Ahmet Hikmet Müftüoğlu,Türk yazar ve hikayecisi (3 haziran 1870’te İstanbul ‘da doğdu, 20 mayıs 1927 de aynı yerde öldü).
Hayatı
Dedesi, Rum İsyanı esnasında öldürülen Mora müftüsü Abdülhalim Efendi, babası ise yine Mora müftülüğü yapan Yahya Sezaî Efendi’dir. Soy adı buradan gelir. Daha Galatasaray lisesinde iken, yazı yazmağa başladı. Bu okulda Tevfik Fikret ile tanışıp dostluk kurdu. 1888’de mezun olduktan sonra, hariciyeye girdi (1889 ) ; Marsilya, Pire, Poti ve Kerç ‘te 1895 senesine kadar sırasıyla konsolos kâtipliği, vekilliği ve konsolosluk yaptıktan sonra, 1896’dan 1908’e dek hariciye nezaretinde merkezde çalışmıştır. 1908 de, bir sene kadar, nafia nezaretinde ticaret genel müdürlüğünde bulunmuş ve tekrar hariciye vekâletine dönerek, 1912 de Peşte başkonsolosluğuna atanmıştır. 1924 te makam-ı hilâfet başmabeynciliğine getirilmiş ve 1926 da hariciye vekâleti umur-ı şehbenderi-ye ve ticariye müdiriyetine ve aynı senede bu daire genel müdür ve sonra hariciye müsteşarlığına atanmıştır. Galatasaray lisesinde edebiyat ve sonrasında İstanbul Darülfünunu’nda edebiyat tarihi öğretmenliği yaptı (1910 ).
20 mayıs 1927 de, İstanbul ‘da vefat etmiştir.
edebi_sahsiyetler/ahmet hikmet muftuoglu Edebi Kişiliği
Ahmed Hikmet’in edebî faaliyeti, ilk basılan eseri olan “Leyla yahut bîr mecnunun intikamı” adlı hikâye ve bir az sonra da Baronne de Staff ‘tan tercüme ettiği “Tuvalet ve letafet” adlı kitap ile başlar. Bunları Alexandre Dumas fils’ten tercüme ettiği “Bir riyazinin muaşakası” ve nihayet küçük bir ziraat eseri takip eder. Fakat asıl yazı hayatı evvelâ İkdam’da ve bilhassa Servet-i fünun’a intisap ettikten sonra, başlamıştır. Servet-i fünun’daki hikâyelerini Hâristan ve Gülistan (İstanbul,1899/1900) adında, bir cilt hâlinde toplamıştır. Fr. Schrader bu hikâyelerden üçünü Almancaya tercüme etmiş ve bunları Jacob’un Türkische Bibliothek’inde (VII, Berlin, 1907), Târkische Frauen (Türk kadınları) adı ile, neşretmiştir. Meşrutiyetten sonra yazdıklarının mühim bir kısmı Çağlayanlar (İstanbul, 1922) adlı kitabındadır. Ahmet Hikmet, Servet-i fünun’da dahi tamamiyle devrin modasına uymamış, lisanda ve duyarlık tarzında olduğu gibi, mevzularında da daima yerli kalmış ve zamanının Türkçülük cereyanına karışmıştır. Meşrutiyetten sonra, bu cereyanın en sıkı taraftarlarından biri olmuş ve, bir kısmı münferit bir aksülamel hissini verecek derecede, öz Türkçe yazılar yazmıştır. Ailesinin bilfiil şahit olduğu Rumeli Türklüğu düşüşünün, onun san’atına tesir ettiği muhakkaktır. Hâkim vasfını, tam şeklini bulmamış bir şair hassasiyet ve zenginliğinden alan son eserlerine, Türk tarihinin muhtelif safhaları, yakın tarihin acı olayları ve dağınık halk edebiyatı unsurları mevzu ve ilham vermiştir. Trablusgarp savaşı için yazdığı Padişahım, Al menekşelerini ver gülümü, ile Üzümcü, Yakarış ve Göç, eserleri içinde en hatırlanacak olanlarıdır. Ayrıca şiir ve musiki tarihîmize dair araştırmaları bulunduğu gibi, lisanın tasfiyesi imlânın tesbiti ve harf meseleleri ile de yakından uğraşmıştır. Hattâ Ankara’da Türk ocakları hars (Kültür) şubesi reisliğinde de bulunmuştur. Yeğenim adlı monolugu, kendinde mizah kabiliyetinin varlığını gösterir. Ayrıca dizi-yazı hâlinde yayınlanmış olan Gönül Hanım adlı bir romanı da vardır.