II. Bayezid Kimdir, Hayatı, Savaşları, Hakkında Bilgi

II. Bayezid, (ö. 918/1512) Osmanlı padişahı (1481-1512).

1448’de Dimetoka’da doğdu. Fâtih Sul­tan Mehmed’in Gülbahar Hatun’dan do­ğan büyük oğludur. Yedi yaşında iken Amasya sancak beyliğine gönderildi. 1457 baharında da kardeşi Mustafa ile birlik­te Edirne’de sünnet edildi.

Amasya’daki sancak beyliği sırasında, bölgede cereyan eden başlıca siyasî olay­lar, Duikadıroğlu Alâüddevle’nin Osmanlılar’a sığınması, Yûsufca Mirza kuman­dasındaki Akkoyunlu kuvvetlerinin Tokat’ı tahrip etmesi (1472) olmuştu. Otlukbeli Savaşı’nda Kazova’da orduya ka­tılan Bayezid sağ kolda yer aldı. İran’dan gelen tüccarların mallarının yağmalan­ması üzerine gönderdiği kuvvetler 1479′-da Torul ve yöresini Osmanlı toprakları­na kattı.

Muarrifzâde’den okuyan Bayezid Şeyh Hamdullah’tan hat dersleri almış, Çandarlı İbrahim ve Yahya Paşa gibi tecrü­beli devlet adamları da kendisine lala tayin edilmiştir. Afyon kullandığı için bir ara babası ile arası açılmış, ancak Fâtih oğlunu buna sürükleyen Hızır Paşazade Mahmud ile Müeyyedzâde Abdurrahman’ın öldürülmelerini emretmişse de Bayezid musâhibierini korumuş ve ba­basına zayıflamak için aldığı bazı “müferrihâf’tan vazgeçtiğini bildirerek af dilemiştir. Bunun dı­şında Bayezid’in mülklere ve vakıflara getirilen kısıtlamaları uygulamada ağır davranması ve İstanbul’a gönderilmesi istenen bir tüccarı teslim etmemesi gi­bi birkaç küçük olay yüzünden de baba­sı ile münasebetleri bozuldu.

Fâtih Sultan Mehmed’in 3 Mayıs 1481’de ölümü, Bayezid ile Karaman sancak beyi olan kardeşi Cem’i tahta geçme ko­nusunda karşı karşıya getirdi. Fâtih’in düzenlediği kanunnâmede padişah ola­caklara “nizâm-ı âlem” için kardeşlerini öldürme hakkı tanıması, şehzadeler ara­sındaki saltanat mücadelesine yaşamak arzusu gibi bir mahiyet de vermişti.

Fâtih’in Cem’in doğumundan memnun kalmayıp beşiğini tekmelediği ya da ye­rine Bayezid’in geçmesini vasiyet ettiği hakkındaki kayıtlar gerçeği yan­sıtmaktan uzaktır. Ancak Veziriazam Karamânî Mehmed Paşa’nın Cem’e taraf­tar olduğu, buna karşılık İstanbul mu­hafızı İshak Paşa ile Bayezid’in damat­ları Anadolu Beylerbeyi Sinan ve yeniçe­ri ağası Kasım’ın Bayezid’i istedikleri bi­linmektedir. Fâtih öldüğünde kapıcılar­dan Keklik Mustafa Bayezid’e gönderi­lirken Cem’e de haber yollanmıştı. An­cak Cem’e giden ulağın yolu kesilmiş, İs­tanbul’da baş gösteren karışıklıklarda Karamânî Mehmed Paşa öldürülmüş ve yeniçeriler sokaklarda Bayezid lehine nü­mayişe başlamışlardı. İshak Paşa bir an önce gelmesi için Bayezid’e davetname­ler gönderirken onun İstanbul’da bulu­nan oğlu Korkut’u babasına vekâleten tahta oturtmuştu.

Babasının vefatını 7 Mayıs’ta öğrenen Bayezid 4000 atlı ile yola çıkarak 21 Mayıs’ta Üsküdar’a ulaştı. Kadırga ile İstan­bul’a geçip babasının cenaze merasimi­ne katıldıktan sonra Topkapı Sarayı’na girdi. 22 Mayıs 1481’de toplanan Dîvân-ı Hümâyun, Şehzade Korkut’un saltanatı babasına bıraktığını ilân etti.

Bayezid ilk olarak kapıkullarına üçer bin akçe cülus bahşişi dağıttığı gibi ye­niçeri ulufelerini S akçeye çıkardı; vezir­lere ve beylere de diledikleri yerde köy­ler temlik etti. Fakat kendisini saltana­ta daha lâyık gören Cem’in silâhlı mü­cadeleye girişmesi kanlı bir iç savaşa, arkasından da devletler arası bir prob­leme yol açtı. Topladığı kuvvetlerle Bur-sa’ya giren Cem adına hutbe okutmak ve para bastırmak suretiyle padişahlığı­nı ilân etti; arkasından imparatorluğu paylaşmak teklifinde bulundu. Bayezid ise saltanatın bölünemeyeceğini belir­terek bunu reddetti ve Cem’in üzerine yürüdü. Yenişehir Savaşı’nda yenilen Cem Mısır’a kaçtı; Karamanoğlu Kasım’ın çağrısı üzerine tekrar Anado­lu’ya dönerek şansını bir daha denediy-se de sonunda Rodos şövalyelerine sı­ğınmak zorunda kaldı. Bayezid kardeşinin serbest bırakılma­ması için büyük çaba harcamak ve bazı tâvizler vermek gereğini duydu. Cem’i göz altında bulundurmaları için şövalye­lere her yıl 40.000 duka ödenmesine ve onlara Osmanlı topraklarında serbest­çe ticaret hakkı tanınmasına dair bir an­laşma yapıldı. Ayrıca hıristiyanlarca kut­sal sayılan, üzeri kıymetli taşlarla süslü altından bir muhafaza içinde saklanan Jean Baptiste’İn (Hz. Yahya) sağ eli şö­valyelere armağan edildi.

Cem’in Avrupa’ya naklinden sonra da Osmanlı Sarayı ile Rodos, Venedik, Savoia, Fransa ve papalık arasında yoğun bir yazışma başladı. Bayezid gönderdiği ulaklarla Cem’in hayatta olup olmadığı­nı sorduruyor, bir yandan da onu kaçır­ma ya da öldürme yollarını arıyordu. Fa­kat Fransa Kralı VIII. Charles’in İtalya seferi umulmadık değişikliklere yol aç­tı. Papa VI. Aieksandr Osmanlı sultanın­dan para yardımı istediyse de daha son­ra Cem’i VIII. Charles’e teslim etmek zo­runda kaldı. Bu sırada hastalanan Cem 25 Şubat 1495’te büyük bir ihtimalle ze­hirlenme sonucu vefat etti.

Cem olayı ve bu olay dolayısıyla Avru­pa’da İstanbul’u geri alma yolunda do­ğan umutlar Bayezid’i çok dikkatli ve barışçı bir siyaset takip etmeye sürük­ledi. Bununla birlikte o gerektiğinde sa­vaştan da çekinmemiş, böylece Osmanlı topraklarına yeni yerler katılmıştı.

Bayezid’in Cem ile saltanat savaşının ilk sonucu Otranto’nun elden çıkması­dır. Bayezid, Otranto’yu zaptettikten sonra kuvvet toplamak İçin geri dönen Gedik Ahmed Paşa’nın tek­rar İtalya’ya gitmesine izin vermeyince güç durumda kalan Türk garnizonu Na­poli kuvvetlerine teslim oldu. İtalya’da sağlanmış olan üs böy­lece kaybedildikten sonra Napoli Krallı­ğı ile esirlerin geri verilmesini öngören ve tarafların tebaalarına ticaret serbest­liği tanıyan bir anlaşma yapıldı.

Boğdan Voyvodası Stefan Cel Mare’nin Bulgaristan’a saldırması ve Tuna ağ­zında üslenen korsanların Türk donan­masına zarar vermeleri üzerine Bayezid bizzat sefere çıkmak zorunda kaldı. Bu Boğdan seferinde Kili ve Akkirman kaleleri alına­rak Stefan yıllık vergiye bağlandı ve Kı­rım’a karadan ulaşım sağlandı. Kaybettiği yerleri geri almaya çalışan Stefan ise bunu başaramayacağını anlayınca 1501’de Osmanlılar’la yeni bir barış imzaladı. Boğdan seferi sırasında Kırım kuvvetle­ri Besarabya bölgesini ele geçirdiklerin­den Polonya ile doğrudan temasa gelin­mişti. Karşılıklı akınlar yüzünden dostça başlamayan Osmanlı-Polonya münase­betleri Macar Kralı II. Ulaszlo’nın ara bu­luculuğu ile iyiye dönüştü.

Arnavutluk’ta İskender Bey’in (George Castriota) başlattığı isyan papalığın ve Napoli Krallığı’nın desteğiyle genişleyin­ce Bayezid 1492’de Tepedelen’e kadar ilerleyip Veziriazam Dâvud Paşa’yi âsiler üzerine gönderdi. Bu sefer sırasında pek çok esir alındı ise de Arnavutluk’ta tam bir sükûnet sağlanamadı.

Bayezid döneminin dış siyasetinde en büyük dalgalanma Venedik ile olan mü­nasebetlerde görülmektedir. Başlangıç­ta, mevcut 1479 anlaşmasının bazı hü­kümlerini Venedik lehine değiştiren ye­ni bir anlaşmaya varıldı. Fakat Venedik Osmanlı hazinesine ver­mekte olduğu yıllık 10.000 dukayı öde­meyince Cem’in ölümünden sonra ken­dini daha serbest hisseden Bayezid Türk limanlarını Venedik ticaretine kapattı (1496). Bu sırada Kemal Reis kumanda­sındaki Osmanlı donanması da Dalmaçya sahillerini vurmaya başlamıştı. Venedik’in Türkler’e karşı Fransa ile ittifak yapması üzerine İstanbul’daki Venedikli tacirler tutuklanıp mallarına el konuldu ve ardından savaş ilân edildi (1498). Dört yıl süren bu savaşta Türk donanması Ön­ce 9 Ağustos’ta Modon, 15 Ağustos’ta da Koron limanlarını ele geçirdi. Friuli bölgesine saldıran Türk akıncıları da Ve­nedik önlerine kadar ilerlediler. Öte yan­dan Papa VI. Aieksandr ve Macar Kralı II. Ulaszîo ile ittifak yapan Venedikliler, İspanya ve Fransa gemilerinin de katıl­masıyla 1501 yazında Midilli ve Çeşme’­ye saldırmışlar, ancak bir sonuç alama­mışlardı. Sonunda Venedik Cumhuriyeti papanın Haçlı çağrısının da etkisiz kal­dığını görünce II. Bayezid ile anlaşma gereğini duydu. 14 Aralık 1502’de İstan­bul’da Grekçe olarak düzenlenen, ancak Doc Leonardo Loredano tarafından 20 Mayıs 1503’te onaylanan antlaşmaya gö­re Venedik eskisi gibi yıllık 10.000 duka­yı ödeyecek, Santa-Maura’da el koydu­ğu 34.000 dukayı da geri verecekti. Bu­na karşılık yeniden ticaret serbestliğine kavuşacak ve İstanbul’da üç yılda bir de­ğişen bir baylo (bailo) bulundurma hak­kını elde edecekti.

Fâtih döneminde Macaristan ile olan savaş hali karşılıklı akınlar şeklinde Bayezid zamanında da devam etti. Taraf­lar arasında 1483 ve 1494’te yapılan mü­tarekeler, Macaristan’ın Boğdan işleri­ne karışması ve Türkler aleyhindeki it­tifaklara katılması yüzünden barışı sağ­layamamıştı. Sonunda, 15O3’te Boğdan’-la birlikte Eflak’ın ve Ragusa’nın her iki tarafa da vergi ödemesini kabuî eden ve karşılıklı ticaret serbestliğini tanıyan bir antlaşmaya vanlabildi.

Bayezid döneminin dikkati çeken özel­liklerinden biri de Rusya ve Endülüs ile ilk defa münasebet kurulmasıdır. Kırım Hanı Mengli Giray’ın aracılığı ile yapılan ön görüşmelerden sonra Çar III. Ivan 31 Ağustos 1492’de Bayezid’e bir mektup yazarak Azak ve Kefe paşalarının Rus tüccarlarına zorluk çıkarmalarından yakınmıştı. Ticaret ser­bestliği sağlamak amacıyla 1495’te bir Rus elçisi İstanbul’a gelmiş, bunu 1499′-da yeni bir elçilik heyeti takip etmişti. Öte yandan Kastilya (Castilla) Kralı Ka­tolik Ferdinand (Fernando) tarafından sı­kıştırılan Gırnata’daki (Granada) Benî Ahmer Devleti yardım isteğinde bulunmuş, ancak o sıralarda Osmanlı deniz gücü­nün zayıflığı ve Cem olayı yüzünden ge­reken yardım yapılamamakla birlikte Ke­mal Reis kumandasındaki bir filo İspan­ya sahillerini vurmuş, Endülüs müslü-manlannın bir kısmını Afrika sahillerine ve Osmanlı ülkesine taşımıştı. Bu arada yine İspanya’da engizisyonun zulmün­den kaçan yahudilerden bir kısmı da Os­manlı topraklarına sığınarak çeşitli şe­hirlere yerleştirilmişti.

Bayezid devrinin en önemli olayı Memlükler’le altı yıl süren bir savaşa giril­mesidir. Çukurova’da ve Dulkadır Bey­liği üzerinde üstünlük kurma yarışı ve Memlükler’in Cem’i desteklemeleri iki devleti karşı karşıya getirdi. 1485’te baş­layan Osmanlı-Memlük savaşında taraflar kesin bir zafer kazanamadılar. Tu­nus Hükümdarı Osman Hafsfnin aracı­lığı ile 1491’de anlaşmaya varıldı. Yapı­lan anlaşma sonunda Adana ve Tarsus kaleleri Haremeyn evkafına bağlı olma­ları sebebiyle Memlükler’e bırakıldı. Mısır’la savaş Osman-lılar’ın Karaman ve Dulkadıroğulları ile ilişkilerini de olumsuz yönde etkilemiş­ti. Karaman Beyliği Fâtih döneminde or­tadan kaldırıldığı halde Cem olayı ve Mı­sır’ın desteği meseleyi yeniden alevlen­dirdi. Karamanoğlu Kasım’ın ve ondan sonra Turgut oğlu Mahmud ile Musta­fa’nın bağımsızlık çabalan ancak 1501’de sona erdirilebildi. Büyük dalgalanma­lar gösteren Osmanlı-Dulkadır ilişkileri de Memlükler’le anlaşma yapılması ve Alâüddevle’nin af dilemesi üzerine yeni­den düzeldi.

Bayezid’in barışçı ve çekingen siyase­ti Safevîler’le ilişkilerde de Osmanlılar’ın aleyhine gelişti. Şah İsmail’in Şiî siyase­ti Anadolu’da etkisini gösterirken bu yayılmayı ısrarla önlemeye çalışan kişi Trabzon sancak beyi Şehzade Selim ol­du. 20.000 kişilik bir Safevî kuvvetinin Ankara’ya kadar ilerlemesi tehlikenin bü­yüklüğünü gösterince Şiî olduklarından şüphelenilen 16.000 kişi Anadolu’dan Rumeli’ye göç ettirildi. Ancak 1511 “de baş gösteren Şahkulu İsyanı Anadolu’yu baştan başa kana boyadı. Bu ayaklan­malar sırasında Tokat’ta Şah İsmail adı­na hutbe bile okutuldu. Artan huzursuz­luklar Bayezid’in tahtı kaybetmesinde büyük rol oynayacaktı.

Bayezid içte sükûneti sağlamaya ve fetihlerle gelişen imparatorlukta idarî sistemi yerleştirmeye yönelmişti. Ancak zaman zaman kendisini iktidara getiren güçlerin isteği doğrultusunda bazı uygulamalarda bulunmak zorunda da kaldı. Fâtih döneminde devlet gelirlerini azalttığı düşüncesiyle tımara çevrilen ve kaldırılan vakıflar eski sahiplerine geri verilirken daha önce kaldırılmış olan nakîbüleşraflık müessesesi yeniden kurul­du. Gedik Ahmed Paşa ise devşirme te­sirine son vermek için değil Cem taraf­tarı olmak suçlamasıyla idam edildi.

Öte yandan Bayezid döneminde ordu­yu güçlendirecek bazı tedbirler de alın­dı. Bunların başında, Yeniçeri Ocağı’nda ağa bölükleri denilen yeni bir sınıf ku­rulması gelmektedir. Timarlı sipahiler 5000 akçe için bir cebelü* beslerken bu miktar 3000 akçeye indirildi. Donanma­da kalyon sınıfından Göke adlı İlk gemi yapıldı ve uzun menzilli top kullanılma­ya başlandı. Artan malî işleri yürütebil­mek için Anadolu’ya ait şıkk-ı sânî de­nilen ikinci bir defterdarlık kurulurken saraya alınacak iç oğlanlarını yetiştirmek amacıyla da Galata Sarayı Mektebi açıldı.

Bayezid sükûneti seven, memleketi mâmur, halkı refah içinde görmek is­teyen bir padişah olmakla beraber bu emeline ulaşamadı. Bunun birçok sebebi arasında kendisinin giderek hoşgörüden uzaklaşmasının ve yönetimi ehil olma­yan kişilere bırakmasının da payı vardır. 1492 ve 1502 yıllarındaki veba salgınla­rı pek çok ölüme yol açmış, altı yıl sü­ren bir kıtlık da büyük sıkıntılar doğur­muştu. İstanbul’da 11 Eylül 1509’da baş­layıp kırk beş gün süren deprem, 1070 evle 109 mescidin yıkılmasına ve 5000′-den fazla can kaybına sebep olduğun­dan “küçük kıyamet” diye anılmıştı. Şeh­zadeler arasında baş gösteren saltanat mücadelesi ile buna eklenen Şahkulu İs­yanı ise Bayezid’i önce tahtından, sonra da hayatından etti.

Yaşı ilerleyen ve nikris hastalığı yü­zünden sağlığı bozulan Bayezid, davra­nışlarıyla kendisine benzeyen büyük oğ­lu Ahmed’i tahta geçirmek istediğinden, oğulları arasında çok erken bir müca­dele başlamasına sebep oldu. 1503’te İstanbul’a gelen Venedik elçisi Andrea Gritti, padişahın bu eğilimine karşı Korkut’un kendisini saltanata en lâyık şeh­zade olarak gördüğünü, Selim’in ise İran şahı ile savaşından Ötürü ün kazandığı­nı belirtmektedir.

İlk önce harekete geçen Korkut An­talya’dan Saruhan/a (Manisa) nakledil-memesine kızarak 1509’da Mısır’a gittiy­se de ertesi yıl geri döndü. Ancak onun sancağından ayrılıp Manisa’ya gitmesi, Şahkulu denilen Nûreddin Ali’ye isyan için büyük bir fırsat verdi. Anadolu’da Safevî egemenliğini sağlamaya çalışan Şahkulu 1511 baharında ayaklanınca bü­yük bir Sünnf-Şii” çatışması başladı. Üze­rine gönderilen kuvvetleri yenen Şahku­lu geçtiği yerlere dehşet salarak Bursa yakınlarına kadar ilerledi, daha sonra Sivas’a yöneldi ve Safevîler’e sığındı. Bu isyanı bastırmakla görevlendirilen Şeh­zade Ahmed’in başarısızlığı Selim’in şan­sını daha da arttırdı. Oğlu Süleyman’ın sancak beyi olduğu Kefe’ye giden Selim Silistre’ye naklini istedi. Teklifi kabul edil­meyince de topladığı kuvvetlerle Kili’ye geçip Edirne’ye doğru yürüdü. Bu durumda Bayezid Selim’i Se-mendire’ye nakletti ve Ahmed’i tahta geçirmeyeceğine de söz verdi, ancak bu anlaşma sürekli olmadı. Bir süre sonra babasının’üzerine yürüyen Selim Uğraşköy savaşında yenilerek Kefe’ye döndü. Ancak Ahmed’in İstanbul’a çağırılması onu İstemeyen yeniçerileri ayaklandırdı. Geri dönen Ahmed Kon­ya’yı ele geçirdi. Bu defa da yeniçeriler padişahın idaresizliğini öne sürerek Se­lim’in kendilerine serdar tayin edilmesi­ni istediler. Sonunda Bayezid bu teklifi kabul etmek zorunda kaldı. Olaylar sı­rasında Bayezid’in hizmetinde bulunan Cenevizli Antonio Menovino’nun naklet­tiğine göre 19 Nisan’da İstanbul’a gelen Selim Yenibahçe’de karargâhını kurduk­tan sonra saraya gidip babasının elini öptü. Bayezid onun Anadolu’ya geçme­sini isteyince de tahtın sahibi olursa gö­nül rahatlığıyla savaşabileceğini belirt­ti. Bunun üzerine Bayezid saltanatı ona bıraktı. Böy­lece yeniçerilerin desteğiyle tahta çıkan Bayezid 30 yıl, 11 ay, 2 gün süren bir saltanattan sonra yine yeniçerilerin bas­kısıyla 24 Nisan 1512’de tahttan çekil­miş oldu. Bayezid, yanına bazı adamla­rıyla dört yük akçe alarak Dimetoka’ya gitmek üzere İstanbul’dan ayrıldı. Selim babasını şehir dışına kadar uğurladı. Tahtırevana binen Bayezid günde 5-6 km. yol alabiliyordu. Çorlu yakınındaki Abalar köyüne varıldığında fenalaştı ve 5 Rebîülevvel 918’de vefat etti. Ölüm sebebi çok şüpheli olan Bayezid’in bazı yerli ve yabancı kaynak­lardaki kayıtlara göre zehirlenmiş olabi­leceği ihtimali üzerinde durulmaktadır. Cenazesi İstanbul’a getirildi ve bugün kendi adıyla anılan Beyazıt Meydanı’nda yaptırtmış olduğu caminin yanına gömül­dü. Daha sonra üzerine bir türbe yaptı­rıldı.

Ortadan uzun boylu, yağız çehreli, elâ gözlü, geniş göğüslü olan Bayezid yu­muşak, hatta melankolik bir tabiata sa­hipti. Gençliğinde serbest bir hayat sür­düğü halde padişahlığında İbadete ve hayır işlerine yönelmişti. Bu sebeple de Bâyezîd-i Velî diye anılır olmuştu. Mec­bur olmadıkça savaştan uzak kalmaya dikkat etmiş, “nizâm-ı memleket” için İstanbul’dan ayrılmamayı tercih etmişti.

Şehzadeliğinden beri etrafına ünlü bil­ginleri toplamış ve kendisini yetiştirme­ye çalışmıştı. Aynı zamanda şair olan ve şiirlerinde Adlî mahlasını kullanan Ba­yezid’in çoğunluğunu (125 kadar) gazel­lerin meydana getirdiği küçük hacimli divanı basılmıştır. Orta derecede bir şair olan padişah hat sa­natında oldukça yetenekliydi. Uygur ya­zısını okumayı öğrendiği ve çok az İtal­yanca bildiği yolunda da kayıtlar vardır. Ancak babası ölçüsünde hoşgörülü ve açık fikirli değildi. G. Bellini’nin yaptığı tabloların saraydan çıkartılıp satılması, Tokatlı Molla LutfTnin inançsızlıkla suç­lanarak idamı bu dönemde olmuştur.

Öte yandan Bayezid, Molla Gürâni’nin cenaze törenine katılmış ve onun bor­cunu hazineden ödemiştir. Osmanlı ta­rihçiliği onun zamanında İlk büyük eser­lerini vermiştir. İdrîs-i Bitlisrye Farsça, İbn Kemal’e Türkçe birer Osmanlı tari­hi yazdırtmıştır. Ayrıca onun adına pek çok eser de kaleme alınmıştır. Zama­nında pek çok âlim, sanatkâr ve şair ye­tişmiş, Molla Lutfî, Müeyyedzâde Abdur-rahman, İbn Kemal, İdrîs-i Bitlisi, Tâcf-zâde Cafer ve Sadî çelebiler, Zenbilli Ali Efendi. Necâtî, Zatî, Visâlî, Firdevsî gibi birçok âlim ve şair onun büyük deste­ğine mazhar olmuştur. 909-917 {1503-1511) yılları arasında muhtelif kimsele­re verilen ihsan ve hediyeleri ihtiva eden bir în’ûmât Defteri’nde birçok şairin.

sanatkârın, ulemânın ve meşâyihin is­mine rastlanması, onun ilim ve kültüre verdiği değeri açıkça ortaya koyar. Ba­yezid ayrıca Avrupa’daki sanat hareket­lerine de tamamıyla kayıtsız kalmamış, bazı sanatçılarla temas kurmaktan çe­kinmemiştir. Leonardo Da Vinci, padişa­ha yazdığı mektupta Haliç ve Boğaz üzerinde birer köprü yap­maya hazır olduğunu bildirmiş. Miche-langelo da köprü yapımının düşünüldü­ğünü duyunca bir ara İstanbul’a gelme­yi istemiştir. Fakat bu teşebbüsler ger­çekleşmemiştir. Bu dönemde yazılan ba­zı buyruldu ve nâme-i hümâyunlarda Fâ­tih zamanında olduğu gibi Grekçe, İtal­yanca ve Slavca da kullanılıyordu.

Bayezid çok kadınla evlenen ve çok ço­cuklu bir padişah olarak da tanınır. Adı bilinen hanımlarının sayısı sekizdir. Bun­lardan sekiz oğlu ile on bir kızının oldu­ğu bilinmektedir. İbn Kemal’in kaydına göre çocuklarının ve torunlarının sayısı 300’ü aşmıştı.

Bayezid İstanbul, Amasya, Edirne. Os­mancık, Geyve ve Saruhan’da pek çok hayrat yaptırtmıştır. Cami, medrese, ima­ret ve şadırvandan oluşan Amasya’daki külliyesi 1481 -1486 yılları arasında yap­tırılmıştır. İstanbul’daki imaretin yapı­mına 150l’de başlanmış ve 1505’te bi­tirilmiştir. Başlangıçta cami, kervansa­ray ve çifte hamamdan ibaret olan külli­yeye sonradan mektep, medrese ve ima­ret de eklenmiştir. Mimarı Yâkub Ağa’dır. Edirne’deki imaretin temeli ise 26 Rebîülevvel 889’da atıl­mış ve 1488’de tamamlanmıştır. Cami, medrese, tabhâne, imaret ve dârüşşifadan oluşan külliyenin bulunduğu semte İmâret-İ Cedîd (bugün Yeniimaret) mahal­lesi denilmiş ve Bayezid burada oturanla­rı bütün avânz*-ı dîvâniyyeden muaf tut­muştur. Bunların dışında Edirne’de Tun­ca üzerinde, Osmancık’ta Kızılırmak üze­rinde. Geyve’de ve Sakarya üzerinde bi­rer köprü yaptırtmıştır. Bursa’daki Pirinç Hanı da (1507) onun hayratı arasındadır.

Diyanet İslam Ansiklopedisi