Hasan İzzettin Dinamo kimdir? Hayatı ve eserleri: Akçaabat’ın Ahanda köyünde doğdu (1909). Ortaöğrenimini Sivas İlköğretmen Okulu’nda tamamladı (1931). Birkaç yıl öğretmen olarak çalıştıktan sonra, Gazi Eğitim Enstitüsü Resim-îş Bölümü’ne girdi. Bitireceği yıl, ceza yasasının 142. maddesine aykırı eylemlerinden ötürü 4 yıla hüküm giydi (1935). Yazarlık, çevirmenlik yaptı. İzler (Giresun, 1925), Servet-i Fünun (1928), Adım (Sivas, 1930) vb. dergilerdeki ilk deneylerinden sonraki şiirlerini Yeni Yol, insan, Sokak, Hamle, Küllük, Yeni Ses, Yeni İnsanlık, Yeni Edebiyat’ta (1939-1941) yayımladı. 1960’tan sonra May, Papirüs dergilerinde yazdı. 20 Haziran 1989’da öldü.
Bir süre Faruk Nafiz ve öteki hececi şairlerin beğeni çizgisinde gençlik duyarlıklarım işleyen Dinamo’nun, 1929’larda, Nâzım Hikmet’in yüksek sesle okunan şiirlerindeki kuruluş tekniklerini benimsediği görülür, içerik yönünden de yeniliklere yol açan açık bir beğeni değişimidir bu. Şairin emekçilerle kendisi arasındaki yakınlıkların bilincine varması olayıdır. Nedir ki, şiirin yapısal zorunlukları karşısında gereken iç öğeleri elde etme olanağına kavuşamamıştır henüz. Yüksek sesi uyaklarda aramaktadır. Daha önemlisi, dize, yadırganan sözcüklerden arınamamıştır.
Kimi örneklerini Atsız Kitap’ta (1931) bulduğumuz bu şiirsel evrimin doğal gelişimi 1937’lere kadar sürer. Şairin cezaevindeyken yayımladığı Deniz Feneri’’nde (1937) kendine ulaşma çabası sezilmektedir. Duvarlar arasında yaşama zorunluğunun yarattığı doğa özlemi, sözcüklerine taştıkça karşımıza yeni imgelerle donanan Dinamo şiiri çıkar. Dört yılın biriktirdiği renk özlemi, çiçek ve ağaç olarak fışkırırken, özgürlük isteği benzetiler ve buluşlarla duyarlığın temel kaynağı olur.
Cezaevinden çıktıktan sonraki yıllardaysa doğa, özgürlük isteyen insanın algıları; toplum ise sorunları ile (iki ayrı kaynak olarak) etkiler şairi. “Eleji” (Hamle dergisi, Ekim 1940), “Arı Kuşları” (Yeni İnsanlık, 15 Mart 1940) gibi şiirlerde mavi, beyaz, altın, kırmızı, yeşil birbirine karışmıştır. Renk, “Bulutlar, gökyüzünün beyaz heyecanları” gibi buluşlara dönüştüğü yerde yeni ve şaşırtıcıdır.
Açlık, yoksulluk, savaş ve faşizm karşısında direnen insanları yansıtan şiirlerdeyse (Hürriyet Cephesine Şarkı, Yeni Ses, Ekim 1941) bildiri, biçimsel kaygıların önüne geçer, şiir olanağını genellikle sesin yüksekliğinde arar.
Şairin, dergilerden uzak kaldığı uzun baskı yıllarından sonra yayımladığı Özgürlük Türküsü’nün 1. ve 2. bölümlerini oluşturan 1939-1942 evresi ürünlerinde de (Barış Şarkısı, Şiirlerime ve Mutluluğa Şarkı, Bağımsızlık Marşı) savaş yıllarını yaşayan insanın duyarlıkları ağır basar. “Ekin tarlaları üzerinden geçen tanklarla”, “kuduz ve kanlı emperyalist taburlar”ına karşı “başak güzelliğindeki çocuklar” adına şarkı söylerken demire, tel örgülere, Hitler’in gamalı haçına karşın kazanılacak olan barışa inancını bildirir. Özgürlük, barış ve şiir eşanlam taşır Dinamo’da. XXI. yüzyılın insanlarına seslenirken, onları “Topsuz tüfeksiz kaygısız / Bir barış dünyasının çocukları” olarak düşünür. “Özgürlük denizlerinde yüzeceklerine” inanır.
Yaşamının uzun süren evrelerinde, insanların ana haklarına aykırı yasaların suç saydığı dünya görüşüne bağlı eylemlerinden ve şiirlerinden ötürü1 çok sıkıntılı, çok umarsız günler geçirmesine karşın, “Özgürlüğü ilk kelepçeyi taktığım gün buldum” (Özgürlük Türküsü, sf. 83) dizesinde gördüğümüz iyimserliği hiç yitirmez. Dayanağını inandığı öğretiden alan bir iyimserliktir bu ve şair doğaya açıldıkça güçlenir.
Güz yağmurunun söylediği ninni Sallıyor yaşamak sevincinin Keskin karanfil kokulu ateşten düşlerini (Tohum)
Özgürlük Türküsünde, “Doğaya Sığınış”, “Mutluluğun Şarkısı”, “Yürüyüş Senfonisi” vb. şiirlerde kırgın, ama gelecekten umudu kesmemiş insanın, yaşamının zor koşullarında doğayla bütünleştikçe kazandığı güven duygusu işlenmiştir. Mapushanemden Şiirler’ de ise (Mapushane Karanfili, Ada Gülü, Anıların Ormanı, Akasya Ağaçları, Vergilius’u Okuyorum, ilkyaz Sarhoşluğu, Sivas Sabahından Ezgiler gibi) doğa, dayanılmaz bir susuzluğun özlem çığlıkları halindedir.
“Doğa, özgürlüğe benzer bakınca mapushaneden.” (sf. 35)
Karanlığın aydınlıkla, içe kapanışın coşkuyla, acıların sevinçlerle kaynaştığı bir ruhsal ortamda, “Vergilius’u okuyorum, durmadan Vergilius’u / Aydınlık bir kır havasıyle doluyor koğuş” diyen hapisteki adam, düşlemelerinde kalın duvarları, “Susuş kuleleri”ni atlayarak, “Arkadya’nın zeytinliklerinden yükselen gümüş buğu”lara, “ışık püsküren tepelere” ulaşır. Hüznün dudaklarına vuran çizgilerinden kurtulduğu söylenemez ama. Yer yer, “Cehennem ırmağına inen külrengi merdivenlere” bile maviler taşıyarak çevresinden kurtulmak ister. “Mavi yemişler”, “mavi yağmur”, “masmavi bir gömlek ışıktan”, “mavi bir bitki”, “masmavi bakış alevi” (sf. 58-59) ölümsüzlük simgesi olarak dizelerine taşar. Yer yer, “şimdi bir çamlıkta olsam yapayalnız / rüzgâr içsem, reçineli rüzgâr” (sf. 75) diye yalnızlığında büyüttüğü düş ağaçlarını, kuşların, pınarların gerçeğini arar. Hep olduğu gibi bırakılmış dizelerdir belki bunlar ama, acı kokusu taşır gibidirler.
Doğa güzel doğa, ana doğa
Sen şimdi mapusane duvarlarının dışında
Güneşinle, suyunla, kanınla, canınla
Gürül gürül akıp gitmektesin
Sonsuzluğa doğru
(DoğadaŞiir)
Çeşitli evrelerin örneklerine bakarak, Dinamo şiirinin, işlediği temalar yönünden, şairin yaşamını etkileyen koşullara bağlı olarak geliştiği söylenebilir. Belki bu nedenle yer yer yinelemelere rastlanır. Şiirin yapısı, genel görünüşüyle, bütün gelişme evrelerinde, uyağa -gereğinden fazla- bağlıdır. Yer yer de dize, bütün gücünü uyaktan aldığı zaman, “Arkadaş / Özgürsen eğer / Kollarını bacaklarım / yorulup kırılıncaya dek / istediğin yere / sürük- leyip götürürsen eğer I kalkıp o yerden ileriye doğru yine çıkmak yola / Sana bir özgürlük borcu ola.” (Arkadaş; Mapushanemden Şiirler) örneğinde gördüğümüz zayıflıklara yol açabilir. Bu nedenle acıların ve direncin şairi Dinamo’nun son elli yılda büyük bir hızla gelişen şiirimize içerik yönünden katkısı söz konusudur. Kendisinden sonra gelen şairlerden Attilâ İlhan, bunu söyle belirtiyor:
… Nâzım olan ve olmayan yönleri vardı. Mitologya pek duygusal bir yerlerinden ve Türk şiirinde hiç olmadığı gibi ana kanallarına giriyor, hele Hamle’den anımsadığım bazılarında o Ovidius mu desem, Vergi- lius mu desem bilmediğim eski kır ozanlarının sıhhatli Akdeniz aydınlığı püfür püfür esiyordu. Ben, belki sınır tanımayan heyecanlarımdan, belki mitologyayı bizden öncekilerin bu ülkede unuttukları kullanılmış bir eşya saydığımdan, daha çok sonraları Ses’de ve Yeni Edebiyat’ta yayımlanan şiirlerine yatkındım. Cumhuriyet şiirini N. Fazıl’dan sonra tamamlayacak C. Sıtkı ile A. Muhip idiyse, Nâzım Hikmet’ten sonrayı tamamlayacak olan H. izzettin gibi görünüyordu bana.
ŞİİR KİTAPLARI
Kaynak: Çağdaş Türk Edebiyatı 3, Cumhuriyet Dönemi 1, Şükran KURDAKUL, 1994, Evrensel Basım Yayın.