KARDEŞLİK
İrs, süt emme ve din
gibi çeşitli faktörlerin İki veya daha fazla kişi arasında meydana getirdiği
ve bir takım hak ve sorumluluklar gerektiren çok yönlü yakınlığa kardeşlik
denir.
Babalık, annelik,
kardeşlik ve daha başka yakınlıklar, Şeriatlar’ın ve/veya kanunların geçerli
saydığı veraset, nafaka, evlenmenin haramlığı ve benzer kurallar gerektiren
durumlardır. Kardeşlik, babanın sulbüne veya annenin rahmine, ya da her ikisine
birden dayanan yakınlıktır. Aynı an-ne-babadan meşru nikah sonucu doğan
kimselerin kardeşliği kana veya irse dayalı kardeşlik olup, aralarında nikah
ve veraset ilişkisi söz konusudur; yani birbirleriyle evlenmeleri haram veya
yasak olup, birbirlerine varis olabilirler. Süt emmeye dayalı kardeşlikte
sadece nikah İlişkisi vardır, yani, süt kardeşler birbirleriyle evle-nemezler;
veraset zaten sozkonu.su değildir. Din kardeşliği ise, bir takım karşılıklı
hak ve sorumluluklar gerektiren bir kardeşlik olup, nikahın haramhğı veya veraset
gibi önceki kardeşliklerde söz konusu hükümler burada muteber değildir.
İslam’a göre kan veya
irs kardeşliği, hükümleri açısından mutlaka meşru bîr nikaha dayanmak zorunda
olduğu gibi, din birliğini de gerektirir. Zinadan doğan çocuk, babası bilinse
bile, ancak annesinin malına mirasçı olabilir ve babasına nisbet edilemeyeceğinden,
aynı babadan olma meşru çocuklarla kardeş de sayılmaz. Zina bu şekilde İslam
fıkhında kan/irs kardeşliğini düşürdüğü gibi, din farklılığı ve irtidad da bu
kardeşliği geçersiz kılar. İslam’dan dönmüş bir kişi hiçbir zaman müslümana
varis olamaz; müslüman olan yakınlarının kendisine mirasçı olup olamayacağı ise
ihtilaflıdır. Ayrı dinden olan yakınlar da birbirlerine mirasçı olamazlar; şu
kadar ki, bu konuda müslümanın, müslüman olmayana mirasçı olabileceğine dair
azınlık kalmış görüşler de vardır.
Gerçek kardeşlik,
-İslam’da veya diğer dinlerde olsun- insanlık tarihinin ve her zaman yaşanılan
vakıaların ortaya koyduğu bir realite olarak din kardeşliği inanç ve ideal
kardeşliğidir. Kan bağı, kişileri birbirine yaklaştıran reddolunmaz bir vakıa
olmakla birlikte, hiçbir zaman ideali-ze edilemez, hayatın hedefi yapılamaz ve
inancın yerini alamaz. Tarih, kan bağını idealize eden toplumların daha çok
ilkel toplumlar, bedeviler ve yüce bir ideale ulaşamamış kabileler olduğuna
şahitlik etmektedir; İslam’ın gözünde kan bağım öne çıkarıp idealize etme ve
bunun için yaşayıp, bunun İçin vuruşma bir Cahüiyye asabiyeti, bîr Cahiliyye
hamiyetidir. Buna karşılık gerçek ve ebedi kardeşlik ise ‘İ-man kardeşliği’dir.
İslam’ın bütün mü’-minleri kardeş ilan etmesini pek çokları mecazi düzlemde ele
alma yanlışlığına düşmektedir. Kardeşliği asıl anlamda doğuma ve kana
bağlayıp, iman kardeşliğini mecazi görenlerin düştüğü hata, doğum geçici bir
hayatın kökeni olduğu halde, İman’ın ebedi ve gerçek hayatın kökeni olduğunu
hesaba katmamalarında yatmaktadır. Gerçek ve ebedi hayatın sebebi, kökeni ve
kaynağı İman olduğundan, İman kardeşliği gerçek ve ölmez kardeşliktir.
Aynı ideale bağlı
insanların, idealleri uğruna kan kardeşleriyle karşı karşıya geldikleri,
gerektiğinde vuruşup savaştıkları, aynı dinin bağlılarının başka dinden olan
kan kardeşleriyle savaş meydanlarında birbirlerine silah çektikleri tarihin
defalarca şahid olduğu vakalardandır. Özellikle İslâm tarihinin ilk döneminde
bu olgu
çokça yaşanmış, Mekke
döneminde birbirleriyle ters düşen kardeşler, Bedir Savaşı gibi savaşlarda
birbirlerinin kanım akıtmaktan çekinmemişlerdir. Bu durum, bugün de İnsanların
sıkça karşılaştıkları ve yaşadıkları tabii, fıtri ve reddedilemez bir
olgudur. Çünkü, insan her şeyden önce ideali ve gayesi için yaşar; onun her
şeye rağmen tam olarak yok edilemeyen en fıtri özelliği ‘İnanmak’tır. İnancın
(dinin) üzerini örten bir takım arazlar köpük gibi her zaman yok edilebilecek
özelliktedir.
İman kardeşliğinin,
kardeşler arasında gerektirdiği çok önemli hak ve sorumluluklar vardır. Mü’mİn
mü’minin kardeşidir, gerçek kardeşidir; onun gözüdür, delilidir, kılavuzudur.
Ona ihanet etmez, ona zulmetmez, onu aldatmaz, canına, malına, namusuna asla
göz dikmediği gibi, bütün bunları kendi canı, kendi malı ve kendi namusu
telakki eder ve öyle korur. Mü’mine sövmek, eziyet vermek en büyük günahlardan
ve ona silah çekmek ise gerektiğinde küfrü gerektiren durumlardandır. İman
kardeşliği, mü’minler arasındaki başka ufak tefek ihtilafları yok eden en
önemli etkendir. Mü’minin mü’mine buğzu bir anlamda münafıklık alametidir.
Mü’min mü’minle küs durmaz; kendisi için istediğini mü’min kardeşi için
istemiyorsa, onu kıskanıyor, onaha-sed ediyor ve bir takım önemsiz sebeplerle
ona düşmanlık besliyorsa, bu gerçek imanın bulunmadığının işaretidir. Bİr
mü’minin, mü’min kardeşini hakir görmesi kadar büyük bir kötülük yoktur.
Mü’-minlerin birbirlerine karşı durumu, tıpkı bir bedendeki organların,
hücrelerin birbirleriyle olan durumu gibidir; nasıl, be-denİn bir yeri
ağrıdığında bütün beden aynı ağrıyı duyar; bedenin bir tarafındaki
rahatsızlığın giderilmesi için nasıl tüm beden harekete geçerse, aynı şekilde,
bir mü’minin rahatsızlığını tüm diğer mü’minler duymak ve onu gidermekle yükümlüdürler.
Bir mü’mine yapılan kötülük, bütün mü’minleri harekete geçirir ve mü’ minler
her bakımdan birbirleriyle yar-dımlaşırlar. Aksi bir tutum, mü’minler cemaatinin
gücünün gitmesine, gevşeyip zayıflamalarına ve sonuçta iyiliği hakim kılıp
kötülüğü yok edecek başka bir topluluk bulunmadığından, yeryüzünde büyük bir
fesadın çıkmasına sebep olur.
Ali ÜNAL Bk. Cemaat.