Ma’mer b. el-Müsennâ el-Basrî, meşhur bir âlimdir. Kureyş’in Teym kabilesine mensub, onların mevâlîsindendir. Hasan-ı Basrî’nin vefat ettiği geceye müsadif (111) târihinde Basra’da doğmuştur. (188) senesinde Hârûnü’r-Reşîd’in da’veti üzerine Basra’dan Bağdad’a gitmiş, (209) târihinde Basra’da vefat etmiştir, İbâziyye mezhebine sâlik ve Şuûbiyye’den ma’dûd idi. Lisânından kimse kurtulamamıştı. Vefatında yalnız kalmış, cenazesinde kimse bulunmamıştır.
Kudret-i İlmiyyesi:
Ebû Ubeyde, zamanındaki ulûm ve fünûna herkesden daha ziyâde vâkıf bulunuyordu. Lügat, nahiv, edeb, hadis, ensâb-ı Arab, ahbâr-ı Arab hususlarında mütehassıs idi. (118) târihinde Bağdad’a gelince orada bir çok zevattan ezcümle Osman el-Mâzinî, Ebû Hatim es-Sicistânî gibi meşâhirden ilim ahzetmiş, kendisinden de Kasım b. Sellâm ve bir çok zevat teallümde bulunmuşlardır.
Ebû Ubeyde, Fazl b. Rebî’in da’veti üzerine Bağdad’a gidib Ismaî ile beraber Hârûnü’r-Reşîd’e takdim edilmişlerdi. Ebû Ubeyde bunu şöylece anlatmıştır :
“Vâki’ olan da’vet üzerine Bağdad’a gittim; Fazl b. er-Rebî’in huzuruna girdim. Yanında yer gösterdi, oturdum. Huzuruna dâhil olan bir zâta beni takdîm ederek : Bu, ehl-i Basra’nın allâmesi olan Ebû Ubeyde’dir, dedi. O zât da memnûniyyet arz ederek “Zâten ben bu zâta nüştâk idim.” dedi ve müsâademi istihsâl ederek :[116] Onun tomurcukları sanki şeytanların basları gibidir.” âyet-i celîlesinde Cehennemdeki ağacın tal’ı, tomurcuğu, şeytanların başlarına teşbih edilmiş.. Hâlbuki va’d ve vaîd, ma’rûf olan şey ile yapılır. Bu teşbihin sebebi nedir? diye bana sordu. Ben de dedim ki : Allahu Teâlâ Arab’a kendilerinin usûl-i mükâlemeleri veçhile hitab buyurmuştur. İmriü’l-Kays’ın şu beytini işitmedin mi? :
Şâir, bu beytinde kendisinin güllerin azı dişlerine teşbih etmiştir. Halbuki güller görülmüş şeyler değildir. Fakat onlar gülü korkunç bir mahlûk tasavvur ettikleri için anınla tahvîf vâki’ olmuştur.
Bu cevâbım hoşlarına gitti. Cevâbımı tahsîn ettiler. O günden i’tibâren Kur’ân-ı Kerîm hakkında bir kitab yazmak, bu misilli mes’eleler hakkında ve bilinmesi için ihtiyaç görülen hususlara dâir bir eser vücûde getirmek fikrinde bulundum. Basra’ya avdet edince (Mecâzü’l-Kur’ân) unvanlı kitabımı tasnîf ettim. Bana sual soran zâtın da, Vezîr’in kâtiblerinden İbrahim b. Ismâiî olduğunu bilâhare öğrendim.”
Ismaî, bu kitabı te’lif ettiğinden dolayı Ebû Ubeyde’yi ta’yîb eder, Kur’ân’ı kendi re’yiyle tefsir ettiğini söylermiş. Ebû Ubeyde bunu işidince birgün Ismaî’nin meclisine gitmiş, “Yâ Ebâ Seyyid! Hubz nedir?” diye sormuş, o da : “Yuğurup yediğin şeydir.” demekle Ebû Ubeyde, “Sen Kitâbu’llah’ı kendi re’yinle tefsîr ettin. Kur’ân’da :[117]
buyurulmustur.” demiş, Ismaî “Hayır, ben kendi re’yimle tefsîr etmedim; bu bana zahir olan birşeydir ki, bunu söylemiş oldum.” demekle Ebû Ubeyde : “İşte bu birşeydir ki, sen beni bundan dolayı ta’ylb etmiş bulunuyorsun. Benim yaptığım şeyler de bana zahir olan ma’nâlardır. Yoksa kendi re’yimie bir tefsîr değildir.” diyerek Ismaî’nin meclisini terk etmiştir.
Ebû Ubeyde demiş oluyor ki : Ben Kur’ân-ı Kerîm’i, lisân-ı Arab nokta-i nazarından tefsîr etmiş, ehl-i lisan arasında ma’rûf ve mütedâvil olan ma’nâlara göre îzâh eylemiş bulunuyorum. Yoksa kendimden bir ma’nâ çıkarmış değilim. Bu ise re’y ile tefsir sayılmaz.
Deniliyor ki : Ebû Ubeyde’nin ma’lûmatı vâsi’, mütenevvi’ idi. Ismaî’nin malûmatı ise Nahiv hususunda daha mükemmel, hüsn-i ibare i’tibâriyle de daha edîbâne idi.
Ebû Ubeyde, vefatına kadar te’lîfat ile uğraşmıştır. İki yüz kadar müellefâtı vardır. Bir kısmı şunlardır :
Bu son eser, bir dîvân-ı şiirdir. Cerîr ve Firezdak’ın şiirlerinde vuku’ bulan mütenâkız sözleri mutazammındır. İngilizce bir mukaddime ile Londra’da tab’ edilmiştir.
Me’hazlar: Nüzhetü’l-Elîbbâ’, Buğyetu’l-Vuât, Vefeyâtü’l-A’yân,El- A’lâm, Mu’cemü’l-Kütübil-Arabiyye ve’l-Mütearribe.[118]
KAYNAK: Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük Tefsir Tarihi (Tabakatü’l-Müfessirin), Bilmen Yayınevi