı somunların 1925’lerdeki özneleri durumundadır. Romanda devleti temsil eden büyük yetki sahibi kişiler candan, iyi niyetli, sözünde durur kişilerdir. Küçük bürokratlar rüşvet yiyici, para canlısı ikiyüzlüdürler.
Memo (1. bas.1968-69) yine Doğu Anadolu insanının romanıdır. Yaza- un deyişiyle “çağımıza yakışır bir sosyal düzen ve yaşayışa kavuşturulmamış olan Doğu Anadolumuzun 1925-1938 yılları arasıdaki trajik serüveni, (Dersim olayları” belgelere dayanarak işlenmiştir. Dil örgüsü, kişisel yiğitlik ya da kalleşlikler Memo’da da Cerao’dan alıştığımız özellikler içinde sergilenir. Nedir ki Cemo’da sorunlar yörenin sorunları gibi görünürken Memo’da Anadolu insanının ulus olma aşamasında çözemediği temel solunlar düzeyine yükselir. Kişilere bağlı çıkarlar, toplumsal katmanın çıkarları, yalan propaganda, uğruya karşı kullanılan silah başkaldırı aracı olur. Ama farklı bir düzen adına değildir başkaldırı. Bunu Memo’nun kahramanlarından Ozan Şîr, başkaldırıdan önce kurulan divan toplantısında Şıh Sait önünde şöyle ortaya koyar:
İngiliz’in ekmeğine yağ çalmak için mi aşiret halkının kırılmasını isterik? Heç şüphe yok, biz İngiliz’in üzerine, mavzerine güvenir de huruç edersek, ziyanı Kemal Paşalıya değil, bize olacaktır. Şıh Sait’in umduğu gibi Osmanlılar Kemal Paşaya ayaklanmayacaktır. İslam diyarını küffardan temizlemiş, yurda barış getirmiş, dirlik getirmiş bir yiğide ayaklanılarak. Yok şıhlarım, yok seyitlerim yok, Kemal Paşalıya sancak açmakla biz onun hükümet kapısına astığı Alevilerle Sünnileri bir tutan ana zagonuna karşı çıkmış oluruk. Alevilik Sünnilik düşmanlığını sürdürmüş oluruk. Bu haksız davaya kalkmakla bölünürük, birbirimize düşerik. (1. bas. s. 35-36)
Romancının deyişiyle, “Cumhuriyet dönemi toplum yaşantımızın 1946’larda Karadeniz bölgesinden alınmış bir kesiti” olan Yeşil Gölge (1970), Kemal Bilbaşar ’ın öykü verimini sürdürdüğü yıllardaki gözlemlerinden kaynaklanır. Kurtuluş savaşımıza öncülük eden asker-sivil orta tabakanın partileştikten ve iktidar olduktan sonra kasaba eşrafı ile bütünleşerek oluşturduğu düzenin bireyleri bu kez Demokrat Parti saflarında karşımıza çıkarlar.
Uzun bir süre “bekleyiş” dönemine giren Kemal Bilbaşar, 1980’lere gelindiğinde artık romancılığa yeni ustalık çeşnileri de katmaktadır. Arka arkaya yayımladığı iki roman olan Bedoş ve Zühre Ninem, tarihsel düzlemler üzerine oturmuşlardır. İşgal, bırakışma yılları ile başlayan bir çocukluğun izlenmesi olarak süregelen Bedoş’ta, Cumhuriyet döneminin ilk kuşağım saran “görev aşkı” dile getirilmektedir. Buradaki tipler, o çalkantılı dönem içinde her türlü çıkarcılığa açık Osmanlı artığı kişilerdir. Bu ortamda pırıl pırıl bir kuşak boy atmaktadır, kurtuluşla birlikte. Daha sonraki Zühre Ninem’de ise biraz daha gerilere Rumeli’nin 1900’lerdeki çalkantısına uzanmaktadır Kemal Bilbaşar. Bir anlamda Bedoş’un ön hazırlığı da denebilir bu romana.
Zühre Ninem’in Kemal Bilbaşar ’ın en son romanı olması ve bir romancı olarak kendi kültür kaynaklarına, kendi konumsal özelliklerine, duyarlığına ışık tutması bakımından da önemlidir ve üstünde ayrıca durulmalıdır. Nitekim romancı, belki salt bu kaygıyla Bedoş’ta da Bedia’nın yetişme tarzını çizmiştir.
Genel Özellikleri
Kemal Bilbaşar, romanlarında çağdaşlaşma sürecinin yarattığı kaçınılmaz bunalımları ödeyen ülkemiz halkının 1923’lerden sonra su yüzüne çıkan sorunlarına eğilmiştir. Kırsal kesim insanları, çoğu tek parti döneminde yaşanan olayların öznesi durumundadır. Aralarında küçük üreticiler vardır; tarımdaki hızlı kapitalistleşme sonucu tükeneceklerinin bilincinde değildirler. Balıkçılar vardır, uzak kıyı kasabalarında denizle içki arasında doğal bir gel-git’e kapılmış insanlara özgü aldırmazlığı yaşarlar. Egemenler mülk sahibi olmanın sınıfsal bilinciyle donanmıştır. Bürokratların kapıkulluğu sözcüklerinde simgelenir. Kemal Bilbaşar öyküsünde kişiliklerinin etkileri sınırlı olan kahramanlar, romanlarında hem belleğimize geçme aşamasına yükselmişler, hem olayların içindeki işlevleriyle kendilerini kabul ettirmişlerdir. Ay Tutulduğu Gece’de Nemide, hastalığı, hastalığından gelen coşkunluğu, serbestliği, etkisi, etkilenmesiyle romanın güncel toplumsal olayları içinde varlığını vurgular. Unutulmaz bir iki sözcükle yaşadığı dramın etki alanına götürür bizi. Cemo ve Memo’da adını okuduğumuz kişilerin büyük çoğunluğu, yalnız sorunları ile değil yürümeleri, düşleri, beklentileri, sevdalan, korkularıyla kişiliktirler. Yaşamlarında büyük önem taşıyan olgularda yer yer destan kahramanları, tarihsel kişi niteliği kazanmışlardır. Toprak dağıtımı konusunda kuşkularını yenemeyen eskilerle, “biz insan değil de sürü malı mıyık?” (Cemo, 1. bas., s. 148-151) diyebilenlerin konuşmalarına yansıyan nitelikler romanımızın özgün kişileri değerini verir onlara. Doğurma olanağı bulamadığı evrede anasının anısına yakaran Cemo, kadınlığın bu en müthiş istemini iliklerinde duyarak konuşurken tepeden tırnağa doğanın kızı olarak görünür.
Kemal Bilbaşar ’ın son romanlarında dil, konuşma dilinden büyük ölçüde yararlanarak geçmiş çağlardan süzülüp gelen yöresel şiir kalıtımının özümsendiğini düşündürür. Yer yer tamlamalarla imgelerle donatılan tümceler doğallığa ters düşmez. Aksine duyarlığın güzelliğini oluşturur. Kişilerin yaşarlığına büyük ölçüde katkıda bulunur.
Kemal Bilbaşar Yapıtları
Kaynak: Çağdaş Türk Edebiyatı 4, Cumhuriyet Dönemi 2, Şükran KURDAKUL, 1994, Evrensel Basım Yayın.
Kemal Bilbaşar kimdir? Hayatı ve eserleri hakkında bilgi: Yazar (D. 1910, Çanakkale Ö. 22 Ocak 1983, İstanbul). Edirne Öğretmen Okulu (1929) ve Gazi Eğitim Enstitüsü (1935) mezunu. İki yıl ilkokul öğretmenliği ve emekli olana kadar İzmir Karataş Ortaokulunda tarih öğretmenliği yaptı (1961). Hikayelerini, Aramak (ilk hikayesi, 1939), Yurt ve Dünya, Yürüyüş gibi dergilerde yayımladı. Hikaye ve romanlarında kasaba insanı duyarlığı ile geleneksel yapının kırılmasıyla toplumda beliren çatışma ve değişmeleri anlattı. Türk Dil Kurumu 1967 Roman ödülünü kazanan ve sinemaya da uyarlanan Cemo (1967) romanıyla üne kavuştu. Yeşil Gölge romanıyla da 1968 yılında May Roman Ödülünü aldı.
Çocuk kitabı: Yonca Kız (çocuk romanı,1971),
Kaynak: Türk Çocuk ve Gençlik Edebiyatı Ansiklopedisi, 2. Cilt, Hasan Latif SARIYÜCE, Nar yayınları, 2012
Kemal Bilbaşar kimdir? Hayatı ve eserleri hakkında bilgi: (1910-1983) Türk roman, öykü yazarı. Anadolu insanının sorunlarını gerçekçi bir dille yansıtmıştır. Çanakkale’de doğdu. İlk ve orta öğrenimini çeşitli Anadolu ilçelerinde yaptıktan sonra 1929’da Edirne Öğretmen Okulu’nu bitirdi. Vize ve Babaeski’de iki yıl ilkokul öğretmenliği yaptı. Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü’nü 1935’te bitirdi. 1937’de İzmir Karataş Ortaokulu’nda tarih öğretmeni olarak çalışmaya başladı. 1961’de bu görevinden emekli oldu. 22 Ocak 1983’te İstanbul’da öldü. Cemo adlı romanıyla 1967 Türk Dil Kurumu Roman Ödülü’nü, Yeşil Gölge adlı romanıyla da 1968 May Roman Ödülü’nü kazandı.
Kemal Bilbaşar ilk öykülerini İzmir’de Cahit Tanyol ile birlikte çıkardıkları Aramak dergisinde yayımlamıştı. Daha sonraki yıllarda çeşitli dergilerde yazdı. Bu dönemindeki öyküleri II. Dünya Savaşı döneminin sorunları ve bunalımlarıyla yüklü küçük kent ve kasaba insanlarının yaşamlarını anlatır. Bürokrasinin ve kolay para kazanma peşindeki küçük tüccarların temsilcileri bu dönemin başlıca kahramanlarıdır. 1960’larda yoğun olarak yazmaya başladığı romanlarında ise değişen iktisadi koşullara ayak uyduramayan kırsal kesimdeki insanların durumu ağırlık kazanır. 1966’da yazdığı ve en önemli romanı sayılan Cemo’da Doğu Anadolu’da ağalık düzeninin baskısı altında ezilen ve topraklarla birlikte alınıp satılan köylülerin başkaldırılarına eğildi.
Kemal Bilbaşar geç başladığı yazarlık yaşamında, verimli kalemiyle, kimi eleştirmenlerin Refik Halit Karay’ın “memleket hikâyeciliğini” daha gerçekçi bir dille sürdürdüğünü belirttikleri bir sonuca ulaştı.
Öykü:
Roman:
Kaynak: Türk ve Dünya Ünlüleri Ansiklopedisi, 17. cilt, Anadolu yayıncılık, 1983