Halil Karabulut kimdir? Hayatı ve eserleri: 1926 yılında Osmaniye’nin Kadirli ilçesine bağlı Mehmetli köyünde doğan Halil Karabulut, günümüzün önde gelen bir halk şairidir. Köyündeki üç yıllık okulu bitiren Karabulut, yurt ve dünya meselelerini kavramak için kendisini yetiştirmiş, hatta eski yazı bile öğrenerek, İslâm’a, tasavvufa eğilmek imkânını aramıştır.
Şiir Kitapları
Şiirlerle İslâm İlmihali adıyla basılmamış bir kitabı da hazırdır.
Diğer âşıklar gibi saz çalmayan Halil Karabulut diğer kalem şairleri gibi uzun uzun yazıp düşünerek de yazmaz şiirlerini. Kolay ve doğmacadan söyleyebilmesi, ondaki Tanrı vergisi şiir kabiliyetini belli etmektedir.
Halil’i, saz şiiri geleneğimizin tam içinde de, dışında da sayamayız. Şüphesiz Halk şiirinin sözlüğüne, mazmunlarına ve teşbihlerine az çok bağlı mısra ve koşmaları da vardır. Ancak, kalem şairlerinin diliyle de söylüyor. Bu ifade tarzını, daha çok toplum dertlerine dokunduğu şiirlerinde başvuruyor.
Halil Karabulut, özellikle bazı şiirlerindeki dikkat çekici buluşları ile, ortalama halk şairlerinin üstünde yer alıyor.
“Her çiçekte senden bir güzellik var Gülleri severim senin aşkınla”
gibi mısraları gayet rahat söyleyebiliyor.
Karabulut’un şiirinde, öğreticilik (didaktizm) şairaneliğe (lirizm) üstün çıkıyor. Her mısraında derinlik olmasa bile düşündürücülük ve anlam ağırlığı vardır. Çoğu şiirlerinde derinliği ve şiirli ifadeyi bulduğu da görülüyor.
Kendisince, cidden bir kabiliyet ustalığı ile tasavvuf un çok kolay anlaşılır ifade ve misallerine Karabulutta rastlanıyor. Aslında en derinlikli, incelikli ve hayranlık verici şiirleri de dine, tasavvufa aykırı düşmeksizin ve tasavvuf dünyası içinde dünyanın, kâinatın, yaratılışın sırlarını sorguladığı ve bu sıra hayretler içinde bize de sezdirdiği bu soydan şiirleri oluyor.
Tâ 10 Kasım 1976 Çarşamba günü, Tercüman gazetesinde, Halil Karabuluttaki bu tasavvufun içinde yaşama, onu (köylünün de diliyle) en rahat anlatışını “Vahdet” şiirini ele alarak şu biçimde yazmışım:
“Halil Karabulut Vahdet adlı şiirinde tasavvufu, vakar ve derinliğine dokunmadan, öylesine güzel Türkçeye çekmiş, öylesine gündelik, taze misallerle donatmış ki, edebiyat kitaplarında, bu felsefe ve hayat tanımı, bu inanç ve imanı en kolay anlatan bir örnek diye verilebilir.
Halil Karabulut, çokça ve güzel şiirler yazmış, Âşıklar Bayramı’nda, üst üste şiir birincilikleri almış bir şairdir. Baktığımızda, esnaf tipinde saçları oldukça dökülmüş, çevresine “efendilik, olgunluk” telkin eden bir insandır. Belli ki, şiirlerinde sık sık terennüm ettiği tasavvuf, hikmet ve ahlâk görüşlerine kendisi inanmış ve onları yaşamaktadır. İhtirası, kıskançlığı yok gibi. Övgüden gururlanmıyor, kendisine aldırmazlara da pek aldırmıyor. Şiirleri de o meal üzre. Şiirinin tamamına bir göz atalım:
VAHDET
Şu kâinat bahçesini Gezenler vahdet gördüler Hakk’ın hikmet lehçesini Çözenler vahdet gördüler
Bu çokluktan bu bahçede Nicesi kaldı şüphede Bin üzümü bir teknede Ezenler vahdet gördüler
Kurt kuş dilinden anlayan Oldu bir Sultan Süleyman Suretin aslını ayan Sezenler vahdet gördüler
Gönül dünya dükkânında Çok şey gördü dört yanında Lâkin bâtın ummanında Yüzenler vahdet gördüler
Zahir, bâtın iki gece Var arada perde peçe Gücü yetip dıştan içe Sızanlar vahdet gördüler
Bir yüz, verir görüntüyü Bir yüz, örtünmüş örtüyü İkilik denen büyüyü Bozanlar vahdet gördüler
Halil der: maddeyi koyup Ma’na şerbetinden doyup İlm-i ledünn’den okuyup Yazanlar vahdet gördüler
Bu şiirin ve Halil’deki diğer manevî düşünce şiirlerinin anlaşılması için, şu kelime, kavram ve anlamların iyi bilinmesi gerekiyor;
VAHDET: Allahın İlâhi tek’liği, birliği. “Vahdet-i vücud” varlığın tek olması (varlıkta teklik). Yani Allah’tan başka hiçbir varlığın bulunmaması. Dünyada varlık zannedilen her şeyin, Allah’ın birer gölgesi (tecelli: belirme) olduğu fikri. Nitekim çokluk (kesret) vahdetin zıddıdır ve yalandır, hayâldir. Bakınız: binlerce salkım üzüm, bir teknede ezilir, tek bir şıra olur. İnsanın ve diğer fani görüntülerin, akıp kaybolacakları yer de vahdet, Tanrı birliği’dir.
Kurdun kuşun dilinden anlayan zât’a Süleyman dediler. Fakat bu doğru değildir. Bu “suretin” (görüntünün) aslını apaçık (ayân) görenler, Süleyman’ı değil Vahdet’i Allah’ı bildiler. Yunus’un; “Süleyman var Süleyman’dan içeri” dediği gibi.
Bu hakikati kavrayamayan gafiller, dünya dükkânında ne çok çekici mallar ile oyalanırlar. Fakat işin içyüzünü (bâtınını) bilenler, hakikatin denizinde yüzenler sadece vahdet gördüler.
“Zahir ile bâtın”: Dış görünüş ile iç-yüz (derinlik) demektir. Fakat bunların ikisi de gece gibi karanlık, göz boyayıcıdır. Ancak perdeyi aralayıp ta dıştan içe sızabilenler vahdet gördüler.
“İkilik” yani Allah ile kulunun birbirinden ayrı, iki varlık oldukları fikri, aldatıcı bir büyüdür. O büyüyü bozup da gerçeğe ulaşabilenler vahdet’i gördüler.
“İlm- ledünn”: Allah’ın sırlarına ait, İlâhî bilgi, gizli ilim, gayb ilmi demektir.
Bu tasavvufî ve hikmetli şiirlerin yanında Karabulut’ta bol bol “Atatürk Destanları” İstiklâl Harbi’ne övgüler, Türklük sevgisiyle söylenmiş şiirler özellikle bahar, ağaç, çiçek şiirleri dikkati çekmektedir. Aşağıya aldığımız, “Çiçekler Destanı’nda 35 kadar çiçek adı sayması ona bir “Âşıklar Bayramı”nın benim de bulunduğum “Jüri’’sinde çok takdirli birincilik sağlamıştır.
ÇİÇEKLER DESTANI
Yeryüzünde binbir çiçek var amma Güldür cümlesinin sultanı güzel Hepsi de hoştur sakın horlama Herbirinin ayrı bir yanı güzel
Kiminin alvele canlı renkleri Kimi kokusuyla verir zevkleri Ruha neşe katar güzellikleri Neler halkeylemiş Kur’ân’ı güzel
Say, menekşe, nerkiz, zambak, alpgülü Buhuru meryem ve safran sümbülü Lâle Türk tarihi ile övgülü Türkiye bunların vatanı güzel
Güzelhatun ile leylak hoş kokar Düğün güzeli de göreni yakar Hanımeli dalda evveli çıkar Odur ilkbaharın nişanı güzel
Sünbülteber burcu burcu sütbeyaz Arpaçiçeği de açar kış ve yaz Yıldız çiçeğini sevmeyen olmaz Yumru köklülerin başkanı güzel
Morsalkım, yasemin, gelin duvağı Bunlar süsler parmaklığı, çardağı Çarkıfelek saat gibi bayağı Mavi, sarı, beyaz açanı güzel
Yürükkm, katmi dantel, filbakri Birer çalı amma çekilir kahri İnci çalısının isminde sihri Kartopunun herkes hayranı güzel
Salon çiçeğidir en nazik çiçek Fakat muteberdir bu da bir gerçek Gölgeli yer ister güneşi sevmez pek Çeşitli renklerin dükkânı güzel
Adına uygundur altmçanağı Önce çiçek açar sonra yaprağı Bir kış ziynetidir gelinzambağı Begonya’nın seyri, seyranı güzel
Pampalla papatya bezer kırları Onlar haber verir evvel baharı Karanfil yollanır dost yadigârı Onun ile aşkın ilânı güzel
Yaprağıgüzel’in ayrı havası San, kırmızı akşamsefası Gönüller mesteder hoş rayihası Gülistanın yeşil reyhanı güzel
Gönül çiçeklere hayran bunu bil Letafet onlarda, olunmuş sebil Bağban mısın behey sen Âşık Halil Söyledin bir çiçek destanı güzel
BİZİM ELDE BAHAR
Bahan müjdeler, kışı geçmeden Boz turaçlar öter bizim ellerde Hiçbir yerde çimen çiçek açmadan San nergis biter bizim ellerde
Mart gelirken şubat gider ayakta Kızılcıklar gelin olur koyakta Dünya uyur iken beyaz yatakta Dağlar yorgan atar bizim ellerde
Bizde başlar ilkbaharın ilk çağı Çalılar tmsırır, açar yaprağı Derenin, tepenin kırın toprağı Burcu burcu tüter bizim ellerde
Çukurova bizim öz diyarımız Ne tipimiz olur, ne de karımız Âşık Halil gibi âşıklarımız Aşk alır, aşk satar bizim ellerde
VAAZ
Çok makam var amma tatlıdır, hoştur Annenin çaldığı nen mübarektir Sevgi taşımayan yürek bomboştur Seven ve sevilen can mübarektir
Sadelik güzeldir lüzumsuz türden Adi boncuk makbul, hırsızlık dürden Saadetsiz geçen uzun ömürden Mutluca yaşanan gün mübarektir.
Lezzeti bildirir meyvenin ırkın Hizmeti gösterir insanın farkını Ahlâksız güzelden, ahlâklı çirkin Şirretten, şerliden bön mübarektir
Af etmek büyüklük ceza kılmaktan Hür ölmek şerefli esir kalmaktan Konak kapısında köpek olmaktan Aslanın yattığı in mübarektir
Duru pınar leziz, bulanık çaydan Cömert fakir aziz cimriden, baydan Güven duyulmayan köşkten, saraydan Korkusuz yatılan han mübarektir
Bekârlık evlâdır, arsız avrattan Vefalı dost yeğdir asi evlattan Emanet giyilen kürkten pusattan Kendi giysin eski don mübarektir.
Halil güzel yaptın sen bu vaazı Karganın sesinden bülbül avazı Kötünün çoğundan iyinin azı Helal yenen ekmek en mübarektir.
GİZLİDİR
Kâinatta neye ettimse nazar Gördüm ki hikmeti Suphan gizlidir Dünya sergilenmiş büyük bir pazar Hemi satan, hemi alan gizlidir
İbretle seyrettim ben bu şemayı Gördüm onda türlü türlü simayı Seren bu meydana bunca eşyayı Getiren, götüren kervan gizlidir
İster zahir, ister batindan giriş Kavramaz bu sim gözdeki görüş Hesaplı, kitaplı yapılmış her iş Herşeyde ayrı bir plân gizlidir.
Anlamaz Halik’in kudretin kişi Çözülmez muamma onun her işi Kâh erkek doğurur ana, kâh dişi Olunmaz bu hikmet beyan, gizlidir
Kurtlar, kuşlar, bütün envai sinek Bilir geldiğini zamanı tünek
Arada vasıta kırmızı inek Yeşil otta beyaz ayran gizlidir
Birer mahluk iken kurt ile koyun Arada düşmanlık bilmem ne oyun Hocam bilirmisin içtiğin suyun İçinde ateşi suzan gizlidir
İNSANLAR HAKKINDA
İnsanlar hakkında budur kararım, Güzelliği hiçbir şeye değişmem Güzelde de güzel ahlâk ararım, Güzel huyu bu dünyaya değişmem.
Çalışkanın üstündeki çamuru, Değmez hazırcının kürkü, samuru, Hayat saymam saadetsiz ömürü, Mutlu günü mutsuz aya değişmem.
Her insan Allah’ın öz kulu amma, Birbirinden farklı, bu bir muamma, Halil derki, bütün sular su amma, Ak pınarı kirli çaya değişmem.
EN BÜYÜK SERVET
En makbulü nedir dersen servette İlim, iman gibi servet bulunmaz. Hem dünyada gerek hem de ahrette İlim, iman gibi servet bulunmaz.
Senin ile gider geri kalamaz,
Gönlün olmadıkça kimse alamaz, Soyguncu soyamaz, hırsız çalamaz; İlim imân gibi servet bulunamaz.
Öyle bir maldır ki ölmez, yitmez o. Eskimez, yıpranmaz, zarar etmez o. Dağıtsan âleme yine bitmez o.
İlim, iman gibi servet bulunmaz.
Güdücü gerekmez çoban istemez, Ahır, ağıl, yem, su, saman istemez,
Mağaza istemez, dükkân istemez, İlim, iman gibi servet bulunmaz.
Halil ilim kazan gel olma hödük, Ağırlığı yoktur, değil başa yük,
O kimde olursa sayılır büyük,
İlim, iman gibi servet bulunmaz.
NE HAZİN
Şu Çukurova’nın köyü, şehiri Tarlalara yayılıyor ne hazin.
Neye varır bu gidişin ahiri Bir gaygıdır duyuluyor ne hazin.
Hep devletler tarımını korurken, Geleceğe büyük önem verirken, Bizde kıraç, kısır yerler dururken, Öz toprağa kıyılıyor ne hazin.
Düz ovaya fabrikalar kurarken, Ana katloluyor evlat doğarken, Elimizle kaş yapmaya bakarken, Gözlerimiz oyuluyor ne hazin.
Kapanıyor altın başak alanı,
Bir gören yok, bir duyan yok olanı, Gelecekte bu vatanın insanı,
Yok yerine koyuluyor ne hazin.
Yoksul barınağı tarım bölgesi, Açları doyuran ekmek beldesi,
Gün gün sararıyor yeşil çehresi, Güzellikten soyuluyor ne hazin.
Vekilin, bakan’ın görmez gözleri, Bu durum üzüyor ancak bizleri,
Şu âşık Halil’in haklı sözleri, Safsatadan sayılıyor ne hazin.
KAYNAK: TÜRK EDEBİYATI 4. CİLT, AHMET KABAKLI, TÜRK EDEBİYATI VAKFI YAYINLARI, İSTANBUL