Bekayi, (ö. 1003/1595) Divan şairi.
İznik’te doğdu. Rızâ Tezkiresine göre asıl adı Mehmed’dir. Cimri Çingân lakabıyla tanınan bir macuncunun oğlu olduğundan Macuncuzâde diye de anılmaktadır. İyi bir medrese tahsili gördü. Ayrıca zamanının âlimlerinden Hocazâde Kurt Çelebi’den ders aldı. Öğrenimini tamamladıktan sonra 30 akçe aylıkla Manisa medreselerinden birine tayin edildi. Orada Sultan III. Murad’a hocalık yapmış olan İbrahim Efendi’den ders aldı. Şehzadeliğinde bir ara Manisa sancak beyliği yapan Murad’la hocası İbrahim Efendi vasıtasıyla yakın münasebetleri oldu. III. Murad’ın 8 Ramazan 982’de (22 Aralık 1574) tahta çıkması münasebetiyle takdim ettiği arzuhal üzerine 40 akçe ile İstanbul’da Merdümiyye Medresesi’ne tayin ediidi. 1576’da Beşiktaş Hayreddin Paşa Medresesi’ne naklolundu. Ekim 1580’de Minik Ali Çelebi’nin yerine Sahn Medresesi’nde görevlendirildi. Daha sonra kadılık mesleğine geçerek 1581 Haziranında Vankulu yerine Selanik, ertesi yıl Şems Efendi yerine Galata kadısı oldu. 1583’te azledildiyse de iki yıl sonra tekrar aynı vazifeye getirildi. Ocak 1586’da Arapzâde Efendi yerine Üsküdar kadısı oldu. İki yıl geçince azledildi. Haziran 1592’de aynı göreve iade edildi. Üç dört gün sonra tayin edildiği Mekke kadılığına gitmek istemeyince istifa etmiş sayıldı. Kaynakların çoğunun bildirdiğine göre 2 veya 3 Cemâziyelevvel 1ÛO3’te (13 veya 14 Ocak 1595) ailevî bir sebepten dolayı İstanbul’daki evinde fecî bir şekilde öldürüldü.
Ölüm tarihiyle ilgili olarak S. Nüzhet Ergun’un Rızâ Tezkiresi’ne atfen, “Rıza 7ezMresi’nde ve ondan naklen Mustafa Mücib Tezkiresi’nöe şairin on yıl sonra ölmüş olarak gösterilmesi yanlıştır” ifadesinin matbu Rızâ Tezkiresi’ye karşılaştırıldığında hatalı olduğu görülmektedir. Çünkü matbu Rızâ Tezkiresi’nüe de (s, 20) şair için verilen ölüm tarihi diğer kaynaklarla aynıdır. Ancak şairin vefatı için Osmanlı MüelliüerVnde yanlış olarak 980 (1572) tarihi gösterilmektedir (II, 97), A. Sırrı Levend de büyük bir ihtimalle Osmanlı Müelliflerimden naklen aynı yılı vermektedir.
Tezkireler Bekayi’nin şiirdeki kudreti hakkında fazla bir şey söylememekte, mevcut şiirleri ve manzum eseri Gül ü Bülbül incelendiğinde ise vezin ve kafiyeye hâkim olduğu görülmektedir. Kullandığı dil zamanına göre oldukça sadedir.
Eserleri
l- Gülü Bülbül. Mesnevi tarzında ve aruzun “mefâîlün mefâîlün feûlün” kalıbıyla yazılmış 935 beyitlik didaktik bir eserdir. İstanbul Üniversitesi ve Üsküdar Selim Ağa kütüphanelerinde kayıtlı iki nüshası bilinmektedir. Eserin 1565 veya 1572 yıllarında yazıldığı tahmin edilmektedir. Türkân Meriç eser üzerinde bir mezuniyet tezi hazırlamıştır.
2- Şirvan Şah ve Şemâyii Bânû. A. Sırrı Levend’in Bekâyî’ye nisbet ettiği bu eser üzerinde Metin Karadağ bir doktora ön çalışması yapmıştır. Bu çalışmada eserin Bekâyrye ait olduğu hususunda kesin bir hükme varıia m ayacağı belirtilmektedir. A. Sırrı Levend’in, yazma nüshanın kapağında bulunan ve metin içinde de geçen, “Ey Bekâyî, sureta yârimden ayırdı felek/ Meânîde etti dünyâda varımdan cüda” beytinde “Bekâyî” mahlasının kullanılması sebebiyle bu kanaate vardığı ifade edilmektedir. Aşk konusunun işlendiği eser mensur bir hikâye olup yer yer manzumelerle süslenmiştir. Hikâyede XVI. yüzyıl edebî nesir dilinin kullanılması yanında zaman zaman halk deyişlerine de yer verilmiştir. Bugün bilinen tek nüshası, Sa-fer 1165’te istinsah edilen ve Erzurum Atatürk Üniversitesi Merkez Kütüphanesi’nde bulunan yazmadır. Bu iki eser dışında kaynaklarda Bekâyî’nin bir divanından bahsedilmekte ise de henüz herhangi bir nüshasına rastlanmamıştır.
Diyanet İslam Ansiklopedisi