AHLAK
Ahlaklı olmanın
anlamını ve özellikle insanın davranışına yol gösteren ve ona rehberlik eden
düşünce ve inançları (İslâm, Hristiyanhk ya da ateizm gibi) araştıran felsefe
dalına ahlak, denir (ethics). Ancak Batı dillerinde bizdeki ahlak kelimesine
karşılık etik’in yanında morale kelimesi de kullanılmaktadır. Morale terimi
latince “momlis” kelimesinden türetilmiş olup ilk defa Cicero
tarafından Grekçe “ta etika”nm karşılığı olarak kullanılmıştır. Her
iki kelime adet, seciye veya karakter, genel olarak beşerî tutum veya tavır,
özel olarak da davranış ve durumların aklanması ve düzeltilmesiyle ilgili
hususları ifade etmektedir. Bir bakıma “moral” (momlis) karşılığında
ahlâk, somut ahlâkî olayların tahlili İçin, etık ise, her ahlâk yasasının
konusunu oluşturan iyi-kötü, yükümlülük (vecibe) -ödev gibi temel kavramların
İncelenmesi için kullanılmaktadır.
Morale karşılığında
ahlâk kelimesinin “pra-tİk ethique” kelimesi karşılığında kullanılan
ahlâkın ise, “teorik ahlâkı” ifade ettiği söylenebilir. Başka
söyleyişle ahlak, “davranış kuralları” anlamında, pratik ahlak
esaslarıyla birlikte kişinin ahlaki yapısını, İyi veya kötü yaratılışı (huyu),
tabiatı ve seciyeyi ifade etme yanında, insanın toplum hayatı içinde riayet
ettiği ve etme gereği duyduğu kurallar bütünü olarak da ortaya çıkmaktadır.
Böylece ahlâk düşüncesinde, ahlâk meselesiyle ahlak bilimi meselesi merkezi
kavramlar olmakladırlar. Tıpkı insan mizacını yansıtan davranışları yaparken
şuurlu olunsun veya olunmasın uyulan kurallar konusunda olduğu gibi, mizaçlar
ve davranışlar alanında da ahlaki ya da ahlak-dışı nitelemeler yapılmaktadır.
Ahlakın sözkonusu kuralları çeşitli fertler, toplumlar, dönemler ve kültürler
için daima ortak bulunmadığına göre, ahlakın temel kavramları olan
“iyi” ve “gerçek bir ahlâk” nasıl tanımlanacaktır? İşte
ahlakın mahiyeti ve benzer konularına ilişkin cevapların ortaya konulması;
ahlakın sistemli bir dü-Şünce konusu olması, kısacası ahlak felsefesini (etik)
doğuracaktır. Bu da genel olarak ahlak nedir ve mahiyeti nasıl açıklanabilir?
sorusuna bağlanır. Böylece ahlak teorilerinin doğması sözkonusu olacaktır.
Fakat ahlak teorilerinin tarihte ortaya çıkışıyla, ahlakın insan ve toplum
hayatında sözkonusu olmaları aynı şey değildir. Yani ahlak, ahlak teorileri
tarafından incelenmeye başlanmadan önce de vardı ve hiçbir teoriye
dayanmaksızın da varlığını sürdürebilir.
Ahlak teorilerini
çeşitli açılardan sınıflandırmak mümkündür. [1]
l- Aşkm (Tmnscendant) Ahlak Teorileri:
Bu tür ahlak
nazariyeleri ahlakı ve onun temel değerlerini insandan bağımsız bir gerçeklik
olarak İncelediklerinden, idealist felsefenin temel dayanağı durumunda bulunan
Pla-ton’un İdcalar dünyası esas kabul edildiğinden idealist ahlâk şeklinde de
nitelendirilir. Bunun yanında büyük metafizik sistemler olarak bilinen
Aristoteles’in, Saint Augusti-nus’un, Malebranch’ın ve Leİbnİz’in felsefelerinde
ve ahlak anlayışlarında aşkınlık kavramı belirleyici rol oynar. Nitekim bunun
“metafizik ahlâk” olarak tanımlanması da yapılmıştır.
Aşkın ahlak nazariyesi
hakikatle ahlakın oluşturulamayacağı görüşünü ileri sürer. Ahlâk, nazari
olarak düşünülmeden Önce de vardır ve düşünen insan onu ancak araştırmasıyla
“keşfeder” insan evrenin mahiyet ve özelliklerinden, evrende
kapladığı mekandan mantıki olarak “keşfedilen” kuralların bütününü
teşkil etmektedir. Bu bakımdan ahlak sisteminin kapsadığı ahlak kuralları Öklİd
geometrisinde olduğu gibi, bazısı ilahi bir iradenin yaratışı olarak, bazısı
sadece ferdi aklın yansıması olarak düşünülür. Bu yönüyle aşkın ahlak nazariyesi
ister ilahî, ister felsefi nitelikte olsun, bütünüyle aşkıntığm dayandığı
spekülasyonların genelliğine yönelir ki, böylece evrenin düzeniyle ahlak sistemi
arasında bir bağlantı ve benzerlik kurulmuş olur. Ahlaki değerlerin hakikatleri
mutlak veya saf varlığa ait a priori gerçekliklerden çıkarılmak istenilir.
Dolayısıyla ahlaki emirler, yani normlar metafizik boyutta düşünülür ve
algılanır. Bu teorinin ilk temsilcileri olarak Sokrates ve Platon zikredilebilir.
Sokrates, insanın
davranışlarının iyi-kötü şeklinde ahlaki bir tasnife tabi tutulacağını, iyi ve
kötünün ise bilgiye, dolayısıyla akla dayandırılacağım belirtir. Bilgi insanı
doğru davranmaya, doğru davranma ise mutluluğa ulaştırır kî, sonuçta bilgiyle
mutluluk, yani erdem aynı şey olurlar. Mahiyeti iyi olan bilginin elde edilmesi,
iyi İle kötünün birbirinden ayırt edilmesini sağlar ki, İyiyi kötüden ayıran
kimse bilgeliğe ulaşır. Bu da mutlu olmayı sağlar. Dolayısıyla bilgiden doğan
erdem, yani ahlaklılık ile mutluluk sonuçta aynı noktada birleşirler. Erdem,
Sokrates’e göre “bilinen ve uygulanan hakikattir”; “iyiyi
kötüden ayırma bilgisi” ise, adalettir. Keza İnsanın “kendini
bil”mesi olgun bir ahlaki şahsiyete ulaşmada temel esastır. Kötülük ve
suç insanın kendini bilememesinden, bilgisizliğinden kaynaklanır.
Sokrates’in ahlak
felsefesini esas alan Platon, onu metafizik ilkelerle destekleyerek
te-mellendirmeye çalışır. Ona göre erdem; “iyi idesi çevresinde birikmiş
ve adalet idesi tarafından buyurulmuş aşkın normların (idelerin) karşılığından
başka bir şey değildir.”
Platon’un kavram
İdealizmini ortadan kaldırmaya çalışan Aristoteles’e göre, varlık, madde ve
formdan oluşur ki, bunlar ayrı ayrı birbirine dayanarak mutlak ve saf forma
(Tanrıya, iyiliğe), yani “sevilen şey seveni nasıl kendine çekiyorsa”
öyleyecc ulaşırlar. Bu bakımdan insanın davranış normu kendi en iyi formunu tamamlamak,
özünü ya da tabiatını üst derecede gerçekleştirmek olmalıdır. Bu da akılla
olur; dolayısıyla erdemlilik akla uygun bir hayatı yaşamakla anlamını kazanır.
NikhontakhosAhlakı ‘uda erdem bir tür alışkanlık, herşe-yi “lam
ortada” dengede [utacak bir tutum olarak nitelendirilir. Aristoteles’e
göre, toplum halinde yaşamak durumunda olan İnsan, hayvan ile Tanrı arasında
bir bağlantı noktası olup tabii bir olay olan toplumun da belli bir amacı
vardır: Üyeleri arasında erdemi geliştirmek. Bunun için normlar gerekir. Öte
yandan evrendeki her varlık mutluluğu arar, ona yönelir; çünkü hayatı anlamlı
ve değerli kılan budur. Fakat mutluluğun kapsamı değişkenlik gösterebilir.
Mutluluğu sağlayan belli başlı dört değerden sözedilebilir ki, bunlar; haz, şeref,
zenginlik ve düşünce hayatıdır. Bu sonuncusu en yüce amaçtır. İşte insanın
faaliyeti de bu amaca yöneterek onu gerçekleştirmelidir. Bununla birlikte her
varlık türünün kendine has en yüce iyisi vardır. Ahlak felsefenin görevi en
iyinin ne olduğunu belirlemek, ruhların erdemli ve mutlu olması için akla uygun
yolu-göstermektir. Aristoteles ferdi mutluluğun ahlakın esası olduğunu kabul
eden Eııdaimonist (Mutluluk ahlakı) anlayışların (Bcnthanı, Mİ11, Spencer vb.)
habercisi de olmuştur.
Stoacı ahlak
anlayışlarını (Zenon, Krİsip-pos, Seheka, Epiktetos, Markus Aurclius),
na-turalist ahlak nazariyesi yanında aşkın ahlak nazariyesi içinden
değerlendirmek mümkündür. Buna bağlı olarak Yeni Çağda Dcscartcs, Lcibniz,
Pascal, Mainc de Brain, bir anlamda da Kant’ı bu sınıfa dahil etmek gerekir. [2]
2- Natuıvtist Ahlak Teorileri:
Bilim ve düşünce
alanındaki gelişmeler, ahlak felsefecilerini ahlak konusunda aynı yöntemle
aynı objektif sonuçların elde edilebileceği anlayışına götürmüştür. Özellikle
XVIII. yüzyılda Böyle, Hume, Helvetius, sonraları Mili ve Fouriergibİ düşünürler
ahlakı psikolojik temelde ele almaya çalışacaklardır. Bazıları da biyoloji,
hatla fizyolojiyi temel alarak bir “tıp ahlâkı” oluşturmaya
yöneleceklerdir ki, Cabanis, Dcsiuit de Tracy, d’Holbach, daha-gen’lcre
gidildiğinde bazı Stoacı filozoflar böyledir. Yakın zamanlarda bu anlayışı
Metchni-kof, Le Dantec, Baldwin, Kretchmer, Fren d, Spiritualist bîr felsefeyle
karışık olarak Klagcs savunacaklardır. Bunlar geçerli bir ahlâk sisteminin
ancak “insan tabiatını” oluşturan psi-ko-bİyolojik eğilimlerle İlgili
bilgiler üstüne kurulacağını ileri sürmüşlerdir. Öte yandan ahlakı fizik temele
dayandırmaya çalışan Hob-bes ahlakı da bir bakıma böyledir. Osiwald ise
termodinamiğin ilkeleriyle ahlakın ilişkisini araştırır. Yine ahlakı pozitif
bilim biçiminde kurmaya çalışan Comtc’un anlayışını XX. yüzyılda toplumsal
yasalar bilgisiyle ele alan Durkheim ve Levy-Brııh! de önemlidirler. Bunlar
laik veya dini ahlak alanındaki “Yüce Düzen” idcaliahlakinc, pozitif
bir ahlak araştırmasını koyarak hem ahlakı temellendirmek istemişler, hem de
aşkın ahlak teorisinin yetersizliklerine dikkat çekmeye çalışmışlardır.
Buna karşılık,
Cronaidc gibi düşünürler bilimin getirdiği yararları kabul etmekle beraber,
onun daha fazla kötülüklere de neden olduğunu; Bergson ise, bilimin getirdiği
en büyük tehlikenin maddî araçların insan ruhundaki inkişafı veya
“açılımı” nisbet inden daha çok artmasına dikkat çekerek eleştiride
bulunurlar. Ahlak normunda yükümlülüğün bulunduğu halde, bilimde yükümlülük
yoktur. Çünkü bilim “olan” ile, ahlak ise “olması gereken”
ile ilgilidir.
Mutluluk, nazların en
üstünüdür ve bu üstünlük düşünceye ait bir hesap işidir, anlayışını temel
akın faydacı ahlak, Epİkür ahlakının Yeni Çağdaki ifadesidir. Asılmak üzere
olan biri için, “işte hesabını yanlış yapmış bir adam” derken
Fontcnclle; Bcntham gerçek bir “haz aritmeği” kurmak ve “ahlakın
yerine hazzın bütçesini dengeleyecek bir sanat, bir deontoloji geçirmek”
İsler. Hutclıcson ise, mutluluğun üst dereceye çıkarılmasını formüle etmeye uğraşır.
Hazların yoğunluğunu hesab etmeye çalışan Bcnhtham’in görüşüne, Mİ1I hazların
niteliğinin de unutulmaması gerektiğini ekler. Ona göre daha ince, daha süzme,
daha hareketli, sonsuz hazlara kaynak olacak hazlar vardır ki, bunlar
“kalb hazlan”dır. Böylece ferdin mutluluğuyla toplumun mutluluğu
“Ortak çıkarda” birleşmektedir. “Amerikan ahlakı” olarak
da anılan Pragmatizm bu temel üzerinde kurulacaktır: Yararlı olan, hakikattir.
Hayatı yaratıcı bir
coşku olarak tanımlayan ve hayatın eşanlamlısı olarak “güç İradesi”
dc-yinıini kullanan Nielzsche, klasik değerler sistemini yıkmayı amaçlayarak
“ahlak dışı” bir ahlak idealini önerir ki, bu üst-insan (supermen)
ahlakıdır. Buna vitalist insan ve ahlak görüşü de denir. [3]
3- Foımel Ahlak Teorisi:
Bu ahlak teorisinin en
tipik örneği Kant ah-iakıdır. Kant’ın ahlak felsefesinin temel kavramları
şunlardır: a) İyi isteme (veya irade); b) Ödev; c) ahlak yasası veya buyruğu
(Kategorik Emperatif); d) özgürlük (İrade özgürlüğü, ahlaki Özerklik). İyi
isteme, doğrudan ve kendiliğinden İyi ve mutlak değeri olan; “dünyada,
dünyanın dışında bile; İyi bir istemden başka kayıtsız şartsız İyi
sayılabilecek hiçbir şey”dir. (Ahlak Metafiziğinin Temellmdirilıne-si).
İyi istemeyi belirleyen, aydınlatan ve açıklayan ödev kavramıdır. Kant iyi
islemenin ödevle bağlantısında insanın eylemlerini şöyle sınıflandırır: ödeve
aykırı olanlar, Ödeve uygun olanlar (eğilimden çıkan, ödevden çıkan). Ödev ve
bununla İlgili olarak erdem, ahlaklılık ve iyi İdelerinin deneyden bağımsız
olarak a p/ioıi gerçeklikleri vardır. Ödev idesinin deneyden bağımsız a pıioıi
geçerli oluşu ahlak yasası varsayımına dayanır ki, Kant’a göre ahlak yasası
“aklın bir faktumu (olgusu)”dur. Ayrıca ahlaki isteme eğilimlerden
gelen ve mutluluğa erişmeye çabalayan bir İstemeden temelde ve ilke olarak
bütünüyle başkadır. Çünkü ahlaki İsleme, yasa düşüncesiyle belirlenmiştir.
Yani duygulara, eğilimlere bakmaksızın sadece “ödev” olarak vardır
ve öyle yaşanır ki, ödevin severek yapılmasıyla, yasaya saygıdan dolayı yapılması
önemli değildir. Çünkü “Ahlak yasası dolaysız olarak istemeyi belirler”
(Pralİk Aklın Eleştirisi), Ödev kavramı nesnel olarak, eylemin yasaya
uygunluğunu ister; özne] olarak, yani maksimleri bakımından ise, -islemenin
yasayla belirlenmesinin lek yolu olarak- yasaya saygı ister.” Ödevin
kaynağı ise.
Kant’a göre, manevi
dünyaya ilişkin olan ve “doğanın mekanizminden bağımsız ve özgür”
olan kişiliğimizdir. Ahlâk Yasası (Kategorik Emperatif) kişiliğin özerklik
(otonomi), evrensellik. İnsan kişiliğine saygı ilkeleriyle iç içedir. İçimizde
bulunan ahlaki buyruk (yasa) kayıtsız, şartsız ve mutlaktır. Bu dünyada şarta
bağlı olmayan, İyi olan lek şey, iyi niyettir, yani “kendi çıkarımızı
gözetmeden ahlak yasasını izleme istemidir” Mutlu olup olmama değil,
ödevin yerine getirilmesi Önemlidir, ahlak yasası kendimizi nasıl mutlu
kılacağımızın Öğ-rclisi olduğundan, kendimizi özgür duymasay-dık, Ödev
kavramını kavramamız da mümkün olamazdı. Bu ise, yani evrensel yasa ve mutlak
buyruk (ahlak yasası) her insanda vardır. Böylece mutluluk, çıkar, zevk güdü
ve eğilimleri, ahlak yasasının Özünde yoktur; o sadece bir ödevdir. Kant’ın
ödev ahlakı ya da ödeve uygun davranışı şart koşan formel ahlakı, Kon-füçyüs
ahlakıyla da ilişkili sayılabilir. [4]
4- Personalisi Değer Ahlakı:
Daha çok Scheler,
belli oranda Hartmann’ın ahlak görüşleri personalisl ahlak içinde sayılır.
Schclcr ahlak felsefesini muhtevalı değerler ahlakı şeklinde ortaya koyarken,
Kant’ın formel ahlakı (ödev ahlak)’nın da eksikliğine dikkat çekmiş olmaktadır.
Ayrıca Scheler XX. yüzyılın relalivisl anlayışına karşı ahlakın mutlak şartsız
oluşunu belirterek “Değerler Ahlakını bu temele oturtmak ister.
Felsefesinde ve ahlak anlayışında kişi Önemli yer tutar. Ne sadece dış ve iç
algı, ne bilme ve isteme eylemi, ne de kendi üzerinde bilinç, lek başlarına
kişiyi oluşturabilirler. Kişi doğrudan doğruya olabilecek bütün eylem
çeşitlerini kapsayan bîr birliktir, “çeşidi eylemlerin somut
birvar-lık-birliğidir”, “yaşantıların birlikle yaşanılmış birliğidir.”
Kişi eylemlerini birlikte gerçekleştirdiğinde anlaşılır ki, bu da ancak sevgi
içinde olur, ancak sevgi kişinin öz varlığını ortaya koyabilir. İnsanı nesne
boyutuna indirgediğimizde, kişiliğini de ortadan kaldırmış oluruz. Bu bakımdan
ahlaki değerler kişinin salt sevgi eyleminde ortaya çıkarlar, dolayısıyla
kişinin ahlaki değerini, kişiyle sevgi eylemini birlikte gerçekleştirmekle,
onun sevdiği şeyi birlikte sevmekle kavrayabiliriz. Ona göre, tüm insanları
kişi olarak kabul etmek mümkün olmaz. Ahlakî bir kişiyi oluşturan dört unsurun
bir arada bulunması şarttır: Normal olma, ergin olma, kendisi ve bedeni
üzerinde egemen olma ve sorumluluk.
Platon felsefesinin
temel olarak İdeal dün-ya-reel dünya ayrımını yapan Hartman’a göre bu ayrılığı
giderecek varlık, İnsandır. İnsan ise, duyarlık dünyasıyla özgürlük dünyasını
bağdaştırabilir. Ahlak felsefesini bu bağlamda kuran Hartmann, değişmez,
öncesiz-sonra-sız bir ahlakî değerler alam kabul eder ki, en yüce değerler
ahlakî değerlerdir. Bir eylemin ahlakî sayılabilmesi için iki şartın bulunması
gerekir: Eylem Özgürce yapılmalı ve eylemde en yüksek değerler aşağı değerlere
üstün tutu-labilmelidir. Böylece ahlakî bakımdan eylemde bulunmak, daha iyiye
(yüceye) karar vermek demektir.
İslam’da ahlakın
mahiyeti ve niteliği Kur’an-ı Kerim’in hükümlerinde yer aldığına göre,
“İslam ahlakı” deyimini “Kuı’an ahlakı” şeklînde ifade
etmek gerekmektedir. Gerçekte HzAyşe’nin rivayet ettiği bir hadiste
Hz.-peygamber’in ahlakının Kuı’an ahlakı” olduğu belirtilmiştir {Müslim,
Müsafirin, 139). Bu bakımdan İslam ahlakının teorik yönü Kur’an’da (aynı
zamanda hadislerde), tam uygulanma örneği de Hz.Peygamber’in ahlakî
Şahsiyetinde somutlaşmaktadır. Nitekim Peygamberimiz: “Ben ancak ahlakî
faziletleri tamamlamak için gönderildim” buyurarak İslam-da ahlakın
önemine işaret etmişlerdir.
İslam’da ahlak edeb,
terbiye ve ahlaki güzellikleri kazanıp kötülüklerden kaçınmak, nefsin
tezkiyesi (temizlenmesi, ıslahı)’na ait davranışlardır. Bu, dinin öngördüğü
iyi bir kul olma esasını da güçlendirmektedir. Dolayısıyla insan her şeyden
önce nefsini terbiye etmeli, ona karşı olan görevlerini yerine getirmelidir. Bu
da nefsi koruma ve yüceltmedir, yani insanın her türlü maddi ve manevi
kötülüklerden korunması yanında; ikinci olarak, koruduğu bu nefsini
geliştirmek, olgunlaştırmak ve yüceltmektir. Bir başka söyleşiyle İslam’da ahlakın
konusu nefis kabul edilmekte, bu da insanın maddi ve manevi yönünü, yani beden
ve ruhunu ilgilendirmektedir. Böylece insanın beden ve ruh yönünden terbiye
edilmesi, ahlakın öngördüğü bir kişiliği kazanması amaçlanmaktadır. Nitekim
ahlak alanında ortaya konulan eserlere “Kitabü’l-âdab”,
“Tchzibü’l-ah-lak” veya “Mekaıimü’l-ahlak” isimlerinden birinin
konulması gelenek olmuştur. Bu anlamda İlk ahlak kitabları olarak Abdullah İbn
Mukaffa (723-759)’nm Sanskritçe’dcn çevirdiği Kelime ve Dinme ile Abdullah İbn
Müba-rek’in Kitabü ‘z-Zıi/u/’üdür.
Hadis ve hukuk
bilginlerinin yazdıkları ahlak kitaplarında genel olarak Kur’an ve Sün-net’te
belirtilen ahlakî emirler ve kuralların şerh edilmesi ve açıklanması esastır.
Allah’ın yüceliği, ihsan ettiği nimetlerin büyüklüğü karşısında hamd edilmesi,
Hz.Peygamber’e bağlılık yanında insanın bizzat kendisine, nefsine, ailesine,
çocuklarına, din kardeşlerine, Öteki İnsanlara vb. karşı görevleri belirtilir.
Nefsin (maddi ve manevi yönden) güzelleştirilmesi konusunda mümin ya da genel
olarak insanların yücelmesi, aklî olgunlaşması amaç olarak hedef
gösterilmektedir. Ayrıca buna paralel olarak, özellikle ruhun erdemle
güzelleştirilmesi kapsamında; sebat ve metanet, nefsine hakim olma, şecaat
veya cesaret, etvazu ve vakar, eşref ve haysiyet (izzet-i nefs) hilm, edeb ve
haya, doğruluk ve dürüstlük, iffet, sabır, cömertlik nitelikleri sayılmıştır.
Bu niteliklerin karşıtı olan yalan, hiyanet, karıştırıcılık, bozgunculuk,
utanmazlık, şerefsiz ve haysiyetsiz bir hayat yaşamak, sabırsızlık, cimrilik,
korkaklık vb. erdemsizliğe götüren nitelikler olarak tanımlanır ve açıklanır.
Öte yandan tasavvuf
ilkeleri ve öğretisi doğrultusunda ortaya konulmuş eserler de vardır ki,
bunlar ayrıca tevhid ve “mükaşefe” gibi konuları kendilerine
İnceleme alanı olarak seçerler. Bu eserler temel İtibariyle şu konuları ele
alırlar;
a) Allah’ın
emir ve yasaklarına teslim olma,
b) Allah ve
Peygamberin ahlakıyla do-nanıp olgunlaşma,
c) Masiva
(Allah’tan gayrı herşey)’dan kendini uzak tutma. Bu yönden bakıldığında
tasavvufî ahlakta nefis kavramı özel anlam ve Önem kazanmaktadır. Buna göre
nefsin şu mertebelere ayrılması mümkündür:
a) Nefs-İ
Emmare,
b) Nefs-İ
levvâme,
c) Nefs-i
muinime,
d) Nefs-i
mutmainne,
e) -Nefs-i
radiyye,
) Nefs-i
mardiyye. Nefs-i Em-mare’den kurtulup Nefsi mardiyye’ye erişmek dinin emir ve
yasaklarıyla Peygamberin sünneti aydınlığında mümkün olabilir. Bunun için
insanın “feragat ahlakı” denilebilecek bir ahlakî şahsiyet örneğini
gözetmesi şarttır.
Öte yandan düşünce
bakımından ahlâkın açıklanması ve yorumlanmasını yapmaya çalışan müslüman
düşünürlerin ahlak görüşleri ahlakın metafizik, psikloji, siyaset gibi alanlarla
ilişkisini belirleme bakımından dikkat çekicidir.
İslam ahlakı, kaynağı
bakımından yazılı geleneğe dayanmıştır. Bu yönüyle değerlendirildiğinde
zengin bir literatürün ortaya çıktığı söylenmelidir. Kur’an. Sünnet ve ilgili
bilim disiplinleri (Tefsir, Hadis, Fıkıh, Siyer) alanına giren kitaplar başta
olmak üzere, doğrudan ahlakı konu edinen eserler, İslam’ın erkenza-manlarından
günümüze kadar yazılagelmiştir. Abdullah b.Mübarck’in Kiiabü’z-zühd
ve’r-tv-kaik’i, Buhari’nİn el-Edebiı’l-müfred’i, Maver-di’nin Edebii’d-dihıya
ve’d-din’i, İbn Hazm’ın İlmu’l-ahlak (ya daRisaletü’l-ahlakf’ı, Muha-sibi’nin
er-Riâye% Ebu Talİb el-Mekki’nin Kutu’l’Kulûb’u, Gazalİ’nin İlıyâıı
ulûıni’d-din’i, Muhammed İbn Miskeveyh’İn Tehzi-bu’I-ahlük ve
taihi/ıt’l-â’râk’ı, Nasiruddin et— Tûsî’mWl/7/f/Aw/irîs//T”sİ; ve dolaylı
olarak Fa-rabi’nin İbn Sina’nın, İhvan-ı Safâ’nın Risalelerini sayabiliriz.
Yaygın bir okuyucuya
hîtab eden eserler arasında İbn Mİskeveyh, Gazali, Tûsî’nin eserlerinin etki
alanında değerlendirilen Adudiddin el-İci’nin Ahlak-ı Adudî’si, Celalüddİn
Dcvâ-ni’nin Ahtâk-ı Ceiali’si, Kınalızade Ali Efen-‘ninAhlâk-ı u/âi’si,
Feridüddin Auar’ın7W/-name’si, Sadi’nin Bostan’ı da zikredilmelidir.
Türkiye’de Meşrutiyet
ve sonrasında yayımlanan ahlakı konu edinen eserler arasmda Muslihiddin Adil
Bcy’in Malumat-ı Ahlakiye ve Medeniye’^, Mustafa Namık’ın Ahlâk”\,
Seyyİdi Bay’inAhlâk-ı
Dinİ’si, Hüseyin Remzi Bey’inAhlak-ı Hamide’û, İzmirli İsmail Hak-kı’nın İlm-i
Ahlak\ Ahmed Naim Bey’in İslam Ahlakının Esasları, Ahmed Hamdi Akseki’nin Ahlak
Deısle/i, Ömer Nasuhi Bilmen’in Yüksek İslam Ahlakı, Mehmed Zahİd Kotku’-nun
Tasavvufi Ahlak (5 cilt)’ı ve Mehmet AH Ayni’nin Ahlak Dasleri”ni sayabiliriz.
İsmail KILLIOĞLU[5]
[1] Sosyal Bilimler Ansiklopedisi, Risale Yayınları:
1/8-9.
[2] Sosyal Bilimler Ansiklopedisi, Risale Yayınları:
1/9-10.
[3] Sosyal Bilimler Ansiklopedisi, Risale Yayınları:
1/10-11.
[4] Sosyal Bilimler Ansiklopedisi, Risale Yayınları: 1/11.
[5] Sosyal Bilimler Ansiklopedisi, Risale Yayınları:
1/11-13.