Bey Mescidi Tarihi, Mimari, Özellikleri, Hakkında Bilgi

Bey Mescidi, İstanbul Eyüp’te XVI. yüzyılda yapılan mescid.

Haliç kıyısına paralel olarak uzanan Zal Paşa caddesinde Zai Mahmud Paşa Camii’nin tam karşısında bulunmakta­dır. Ayvansarâyî Hüseyin Efendi’nin ifa­desine göre banisi Silâhşor Mehmed Bey olup kabri de mescidin yanındadır. Yine aynı kaynakta bu mabede Sürahi Mesci­di de denildiğine işaret edilmiştir. İsmail Beyzade Osman ve Halil Ethem ise mes­cidi SilâhT Mehmed Bey Mescidi olarak kaydetmişlerdir. Mescidin hangi tarihte inşa edildiği bilinmediği gibi banisinin şahsiyeti hakkında da bilgi yoktur. Fa­kat yapı tekniği ve mimari özelliklerin­den bir XV!. yüzyıl eseri olduğu anlaşıl­maktadır. Bu küçük eser yapı düzeni ba­kımından o derecede değişik ve zariftir ki bu sebeple Mimar Sinan’ın eseri ol­duğu ileri sürülmüştür. Fakat Sinan’ın eserlerinin listelerini veren tezkirelerde adına rastlanmaz. Zal Mahmud Paşa Ca­mii’nin sokak aşırı tam karşısında ve bu büyük caminin hemen hemen yanında oluşu da bu küçük mabedin ondan da­ha önce inşa edilmiş olabileceğini dü­şündürmektedir.

Bey Mescidi 1928’de çıkarılan, cami ve mescidleri tasfiyeye tâbi tutan yönet­melik gereğince “kadro dışı” bırakılarak kapatılmış ve harap olmaya terkedilmiş­ti. Halbuki adı geçen yönetmeliğin 7. maddesinde, “Cami ve mescidlerin tas­nifinde tarihî veya mimari bir kıymeti haiz olanlar… tercihen ibka olunur” de­nilmesine rağmen Bey Mescidi’nin sa­nat değeri kadroda bırakılmasını sağla­yamamıştır. Bu yüzden uzun yıllar üstü açık bir harabe halinde kalan mescid 1970’li yıllarda tamir edilerek ihya olun­muştur.

1961 yazında Bey Mescidi’ni gören R. Ekrem Koçu, onun hâlâ pek güzel oldu­ğunu belirttikten sonra, “Büsbütün çök­meden tez elden tamiri gerekir; Bey Mescidi’nde Türk yapı sanatı bir şahese­rini kaybederse pek yazık olur. Gelecek nesiller neslimize lanet eder” derken çok haklıdır. Gerçekten Bey Mescidi İstan­bul’daki mescidlerin içinde bir şaheser­dir. Önünden geçen yoiun kenarında yük­sekte kesme taş ve tuğla hatıllı olarak inşa edilen kare planlı mescide etrafı duvarla çevrili bir avludan geçilir. Bu av­luyu caddeye bir merdivenle çıkılan ka­pı bağlar. Merdivenin bitişiğinde mes­cid duvarından ayrı olarak küçük bir mi­nare yükselir. Mescidin yanında dikdört­gen planlı bir son cemaat yeri vardır. Bunun girişi karşısında ise kare planlı küçük bir türbe bulunmaktadır. Son ce­maat yerinden geçilen esas mescid me­kânının üstü evvelce ahşap bir çatı ve tavan ile örtülü olmalıydı. Mescid iba­det mekânı, son cemaat yeri ve türbe ile minarenin yerleştirilişi bakımından Türk sanatında başka bir benzerine rastlan­mayan biçimdedir. Geleneğe aykırı ola­rak kıble duvarı önüne yerleştirilen mi­nare ise zarif bir görünüşe sahiptir. Ca­minin kendisi gibi minare de kesme taş ve tuğla sıralar halinde yapılmıştır. Ka­re planlı olan minare kürsüsünün üze­rindeki pabuç kısmında gövdeye geçiş üçgenlerle sağlanmıştır. Ancak bu üç­genlerden ucu yukarıda olanlar taştan, tersine olanlar tuğladandır. Kısa gövde bir çokgen biçimindedir. Dışarı taşkın olmayan şerefe, ince mermer çerçeve­ler ve aralarına yerleştirilmiş korkuluk levhalarından meydana gelmiştir. Ka­bartma şebeke süslemeli korkuluk lev­halarının üstlerindeki ezan okuma göz­leri, Türk ahşap iç mimarisinde çok rast­lanan ocak etrafındaki küçük nişlerin benzeri olarak taştan yontulmuştur. Bu kapalı şerefenin üstü ise yine poligon bi­çiminde kurşun kaplı bir külahla örtül­müştür. Mescidin yanında bir hazîresi olduğu gibi ayrıca etrafında ağaçlar da bulunuyordu.

Diyanet İslam Ansiklopedisi