Her insan, kendini diğer sosyal yapılardan ayıran temel özelliklere sahip belirli bir toplum içinde doğar. Her toplumun, kökleri uzun bir geçmişe dayalı belirli duygu, düşünce, tutum ve davranış kalıplarından oluşan özel bir kültürü vardır. Daha bebeklik döneminden itibaren birey, toplumun kültür özellikleriyle tanışır ve onları içselleştirerek zamanla toplumun bir üyesi olur. Din, kültürü düzenleyen ve şekillendiren en önemli kurumların başında gelir. Çocuğun kültürle tanışması, aynı zamanda din ile tanışması anlamına gelir. Bu tanışıklık, bir taraftan model aldığı kişilerin etkisiyle; bir taraftan toplumdaki dinî kurumlarla olan etkileşimiyle ve son olarak da eğitim yoluyla gerçekleşir.
Sosyal Öğrenme ve Din
Öğrenilen ve zamanla alışkanlık haline gelen her davranışın kişisel ve çevresel boyutları vardır. Dışarıdan gelip algılanan uyarıcılar, ancak zihinde düzenlenip değerlendirildiğinde davranış haline gelebilir. İnsan sürekli bilgi alan, öğrenen bir varlıktır. Öğrenmelerinin %80-82 kadarını görerek; %10-12 kadarını ise işiterek kendine mal eder. Görme ve işitmeye dayalı bilgilenmelerde, diğer insanları taklit etmenin payı oldukça büyüktür. Her insanın kişilik gelişiminde, özellikle taklit ettiği veya benzemeye çalıştığı belirli özdeşim örnekleri ve davranış modelleri vardır. Bunlar, başta anne- baba olmak üzere aile üyeleri; yakın arkadaşlar; ilgi alanına göre din, bilim, sanat, spor ve eğlence dünyasından sevilen ve sayılan bireylerdir. İnsanın kişilik ve kimliği, büyük ölçüde seçtiği modellerin görüş ve davranışlarından etkilenerek oluşur. Buna model alma yoluyla öğrenme denir. Sosyal çevrede gerçekleşen en yaygın öğrenme model alma; gözlemleyerek öğrenme, taklit, özdeşleşme ve içselleştirme süreçlerini birlikte ihtiva eder. Sosyal öğrenmede davranışın kazanılması ya da değiştirilmesinde, pekiştirmenin de özel bir yeri vardır. Ancak, insan sadece kendisini pekiştirmekle değil, bunun yanında başkalarının davranışlarını ve bu davranışların sonuçlarını gözlemleyerek dolaylı pekiştirmeler yoluyla da öğrenir
Teoriyle ilgili açıklamalar için Demirbaş ve arkadaşları tarafından kaleme alınan “Sosyal Öğrenme Teorisine Dayalı Öğretim Etkinlikleri…” başlıklı makaleyi, http://w3.gazi.edu.tr/web/muratde/m3.PDF adresinden okuyabilirsiniz.
Konun devamında cevap arayacağımız soru şudur: Sosyal öğrenme, dindarlığa kaynaklık edebilir mi? Dindarlıkta ve dinî davranışta sosyal öğrenmenin hangi boyutu en fazla etkindir?
Araştırmalara göre model ile öğrenme, yoğunluğu gelişim dönemlerine bağlı olarak değişmekle birlikte, hayatın her aşamasında geçerliliğini koruyan bir öğrenme biçimidir. Çocukluk döneminde en fazla taklit edilen ve özdeşleşilen modeller anne-babadır. Doğal olarak çocuk, daha bebekliğin başlarından itibaren duygusal yakınlıklarını derinden hissettiği ebeveynine yöneliktir. Güven ve sevgi esasına dayalı ilişkileri, zamanla çocuğun anne ve babasıyla özdeşleşmeyi; yani kendisini onlarla bir tutmayı beraberinde getirir. Özdeşleşmenin etkisiyle çocuk, anne babasının tüm davranışlarını taklit etmeye ve onlara uygun davranmaya çalışır. Böylece dinî davranışlar da çocuğun dünyasında yer bulmaya başlar. Konuyla ilgili yapılan araştırmaların tümünün ortak tespitine göre, dinî tutum ve davranışların temellenmesinde en etkili faktör, ilk çocukluk dönemindeki aile ilişkileridir.
Çocukta korunma ve bağlanma ihtiyacının ve merak duygusunun
güçlü olduğu; bu nedenle de ilk dinî etkilere açık ve istekli olduğu hususu, bilinen bir gerçektir Çocuk en yakını olarak anne-babasının söz ya da davranışlarını merakla izler ve çoğu zaman acemice tekrarlamaya çalışır. Bilindiği üzere çocuğun bu taklit çabaları, ebeveynlerin hoşuna gider ve sevgi gösterileriyle ödüllendirilir. Zamanla bunun farkına varan çocuk takdir ve onay kazanmak için dinî davranışlar da dâhil taklitlerini sıklaştırır ve daha özenli davranır. Böylece dinî kavram, söz ve uygulamalar yaygınlık kazanarak pekişir. Araştırmalara göre, çocuğun bulunduğu bir ortamda ibadetlerin yerine getirilmesi; çeşitli ödüllerle ibadetlere katılmaya özendirilmesi, dindarlığının temellenmesinde model davranışlar olarak büyük bir rol oynamaktadır. Bu noktada dikkat çekilen başlıca husus, namaz kılma, dua etme ya da Kur’an okuma gibi ibadetler yerine getirilirken bunların beğenilen, takdir edilen iyi bir davranış biçimi olarak yüceltilen davranışlar halinde ortaya konmasıdır.
Artan yaşla birlikte çocuğun anne-babasından bağımsızlaşıp arkadaş gruplarına yönelmesi, model anlayışında da farklılaşmalara yol açar. Çocuğun özdeşim örnekleri değişir. Anne-babanın model etkisi güç kaybeder, yeni modeller güç kazanır. İlkokul yıllarında başta arkadaşlar olmak üzere, öğretmenler, medyada sıkça gündeme gelen çeşitli meslekten ünlüler, yeni özdeşim örneklerini teşkil edebilir. Araştırmalara göre ergenlik döneminde en güçlü model, akranlardır. Bu dönemin ayırıcı özelliği olarak ergenin biyolojik, psikolojik ve sosyal hayatında kritik değişmeler gündeme gelir. Ergen, çocuk ile yetişkinlik arasında sıkışmış bir psikoloji yaşar. Her
konuda zihnini meşgul eden soruları vardır ve bu nedenle ciddi bir rehberlik ihtiyacı duyar. Sorunlarını genellikle akranlarıyla paylaşır. Onlardan bilgi almaya çalışır.
Bu dönemin ayırıcı niteliklerinden bir diğeri, ergenin etrafındaki çeşitliliğin farkına varmasıdır. Bu fark ediş, onu kendi kabullerinin doğru olup olmadığıyla ilgili sorgulamaya yöneltir. Bu arada dinî kabullerini de sorgular. İşte bu noktada dinî modeller yeniden önem kazanır. Yapılan bir araştırmaya göre özellikle çocukluk döneminde olumlu bir dinî gelişim yaşayanlar, ergenlik döneminde, en fazla dinî açıdan güvendikleri modellere yönelmektedirler. Bu yönelişin amacı, sadece ergenin açıklayamadığı metafizik sorulara cevap bulmak ya da dinî sorunlara çözüm aramak değil; aynı zamanda belirli bir kimlik yapısı ve hayat görüşü geliştirmede uygun davranış kalıpları bulmak amacını da taşımaktadır.
Kişilik ve kimlik gelişiminde din ve dinî modellerin rolüyle ilgili açıklamalar için A. Ulvi Mehmedoğlu’nun Kişilik ve Din Kitabı ile Naci Kula’nın Kimlik ve Din adlı kitabının ilgili bölümlerini okuyunuz.
Dindarlığın temellenmesi ve gelişmesinde en önemli sosyal öğrenme imkânlarından birisi, kuşkusuz vakıf, dernek, cemaat gibi teşekküllerin oluşturduğu dinî gruplardır. Dinî gruplar, öne sürdükleri kişilik ve davranış modelleriyle üyelerinin dinî yaşantılarını doğrudan etkiler. Bu tür grupların aidiyet, kimlik, bilgilenme gibi pek çok ihtiyacın din bağlamında giderilmesinde önemli bir boşluğu doldurduğu, araştırmalarla tescil edilmektedir. Sonuç olarak birey, hayatı boyunca toplumda süregelen dinî ilişkilerden, dolaylı ya da dolaysız etkilenir. Dine ihtiyaç duyup duymamasına bağlı olarak din ve dindarlarla bağlantısını sürdürür; çevreden etkilendiği gibi çevresini de etkiler.
Toplumsallaşma ve Din
En basit tanımıyla toplumsallaşma, insanın zamanla birlikte toplumun bir üyesi haline gelmesidir. Toplumsallaşma, bireyin belirli bir toplumsal çevrede kişilik kazanması, toplumla bütünleşmesidir. Sosyolojik bir kavram olarak toplumsallaşma; yaşamını devam ettirebilmek için yardıma ihtiyaç duyan insanın, içinde doğduğu topluma uyum sağlama sürecidir. Bu süreç içinde insan, içine doğduğu toplumun kültürel değerlerini öğrenir ve kendine mal eder. Toplumsallaşmada tüm ilişkiler, kültürel unsurlar üzerinden sağlanır.
Her toplumun kendini diğerlerinden ayıran özel bir kültürü mevcuttur. Sosyolojik bir olgu olarak kültür, en geniş anlamıyla bir yaşam biçimi olup bir topluma has tüm ifade ve etkileşim şekillerini içerir. Bu anlamda o, insanın toplum içerisinde yapıp ettiklerinin toplamı sayılır. Kültür, toplumun binlerce yıldan beri oluşturduğu ortak amaçların, beklentilerin, değerlerin, inançların, duygu ve düşüncelerin; kısaca ortak değer ve davranış kalıplarının depolanıp saklandığı bir tür toplumsal bellek olarak da kabul edilebilir. Bu toplumsal bellekte, sonraki kuşakları aşılayacak özel bir kültür mayası korunur.
Kültürün sonraki kuşaklara aktarılması kültürleme ile olur. Kültürleme, toplumların kendisini oluşturan bireylere belli bir kültürü aktarma, kazandırma eylemidir. Bu süreçte toplumun istediği insanı eğitme; onu
denetim altında tutarak kültürel birlik ve beraberliği sağlama; bu yolla da toplumsal barış ve huzuru sağlama hedeflenir.
Toplumsallaşma ve kültür kavramlarının tanımı ve boyutları için, http://www.historicalsense.com/Archive/Fener64_1.htmadresinde yer alan bilgileri okuyunuz.
Her kültür, biri somut ya da maddi, diğeri soyut ya da manevi olmak üzere iki temel yapıdan oluşur. Kültürün maddi yapısında toplanan öğeler, köprüler, kervansaraylar, camiler, müzik aletleri vb. sanat, mimari ve edebiyat eserlerinden oluşur. Giyim-kuşamla ilgili öğeler ile günlük hayatta kullanılan çeşitli araç ve gereçler de maddi kültür öğeleridir. Manevi kültür yapısı; dil, ahlak kuralları, din, estetik anlayışlar, örf ve adetler, gelenek ve görenekler, düşünce eserleri, tarih bilinci vb. öğelerinden oluşur.
Din, kültürü oluşturan, zenginleştiren ve koruyan önemli bir öğedir. Dinin en büyük işlevi, kültürü tutarlı ve güçlü bir sistem etrafında bütünleştirmesidir. Esasen din, kültürün içinde bir parça değil, onu aşan ve organize eden çok daha güçlü bir değerler sistemidir. Öyle ki, din birçok milli kültürü birbirine bağlayabilir ve bütünleştirebilir. Örneğin İslam kültürü, doğudan batıya ve kuzeyden güneye pek çok milletin kültürü için şemsiye görevi görür ve birbirine bağlar. Bu anlamda Müslüman kavramı, Türk, Arap, Mısırlı, İranlı gibi kimliklerin üzerinde bir üst kimlik ifade eder.
Her kültür, inanılan dinin izlerini taşır. Kültürün ayrılmaz bir öğesi olan din, diğer kültür öğeleri üzerinde büyük bir etkiye sahiptir. Hepsinin yapısında dinin izleri mevcuttur. Bu izleri somut olarak, ibadethanelerde, tarihi eserlerde ya da sanat eserleri üzerinde süsleme ve işleme olarak görmek mümkündür. Bunlar bazen resimler, bazen de yazılar halinde aktarılır. Aynı şekilde dinin soyut ya da manevi izleri de; dinî ve edebî törenlerde, örf ve ananelerde kutsal metinleri okuma, ilahiler, dualar şeklinde icra edilen uygulamalar olarak görülebilir. Kişilik toplum içerisinde geliştiğine göre acaba kişisel dindarlığı toplumsal öğeler mi oluşturur. Bu öğelerin insanın dindarlaşmasındaki yeri ve fonksiyonu nedir? Bu soruya, insanın kültürel öğelerle ilişkisinden hareketle cevap vermek mümkün görünmektedir.
İnsan kişiliği, toplum ve kültürün oluşturup biçimlendirdiği bir yapıdır. Kişiliğin iki temel bölümünden birisi olan karakter, bireyin toplumla olan ilişkileri sonucu kazanmış olduğu sosyal, dinî ve ahlakî değerlerin uyumlu bir bütününden ibarettir. Bu kişilik yapısı, davranışların doğru ya da yanlış, iyi ya da kötü olduğunu belirler ve bireyde otokontrol sağlar. Dinî-ahlakî bir karakter kısa bir sürede gelişmez. Çocukluğun ilk yıllarında başlar; başka insanlarla ve kültürel öğelerle etkileşim sonucunda olgunlaşır ve hayat boyunca değişip gelişmeye devam eder.