Sosyoloji

Zygmunt Bauman – Küreselleşme

Zygmunt
Bauman – Küreselleşme

Toplumsalın
Sonuçları

Dünyanın kaçamayacağı kaderi = Küreselleşme (!)

(Moda sözcükler)

Şeffaflaştırdıklarını iddia ettikleri deneyimler ne
kadar çok olursa, sözcüklerin kendisi o denli bulanıklaşır.

Bu kitap, küreselleşme fenomeni hakkında, görünenin
ötesinde bir şeyler olduğunu gösterme çabasıdır.

Küreselleşme ne kadar birleştirirse o kadar böler.

…yerkürenin tek tipliliğini teşvik etme nedenleriyle
bölme nedenleri özdeştir. (s. 8)

Küreselleşmiş bir dünyada yerel kalmak, toplumsal
sefaletin ve alçalmanın bir göstergesidir. (s. 9)

(Kitabın özeti s. 10-11)

Birinci bölüm, zaman ve mekânın tarih boyunca
değişkenlik gösteren doğası ile toplumsal örgütlenmenin kalıp ve ölçüsü
arasındaki bağı ele alıyor.

(yani) …toprak ağası olup da mülkünden uzakta
yaşama(yı).

Ortak mekânın anlamını tanımlama ve uygulama hakkı
için verilen modern savaşların hangi aşamaları izlediği bu kitabın ikinci
bölümünün konusudur.

Üçüncü bölüm, siyasal egemenler (hakkında)

Dördüncü bölüm, (yaşanan) değişimlerin kültürel
sonuçlarının bir listesini çıkarıyor.

Hareket halinde olmak (turistler ve aylaklar)

Son bölüm, bu kutuplaşmanın (küresel/yerel) en uç
ifadelerini (-kutup olarak mahkûmları ele alıyor)

…modern uygarlığımızın sorunu, kendini sorgulamayı
bir yana bırakmış olmasıdır.

…yanlış sorular sormak, çoğu kez gözlerin gerçekten
önemli meselelerden başka yönlere çevrilmesine hizmet eder. Sessizliğin bedeli
insan ıstıraplarıyla ödenir.

“Bir şirket,

…ona yatırım yapan insanlara aittir (bir ülke de ona
yatırım yapanlara aittir).” Denis Duclos (s. 13)

Uzaklık

…toplumsal bir üründür.

Mesafe kat ediş hızına bağlı olarak değişir.

Yakın,

Bildik olan şeydir.

Uzak,

İçinde kişinin öngöremediği ya da kavrayamadığı
şeylerin meydana geldiği ve o zaman da nasıl tepki vereceğini bilemediği bir
mekândır.

Uzakta olmak, sıkıntı içinde olmak demektir. (s. 21)

…ucuz iletişim

Hafızayı besleyip sağlamlaştırmaktan çok, hafızanın
üzerine akın ederek onu boğmaktadır (enformasyonun sürekli ve çok fazla olması
boşuna değil!). (s. 24)

Mekân,
işlenmiş/merkezileştirilmiş/örgütlenmiş/normalleştirilmiş hale geldi

Mekânı örgütleyen şeyler teknik kapasite, tekniğin
eylem hızı ve kullanım maliyeti oldu. (Bu tür mekânlar) Tanrı kerameti değil,
inşa edilmiştir; doğal değil yapaydır. (s. 25)

“Hıristiyanlar cenneti maddi dünyanın kaosu ve
kokuşmuşluğunun ötesinde, idealleştirilmiş bir âlem olarak hayal ettilerse,

Günümüz siber-mekân misyonerleri de kendi âlemlerini
maddi dünyanın sorunları “üzerinde” ve “ötesinde” bir yer olarak sunuyorlar.
İlk Hıristiyanlar cenneti insan ruhunun bedeninin zaaflarından ve
yanılgılarından kurtulacağı bir âlem olarak tanıtırken, siber-mekânın
savunucuları ise siber-mekânı benliğin fiziksel bedenin sınırlarında
kurtulacağı bir yer olarak ayakta alkışlıyorlar.” Margaret Wertheim (s. 27)

Siber-mekânda bedenlerin önemi yoktur, ama
bedenlerin hayatında siber-mekânın kesin ve vazgeçilmez bir önemi vardır. (s.
28)

Sibernetik farklılaşma

…dikbaşlı tutum dikbaşlılık yerine uysallıkla
karşılanırsa, büyük ihtimalle bu uysallık daha fazla dikbaşlılık doğuracaktır,
daha fazla dikbaşlılık da karşılığında daha fazla uysallığa yol açacaktır.

Bunu da her zaman sistemin çökmesi izleyecektir. (s.
31)

Modernleşme, başka şeylerin yanı sıra, insanların
dünyasını cemaatler üstü devlet yönetimi için elverişli hale getirmek demekti.
(s. 42)

Mekân yönetimi açısından bakıldığında modernleşme,
haritacılık haklarının tekele bağlanmasıdır. (s. 49)

…geleceğin parlak şehri, bildiğimiz sokakların ölümü
olacaktır.

Parlak Şehir’in binaları gibi yolları da belirli
görevlere tahsis edilecektir; yolların tek görevi trafiği sağlamak, yani
insanları ve malları, işlevsel olarak birbirinden ayırt edilmiş yerlerin
birinden diğerine taşımak olacaktır ve bu tek işlev, amaçsız, aylak, boş
gezenlerin ya da sadece tesadüfen gelip geçenlerin neden olduğu mevcut
sıkıntıların hepsini tümden giderecektir. (s. 52)

Biz duygusu…

…göz önündeki herkesin tekdüze benzerliğiyle emniyet
altına alınan eşitlik yanılsamasında aranır.

Tek biçimlilik uyumluluğu besler; uyumluluğun öteki
yüzü ise hoşgörüsüzlüktür. (s. 56)

Çağdaş korkular…

…içerideki düşmana odaklanır. (s. 57)

Komşuları sevmek ya da onlardan nefret etmek artık
mesele değildir. Komşulardan uzak durmak bu ikilemin icabına bakacak ve seçim
yapmayı gereksiz kılacaktır. (s. 58)

…seyretme eylemi seyredenleri yerelliklerinden
koparır; onları, bedensel olarak yerlerinde kalsalar bile, en azından tinsel
olarak, uzaklığın artık bir mesele olmadığı siber-mekâna taşır. (s. 62)

Küreselleşme, Jowitt’in “yeni dünya düzensizliği”nin
başka adıdır. (s. 69)

Küreselleşme sahnesine çıktığında devlet striptiz
yapmaya başlar, gösterisinin sonunda üzerinde yalnızca çıplak acil ihtiyaçları,
yani baskı güçleri kalır. Maddi temeli tahrip olmuş, egemenliği ve bağımsızlığı
iptal edilmiş, politik sıfatı silinip kaybolmuş ulus devlet, mega şirketlerin
basit bir güvenlik birimi haline gelir…

Dünyanın yeni efendilerinin doğrudan yönetmeye
ihtiyacı yoktur. Ulusal hükûmetler onlar adına işleri yoluna koyma görevini
üstlenmiştir.
(s. 77)

…devletin ekonomik yaşamla ilgili hiçbir şeye
dokunmasına izin verilmemektedir. Bu yöndeki herhangi bir girişim, anında
karşısında dünya piyasalarının öfkeli cezai yaptırımlarını bulacaktır.

…sırf spekülatif dövizler arası işlemlerinin günlük
toplam hacmi 1.300 milyar dolara erişmiştir (rakamlar 1997 yılına ait!); bu
miktar, ticari mübadele hacminin elli katıdır ve neredeyse tüm dünyadaki “merkez
bankaları”nın rezervlerinin 1.500 milyar dolarlık hacmine eşittir. Passet’nin
vardığı sonuç şudur: “Bu yüzden, hiçbir devlet, “piyasaların” spekülatif
baskılarına birkaç günden fazla dayanamaz.”
(s.
78)

Zenginlik küresel, sefalet ise yereldir.

Zamanı ve mekânı fiilen ortadan kaldıran teknolojiler,
mekânı çok kısa sürede soyup yoksullaştırırlar. (s. 86)

“Yoksulluğa çare bulunamaz; çünkü o kapitalizm
hastalığının bir septomu değil tam tersine, kapitalizmin sağlıklı ve gürbüz
olduğunun, giderek daha büyük birikimi ve çabayı teşvik ettiğinin kanıtıdır.”
Jeremy Seabrook

Toplumumuz bir tüketim toplumudur. (s. 92)

Toplumumuzun üyelerine dayattığı norm, bu rolü
oynama kabiliyeti ve istekliliğidir. (s. 92/93)

Tüketim toplumu kültürü, öğrenmeyle değil,
ekseriyetle unutmayla ilgilidir. (s. 94)

“Arzu, tatmini arzulamaz. Tam tersine, arzu arzuyu
arzular.” Mark C. Taylor & Esa Saarinen

Tüketme kapasitelerini artırmak için, tüketicilere
hiçbir zaman soluklanma fırsatı tanınmamalıdır (Windows 3/5/7/8…vs.). (s. 96)

…uygun niteliklere, yeterli ailevi kaynaklara ya da
yeterli birikime sahip olmayan insanların işverenler tarafından çok daha fazla
sömürülmesi… (s. 103) (bu da eğitim sistemimizin temel düsturu oluyor).

Singapur, Tokyo, Paris vs.

Oralar yabancı yerler değil, ama ev de değil(!). (s.
104)

Turist seyahat eder, çünkü bunu ister; aylaklar
seyahat eder, çünkü katlanılabilir başka seçenekleri yoktur. (s. 106)

Mekânsal sınırlama

Hapis uygulamaları, …her çağda, nüfusun massedilmeyen,
kontrol edilmesi güç ve aksi halde sıkıntı doğurmaya yatkın kesimleriyle baş
etmenin birincil yöntemi olmuştur. (s. 120)

Uluslararası Para Fonu ve Dünya Bankası yöneticileri
Hong Kong’da yaptıkları Eylül 1997 tarihli yıllık toplantıda Alman ve
Fransızların daha çok insanı iş sahibi yapma yöntemlerini sert bir üslupla
eleştirdiler. Onlara göre, böylesi çabalar “emek piyasasının esnekliği”nin
ruhuna ters düşüyordu. (s. 127)

…ceza sistemi toplumun tepesine değil tabanına darbe
indirir.

Nedenlerden

Birincisi

…belli bir türdeki bir düzeni korumakla ilgilenen
yasa koyucuların bir bakıma ayıklama niyetidir.

Tüm ulusu, ulusun tüm kaynaklarını soyup soğana
çevirmenin adı “serbest ticareti desteklemek”tir. (s. 138)

…vergi kaçakçıları ve zimmetine para geçirenler için
mahkeme dışı uzlaşma, yankesicilere ya da hırsızlara kıyasla sonsuz büyüklükte
bir ihtimaldir.

…yerel düzenlerin aktörleri küresel güçlerin
üstünlüğünün öylesine farkındadırlar ki, bu noktaya varmayı bir başarı olarak
değerlendirirler.

…tepedekilerin suçları söz konusu olduğunda
kamuoyunun uyanıklığı en iyi halde dağınık ve anlık, en kötüsünde ise hiç
yoktur.

Yüksek düzeydeki dolandırıcılık davalarında cereyan
edenler, sıradan gazete okurlarının entelektüel kapasitelerini aşar; ayrıca
basit hırsızların ve katillerin davalarını böylesine ilginç bir seyirlik olaya
dönüştüren feci dramları da içermezler.

Tepedeki suça ilişkin bir şeyler yapar görünmekten elde
edilebilecek pek fazla siyasi sermaye yoktur. (s. 139/140)

…oysa araba hırsızları, gaspçılar ya da tecavüzcüler
ve yasa ve düzenden sorumlu olup da bunları ait oldukları yere, yani
hapishaneye tıkmakta çok gevşek ya da merhametli davrananlar söz konusu
olduğunda kamuoyundan öfke çığlıkları yükselir.

Donald Clammer 1940 yılında “mahpuslaştırma”
terimini türetmiştir. Clammer’in tespitlerine göre, cezaevlerinde yatanlar,
onları öncesine kıyasla hapishane duvarları dışındaki hayata daha az uygun ve
gündelik hayatın kural ve gereklerini izlemeyi daha az becerebilen insanlar
haline getiren son derece özgün bir hapishane kültürü edinirler.

Hapishane, Clammer’in kanaatine göre bir suç
okuludur. (s. 141/142)

Globalization

Türkçeleştiren: Abdullah Yılmaz

Ayrıntı Yayınları

İkinci Baskı, 2006 

İlgili Makaleler