ÇEVRE
Herhangi bir yüzeyin
sınırlarını belirleyen sınır çizgisinin uzunluğu, bir alanın sınırları veya
bir kimsenin etrafını kuşatan gibi anlamlan içeren çevre terimi, bir insanın
davranışlarına etkisi’bakımından düşünüldüğünde, o insanın içinde yaşadığı
ortam ve bu ortamın şartlarını ifade eder. Başka söyleyişle ortak çıkarları,
benzer etkinlik ve faaliyetleri paylaşan, aynı toplumsal konumlar içinde
birbiriyle ilişkili insan topluluğu çevreyi oluşturmaktadır. Antropoloji
açısından çevre “kültür çevresi (Kul-turkreis)” teriminin ortaya
atılmasına yol açtı. “Kültür çevresi” kavramı Alman Wİ!helm Sch-mİdt
tarafından 1. Dünya Savaşı sonlarında ileri sürüldü. Buna göre bir topluluğun
kültürünü başka topluluk kültürleriyle ilişkili olarak gelişen tabakalaşmiş
ve bağımlı hale getirilmiş özellikler bütünü şeklinde tanımlamak
mümkündür. Ancak bu
tanımın doğal sonucu olarak bir topluluğun kültürünün, ilişkide bulunduğu
öteki topluluk kültürüne hakim olması kaçınılmazdır ki, sonuçta hakim kültürünya-yılmacı
ve emici nitelikte olması önlenemez. Aslında Avrupa, kültürünün hiç değilse XVIII.
yüzyıldan itibaren bu süreci izlediği, nitelendirmeler ve dayanılan dinamikler
değişkenlik göstersede, söylenebilir.
Çevreyi çeşitli
yönleriyle açıklamaya çalışan ekoloji (çevrebilim), canlı varlıkların birbirleriyle
ve bulundukları ortamla ilişkilerini incelemeyi kendisine konu edinirken,
doğal olarak kültürler arasındaki mahiyet ve nitelik farklarını geliştikleri
çevrenin fiziksel farklarına bağlı olarak incelemeyi de öngörmektedir. Yani
canlılar ile onları çevreleyen canlı ve cansız ortam arasındaki ilişkiler
açısından canlıları birey, türdeş topluluklar ve karma topluluklar şeklinde
ele almayı amaçlayan ekoloji ancak XX. yüzyılın sonlarına doğru ilgi odağı
olabilmiştir.
Alman Zoolog Ernst
Haeckel, hayvanların canlı ve cansız çevreleriyle ilişkilerini belirlemek
amacıyla “oekolpgie” terimini kullanmıştır Oikos Yunancada
“ev”, “barınak” demektir ki, böylece canlının yaşadığı
ortam nitelemesi yapılmak istenmiştir. Aslında benzer tutum ve anlayışların İlk
örneklerine antik Yunan filozoflarının düşüncelerinde rastlamak mümkündür.
Sofistlerin İnsanı pratik hayatıyla tanımlama çabalarında “tabii
olan” kavramına yer vermeleri bu bakımdan Önemli sayılmalıdır.
Aristoteles’in öğrencisi Theophrastos da canlı varlığın öteki canlılar ve
cansız çevreyle ilişkisini incelemeye yöneldiğini söyleyebiliriz. Stoacılar,
felsefelerine tabiatı merkez kavram olarak koymakla birlikte, insanın özgürlüğünü,
mutluluğunu ve-cjdemliliğinİ tabiattaki canlı ve cansız ortamla ilişkisine göre
anlam-, landırıp tanımlamaya özen göstermişlerdir. Ancak modern anlamıyla
ekolojinin temellen-dirilmesi hayvan ve bitki dünyasını inceleyen fizyologların
çalışmalarıyla mümkün* olmuştur. Sözgelimi Thomas Malthus’un ekonomik bağlamda
nüfus artışıyla dünyadaki besin kaynakları arasındaki ilişkiye, birazda
kötümser açıdan bakması XIX. yüzyılda nüfus olgusuna dikkatleri çekecektir.
Çevre bir kişinin ya
da kişiler topluluğunun kendisine fiili ya da potansiyel olarak cevap verdiği
tüm harici kaynaklar ve faktörleri İçeren §ey şeklinde tanımlanabilir. Bir
çevre, her ne kadar aralarındaki sınırlar gözlemcinin teorik tercihlerine göre
değişecekse de, fiziksel, toplumsal ve kültürel öğelere ayrılabilir.
Böylece örneğin eğer
bir insan araç ve aletleri kültürün unsurlan olarak ele alırsa, bunlar
kültürel çevrenin unsurları olacaklardır; fakat eğer kültür sembolik olarak
birbirinden haberdar kalıpların -ki bunlar eylemi yönetirler-paylaşılmasıyla sınırlanırsa,
aletler fiziksel çevrenin unsuru olacaklardır. Bu bakımdan şuna da işaret
etmek gerekir ki, eğer teorik referans çatısı gözlemcininkinden çok eylemde bulunan
kişinin bakış açısını ısrarla ele alıyorsa, çevrenin yeni bir boyutu, yani
kişilerin kendisine karşı sorumlu oldukları deneysel olmayan alan ilave
edilmelidir.
Neyin harici olduğu
yolundaki karar aynı zamanda ele alınan teorik yaklaşıma da bağlıdır.
Toplumsal teorilerin pek çoğunda ‘Biz organizmamızı kendimiz olarak, çevreyi
ise bizim dışımızda yatan bir şey olarak düşünürüz’, gibi ifadelere rastlanır.
Organizmadan ziyade benlik ya da ego kavramı üzerinde duran bu teorilerde
fiziksel organizma benlik İçin bir nesne ve giderek çevrenin bir parçası
olabilir. Benliğin kendisi bile, kendisine göre bir nesne olabilir ve giderek
çevrenin bir parçası olarak düşünülebilir.
Geçmişle fiziksel
çevre fikrini kullananların pek çoğu, toplumsal eylemi açıklayacak teorik bir
referans çatısı oluşturmak amacıyla onu katılımla özdeşleştirdiler. Bu tür
İnsanlar toplumu çoğunlukla biyolojik bir sistem ya da herhangi bir oranda
katılım ve çevrenin ctkileşi-miyle açıklanabildiği ya da açıklana madiği
normatif ve amaca-yönelmiş eylemler sistemi Şeklinde düşünmek eğilimindedirler.
Bu tür fikirler büyük güçlükler ortaya çıkartır. Ve son zamanlardaki
teoriciler kalıtım ve fiziksel çevrenin insan davranışını açıklamadığı ya da
normatif kültürün İçeriğini belirlemediğini iddia
etme eğilimindedirler.
Bu tür yazarlar fiziksel çevre fikrini terketmemekte ısrarlıdırlar.
Birey ya da tür
ekolojisi genel olarak deneye ve tümevarım yönetimine dayanmaktadır. Birey
ekolojisi tek bir canimin çevresiyle ilişkisini, tür ya da topluluk ekolojisi
ise türlerin birbirleriyle ve tümünün belli bir çevredeki etkinliğiyle ilişkilerini
İncelemekledir. Ekolojinin alt bölümlerine ayrılması çevrenin ya da yaşanılan
ortamın veya türlerin tiplerine bakılarak da yapılabilir.
Öte yandan bir canlı
olarak insanın tabiat, dolayısla çevre üzerindeki etkisi de önem
ar-zetmektedir. özellikle Sanayi Devriminin, uluslararası ekonomik ilişkilerin
yönlendirdiği işlemler ve araçlar İnsanın davranış ve anlayışında doğayla
İlişkisini yoğun bir şekilde etkilemektedir. Bu etki çoğunlukla yarardan çok
zarar verici boyutlarda ortaya çıkmaktadır. Böylece toplum bilimlerinde,
“çevrecilik” kavramı uygarlık ve kültür gelişmelerinde yeni
görüşlerin ileri sürülmesine ortam hazırlamıştır.
Gerçekten çevresel
belirleyicilerin, yani kültürün oluşmasında doğal kaynaklar, iklim ve coğrafi
konum gibi etkenleri kapsayan maddi ortamın belirleyici olduğunu ileri sürenler
çıkmıştır ki, bu görüş “çevresel determinizm” olarak da
adlandırılır. Buna göre toplumsal ve kültürel gelişmenin açıklanmasında tarih
ve gelenek yanında toplumsal ve ekonomik etkenlerle kültürel özellikler önemli
olamazlar. Sözgelimi bireyin suça itilmesinde sosyal çevrenin belirleyici
olduğunu ileri süren İtalyan Enrico Fcrri’nin, hatta Lombrozo’nun görüşleri
burada anılabilir.
Buna karşılık başka
bir görüş (çevresel imkân), doğal ortamın insanların arasından seçim
yapabileceği çeşitli İmkanlar sunmaktan başka bir şeye yaramayacağını savunur.
Bunlara göre, sözkonusu seçimin oluşmasında çevrenin etkin olmadığı
belirtilmelidir.
Şurası açık bir
gerçektir ki, kültürün oluşum ve etkilenmesinde .çevrenin kesin belirleyici
özellikte oluşu mutlak olarak savunulmaz. Fakat kültür olgusunun çevre konumu
da gözar-dı edilemez. Bununla birlikte kültür olgusunun ve etkinliğinin tanım
ve açıklanmasında çevreyle ilişkisi ve çevrenin bunlar üzerinde yani toplumsal,
ekonomik, kültürel geleneklerle etkileşimi, çevre kavramının oluşumunda göz
önüne alınmak durumundadır. Dolayısıyla çevresel İmkân görüşünün ağırlık kazandığı
söylenmelidir.
(SBA)