DENEYCİLİK
insan bilgisinin
biricik kaynağının deney olduğunu suvunan felsefe Öğretisine deneycilik denir.
Gerçekte “deneyci” kelimesi bilgiye dayanmaksızın, yalnızca görenek
yoluyla hekimlik yapma sanatı; deneyci de bu şekilde hekimlik yapan kişiye
verilen ad idi. Mantıksal olarak deneyden ayrı oldukları için, aksiyomların
varlığını kabul etmeyen tüm felsefe ekolleri için kullanılan bir kelimedir.
Bilgi teorisinde rasyonalizm (akılcılık)’ın düşünceyi ve aklı asıl bilgi
kaynağı sayan tezine karşı getirilmiş bir tezdir.
Uygulama bakımından
deneyciliği esas almak, çoğunlukla herhangi bir teorik temele dayanmamak
şeklinde düşünülmüştür. Bu yönüyle deneycilik belli bir yöntemi kendisine temel
almadığı ve yalnızca deney, alışkanlık ya da göreneğe bağlı kaldığından dolayı
eleştirilmiştir. Nitekim düşünür Sextus Empiricus’un “yöntemcilik
(methodism)” olarak nitelenen tıb ekolüyle deneyciliğin ilişkisi böyledir.
Gerçekten Sexıus Empiricus’un ekolüne göre hastalığın asıl nedeninin
belirlenip bilinmesi gerekmemektedir. Önemli olan patolojik olgulardır ve
tedavi için kullanılacak ilacı da bu olgular belirler. Bu açıdan deneycilik,
Scxtus Empiricus için yadırganacak bir tutum olmadığı gibi, küçük düşürücü bir
anlama da çekilemezdi. Ne var ki, deneycilik, bilim alanındaki gelişmelerin
daha iyi kavranmastyla gerekli ilgiyi göremez oldu. Sözgelimi ünlü bilgin
CJa-ude Bernard, deneyciliği, akla dayanmayan bilgiden yoksun ve kabataslak
deney ile aynı düzlemde değerlendirecektir. Ona göre deneycilik bir çeşit
bilgisiz ve bilinçsiz deneme (tecrübe), alışkanlık, hatta şeylerin
sınanmu-sıyla elde edilmiş bir İçgüdüdür.
Gerçekte deneycilik,
felsefi bîr sistem ve ekol niteliğinde görülmese bile, bilgimizin önsel (a
priorİ) olarak oluşmadığına, fakat deney yoluyla elde edildiğini savunan bir
anlayış olarak tanımlanabilir.
Deneyciliğe göre,
aklın apriori sahip olduğu hiçbir şey yoktur. Bilgi edinen kişi, bilinç içeriğini
akıldan değil, özellikle deneyden kazanır. Yaratılış bakımından insan ruhu
içeriksizdir. Bİr tabuta msa, üzerine hiçbir şey yazılmamış boş bir kağıttır.
Bu boş kağıt deneylerle doldurulur. En genel ve soyut olanları da dahil olmak
üzere bütün kavramlarımız deneyden çıkar. Rasyonalizm belirli bir düşünceden,
bir bilgi idealinden çıktığı gibi, deneycilik de somut olgulardan çıkar.
Deneyci, kendi görüşünü savunmak için, insanın düşünce ve bilgi bakımından
kazandığı evrim ve gelişmeyi örnek verir. Deneycilik, görüşe göre bu evrim ve
gelişme, bütünüyle bilginin oluşmasında deneyin sahipolduğu önemi kanıtlar.
ÇooıkÖnce somut algılarda bulunur, sonra da bu algılara dayanarak genel kavram
ve düşünceler kurmaya başlar. Bir düşünce, organik bir biçimde deneyden
meydana gelir. Deneyciliğe göre ruhta hazır bir halde bulunan veya bütünüyle
deneyden bağımsız bir biçimde teşkil edilen kavramlar yoktur. Şu halde deney
biricik bilgi kaynağıdır.
Genellikle
rasyonalistlerin matematikçiler arasından yetişmiş olmalarına karşılık, deneyciliğin
tarihi de kendi temsilcilerinin hemen istisnasız olarak tabiat (fen)
bilimcileri arasından çıktığını göstermektedir. Kuşkusuz bunu anlamak zor
değildir. Çünkü tabiat bilimlerinde egemen rol oynayan şey, deneydir. Bir tabiat
bilimcisi her şeyden Önce, olguların özenli bir biçimde gözlenmesine ve aynen
tesbit edilmesine dikkat edecektir. Bilgin burada bütünüyle deneye dayanmak
zorundadır. Elbette, daha çok ve hatta bütünüyle labiat bilimlerinin metoduyla
çalışan bir kimsenin, deneysel yolu rasyonel yolun üstünde tınma eğiliminde
olması doğaldır. Matematiksel eğitim görmüş bir bilgi teorisyeninin, düşünceyi
ve dolayısı-yal aklı biricik bilgi kaynağı olarak görmesine karşılık, labiat
bilimleriyle yetişmiş bir filozofun da bütün insan bilgisinin kaynağı ve temeli
olarak deneyi görmesi yadırganacak bir davranış değildir.
Bu arada her zaman
birbirine karıştırılma ihümali bulunan deneycilikle “duyumculuk” arasındaki
farkı gözönünde tutmak gerekir. İki tür deneyi, iç ve dış deneyi genelikle
birbirinden ayırmak eğilimindeyiz. İç deney insanın kendi kendisini
algılaması, dış deney de duyusal algıdan ibarettir. İşte duyumculuk, yalnızca
dış deneyi, yani duyusal algılan esas alan deneycilik biçimidir.
Deneyci görüşlere çok
eski zamanlardan beri rastlamak mümkündür. Bu düşüncelere Önce Sofistlerde,
daha sonra da Stoacılar ve Epi-kürcüler’de rastlarız. İlk kez olmak üzere Stoacılarda,
ruhun, üzerine yazı yazılmamış bir levha, bir labula rasa ile karşılaştırıldığı
görülür ki, bu benzetme onlardan sonra da devam eder.
Başka söyleyişle
Sofistler’İn evreni teorik yönden açıklamaya çalışan filozofların anlayışlarına
karşılık olarak, İnsan ve toplum gibi izafi konular üzerinde yoğunlaşıp
tartışma açmaları, doğal olarak Sokratesve Platon’un akılcı felsefesiyle karşı
karşıya kalmalarını sağlamıştır- Aynı şekilde Aristoteles’in akılcı düşünce
geleneğine Epikürcüler ve Stoacılar karşı çıkarak düşünce ve kavramlarının
oluşumunda deneyciliği temel aldılar. Böylece Stoacılar aklın doğuştan boş bir
levha olduğu ilkesini İleri sürdüler. Epikürcüler İse, deneye dayalı ilkelerden
hareketle kavramların, önceki deneylerin zihinde bıraktıkları izlenimlerden
meydana geldiğini belirttiler.
Orta Çağda Skolastik
düşüncenin sonlarında Roger Bacon, Ochamlı William gibi filozof-lar.duyıı
verilerine dayanmayan tümel kavramların, yani ideaların bir isimden ibaret
bulunduklarım ve gerçeklik dünyasında bunların karşılıklarının olmadığını
açıkça ifade ettiler ki, bu filozoflara Nominalistler (Adcılar) denildi.
Nitekim aynı akımın filozofları tabiattaki nedensellik ilişkisinin, akıl
aracılığıyla kavranabilir bir bağ olmadığını, fakat sadece gözleme dayalı
düzenli bir “ardışıklık”! (sequan-cc) ifade ettiği iddiasını ortaya
atlılar. Öyle ki, XVI. yüzyılda ünlü Francis Bacon, deneyden Önceki bilgiyi
tamamen reddetmekle birlikte, elde edilmesi gereken kesin bilginin tabiata ait
deneye dayalı bilgi olduğunu belirtecektir.
Ona göre, “tabiat
kitabının” doğru okunması içingözlem verilerinin sistemli ve özellikle mekanik
biryöntemle derlenerek düzenli hale getirilmesi gerekmektedir. Bacon’ın bu
anlayışının gelişme temelini Nicolaus Cusanus’ta, Pa-racelsus’ta, Bernordino
Telesio’da, Leonardo da Vinci’dc, Galilei Galileo’da bulmak mümkündür. Francis
Bacon bilimler sınıflamasında deneyciliği temel alma girişimini başlatacaktır.
Zckeriya Razi, Cabir İbn Hayyan, İbn Heysem, İbn Tufeyl gibi yer yer deneye
önemli yer veren İslâm düşünürlerinin, özellikle Anglosakson deneycileriyle
ilişkileri hatırlanmalıdır. Deneyciliğe sistematik bir biçim verilmesi İse,
ancak XVII. ve XVIII. yüzyıl İngiliz filozoflarından Locke tarafından
gerçekleştirilmiştir.
Locke’un amacı
düşüncelerimizin kaynağını açıklamak ve bilgimizin kesinlik, apaçıklık ve
genişlik derecesini göstermekti. Daha başlangıçta idealizme karşı şu
“devrimci” tezi ortaya atıı: Doğuştan bilgi yoktur. Ona göre, kuşku
duyulmaz aksiyomlar olarak kabul edilen bir sürü doktrinlerin kaynağına
bakarsak; bir süt-ninenin batıl İnancından veya yaşlı bir kadının otoritesinden
başka bir kaynağı olmadığı halde, bunların her biri çoğunlukla uzun zamanların
geçmesi ve komşuların kabulüyle bir din ve ahlak ilkesi haline gelir. Çocuğun
zihni, üzerine istediğiniz harfleri yazdığınız beyaz bir kağıt gibi, kendisine
verilmek İstenen intibaları alır. Bu şekilde eğitilen ve akıl çağına vardığı
zaman kendi üzerinde düşünmeye başlayan çocuk, zihninde bu düşüncelerden daha
eski hiçbir şey bulamaz ve bunun sonucunda, kendinde ilk kaynağını bulamadığı
bu düşüncelerin, başka insanların ona öğrettikleri şeyler değil, Tanrının ve
doğanın ruhundaki izleri olduğunu sanır.
Ruh başlangıçta düz
levha tabula rasa gibidir. Bütün düşüncelerimizin kaynağı, bütün
bilgilerimizin temeli deneydir; yani dış ve duyulur şeyler üzerinde olduğu
kadar, ruhumuzun iç ameliyeleri üzerinde yaptığımız, deneyimlerdir, zihinde
iki ilkenin birinden gelmeyen tek düşünce bile yoktur: Dış şeyler için duyum,
iç olgular için düşünme (rel’lection). Çocuğun ilk fikirleri duyumdan gelir ve
ancak daha ilerlemiş bir çağda kendi içinde cereyan eden şeyler üzerinde ciddi
bir düşünme bulunur. Dilin incelenmesi bu iddiayı güçlendirir. Kullandığını iz
bütün kelimeler duyulur düşüncelere bağlıdırlar; duyulardan bütünüyle uzak
hareketleri ve kavranılan ifade etmek için kullanılanlar da, daha soyut
anlamlara gelmek üzere, bu aynı duyular düşüncelerden çıkmaktadırlar. Böylece
hayal etmek, anlamak, bağlanmak, kavramak, bulanık, hareketsizlik gibi
kelimelerin hepsi duyulur şeylere ilişkin ameliyelerden alınmış ve bazı
düşünce şekillerine uygulanmıştır. Düşünce için gerekli olan kelimelerin
hepsinin kaynaklara kadar çıkabilseydik, bütün dillerde, duyularla
kavranamayan şeylere ait kelimelerin başlangıçta duyulur düşüncelerden
geldiklerini görecektik. Bir çocuğu doğduğu andan başlayarak izlersek göreceğiz
ki, ruh duyular aracılığıyla gittikçe daha çok düşünceler kazandığından,
giderek daha çuk uyanacak ve düşünce maddesinin fazlalığı oranında da daha çok
düşünecektir.
Düşünmenin insanda ne
zaman ortaya çıktığı sorusuna Locke, “duyum bunun için gerekli olan
malzemeyi bize verdiği andan başlayarak” cevabını verir. Duyumunu
almadığımız bir şeyi düşünemeyiz. Ünlü formülüyle: “Daha önce duyularda
bulunmayan hiçbir şey zihinde bulunamaz.”
Locke’a göre iki türlü
düşünce vardır: Basit düşünceler, bileşik (mürekkep) düşünceler. Büıün
bilgilerimizin ilk maddesi gibi olan basit düşünceler, ancak duyum ve düşünce
yollarıyla ruha gelmektedir. Basit düşüncelerin oluşumunda edilgin (passiv)
olan ruh, bileşik (karmaşık) düşüncelerin oluşumunda etkin (aktiv)’dir. Ruh,
basit düşünceleri alır, bileşik düşünceleri ise meydana getirir. Ruh, aldığı
basit düşünceleri tekrar etmek, birleştirmek ve bu sayede yeni karmaşık
düşünceler oluşturmak gücüne sahiptir. Fakat en verimli zihin bile, duyum ve
düşünme yoluyla gelmeyen yeni hiçbir basil düşünce elde edemez.
Locke (deneyciliği)
David Hume ile yeni bir aşamaya girmiştir. Hııme’a göre algılarımız ikiye
ayrılır: Düşünceler ve İzlenimler. İzlenim (perception), görmek ve duymak gibi
kendimizde bulunan canlı duyumlardır. Öyleyse duyu İntibaları vardır. Yine ona
göre düşünce, ötekiler kadar canlı olmayan hatırlama ve hayal etme güçleridir.
Bunlar içimizde izlenim temeline dayanarak oluşurlar. Humc şu ilkeyi ortaya
koyar: Bütün düşünceler İzlenimlerden meydana gelir. Buna göre her düşünceye uygun
düşen bir izlenim gösterilmesi gerekir. Bir başka anlatımla, bütün
düşüncelerimizin sezgisel olarak bilinen bir şeye dayandırılması gerekir.
Kavramlar ancak bu şekilde kabul edilebilir olurlar. Bu düşünce Hume’u cevher
ve neden kavramlarını reddetmeye götürür. O, bu iki kavramda da böyle bir
sezgisel ilkenin ve bu kavramlara uygun bir İzlenimin (uyunmadığını görür.
Böylece de deneyciliğin şu temel ilkesine katılır: Bilen, bilinç, bütün
içeriğini belirli bir ölçüde deneyden kazanır. Ama Hume da, Locke gibi
matematik alanda deneyden bağımsız ve bu nedenle bütünüyle tümel bir bilgi
bulunduğunu kabul eder. Gerçi matematik kavramlar da deneyden gelirler, fakat
bu kavramlar arasındaki ilişki her türlü deneyden bağımsız olarak vardırlar.
Genel olarak Hume
felsefesinden etkilenen, ancak akılcı geleneği eleştirici bir tutumla sürdüren
Kant, deneycilik ite rasyonalizm arasındaki karşıtlığı dengelemeye, kısacası
uzlaştırmaya yönelmiştir. Bu bakımdan onun bütün bilgiyi deneyle başlatıp,
fakat bütünüyle deneye dayandırmayan tutumunun doğal sonucu olarak aklın deney
verilerinin düzenleyicisi olduğunu belirtmesi önemlidir.
Hume’un çağdaşı olan
Fransız filozofu Con-ditlac duyumculuk (sensualizm) biçimine sokmuştur.
Condillac, Locke’u, dış ve iç olmak üzere iki tür bilgi kaynağı kabul
ettiğinden dolayı eleştirir. O, bilginin bir tek kaynağı bulunduğunu, bunun
da duyumlar olduğu tezini savunur. Ruhun asıl olarak yalnızca bir yeteneği
vardır: Duyum almak. Bütün diğer yetenekler bundan çıkar. Düşünce incelmiş bîr
duyu almadan başka bir şey değildir.
Deneyci anlayışın XIX.
yüzyılda J.Sutart Mili ve Herbert Spencer tarafından temsil edildiğini
görüyoruz. Mili, matematik bilgiyide, bîr tek bilgi temeli ve kaynağı olmak
üzere deneye bağlayarak Locke ve Hume’dan daha ileri gider. Mill’e göre,
matematik bilimi de dahil tüm bilimler veya bilgiler deneyden kaynaklanırlar
ve tümevarım yoluyla elde edilirler. Evrim düşüncesini felsefesine temel alan
Spencer ise, Önceki nesillerin deneyle isbat edilerek kesinlik kazanmış İnanç
esaslarının sonraki nesillere aktarıldığı düşüncesini ileri sürer.
Deneyciliğin bilgi
teorisinin temel ilkesi şeklinde tanımlanması yapılmak istenirken salt duyumcu
olmadığı da belirtilmeye çalışılmıştır, denebilir. Gerçekten Locke olsun, Hume
olsun, bilgi elde edilirken izlenen süreçte duyumlara bağlı kalmazlar, yani
duyumların gücüyle kendilerini sınırlı görmezler. Sözgelimi eğilim ve
izlenimlere duyumun yanında yer vermeleri bu bakımdan değerlendirilmelidir.
Nitekim Hume’a göre deneye daima bağlı olmasına rağmen, bir kavramdan bir
başkasına geçmeyi sağlayan nedensellik kavramının İnsanda ortaya çıkması ancak
izlenim yoluyla olabilmekledir. Bunun için deneyin ötesine-geçmek gerekir.
Hume’un sözkonusu ettiği bu nedensellik ilişkisi ya da bağlantısı Mill’de
“çağrışımcılık” adını alır. Buna göre, deneyin onaya koyduğu olgular
zihinde kendiliğinden düşünce çağrışımlarını uyandırmaktadır. Sözgelimi ocaktaki
tencere içinde gördüğüm suyun kaynayacağını düşünür ve bilirim. Burada suyun
kaynayacağını bilmem, Hume açısından bakıldığında nedensellik bağlantısı ve bununla
verilmiş olanın ötesine geçmekdir. Aynı İlkeden hareketle Mili açısından
bakıldığında suyun kaynayacağını bilmem bir çağrışım bağlantısı kurabilmemdir.
Gerçekte daha Önce Locke “düşüncelerin çağrışımı” kavramına yer
vermiştir.
öte yandan
Pragmatizmin kurucusu Willi-am James’in “köktenci deneycilik”
şeklinde nitelenen bilgi teorisinde yeni bir deneycilik türü
geliştirilmiştir. Onun bilgi teorisinde deneycilik ve çağrışımcılık, olacağı
bilmenin ve akıl yürütmenin ya da çıkarımın yerine konulur ki, böylece doğru
düşünce (Pragmatist doğruluk) doğrulanmış düşünce olup, doğruluğun ilkesi
de deney olarak tanımlanır.
Ayrıca XX. yüzyılda
Viyana Çevresi’nin mantıkçı pozitivizmi, Kari R.Popper’in deneyciliğe karşıt
tutumu, Wittgenstein’in analitik felsefesi, Wvan Orman Ouine ve Noam
Cohmsky’nin dil felsefeleri deneyciliğin çeşitli ilkelerinin yeniden tartışılmasına
İmkan sağlamıştır.
Yüksel KANAR Bk.
Rusyalımızın