ZULÜM
Zulüm mefhumu Kur’an-ı
Kerim’de çok geniş yer tutan bir kavramdır. Bu kavram iman ve amel bakımından
geniş manalar ihtiva eder. Tespitimizde yanılmamışsak, zulüm ve müştakları
Kur’an’da 280’den fazla geçmektedir. Bu sayıya zulüm manasında kullanılan diğer
kelimeler dahil değildir.
Arap dilinde en eski
lügatçilerden birisi olan Ibni Fâris (395/1004), zulmün iki kök manası
bulunduğunu, bunlardan birincisinin, ziya ve nurun aksini, diğerinin de,
“Bir şeyi yerinden başka yere koymak” anlamım ifâde ettiğini
belirtir. Bu manadan olmak üzere Arapların “Babasına benzeyen
zul-metmemiştir” manasındaki atasözlerini örnek verir. Bu ikinci anlam,
“Bir şeyi kendi yerine koymamak veya yerinden başka yere koymak”,
zulüm için, hemen hemen bütün klasik Arap I üga iç ilerince ortak mana kabul edilir.
O halde “Ya bir noksan, ya bir ilâve yahut vaktini ve yerini değiştirmek
suretiyle bir şeyi kendisine mahsus yerden başka bir yere koymaktır”
zulüm.
Bir şeyi kendi yerine
koymamak, hak yemek, eksik yapmak, haddi aşmak, söz ve fiilde aşırılık, cevr,
sitem ve işkence manalarına gelen zulüm, Türkçe’de en geniş şekilde
“haksızlık” kelimesiyle ifade edilebi-
lir. “(…)
Onların kıl kadar hakkı yenmez (Lâ yuzlemûne fetflâ)” (Nisa, 49);
“Her iki bahçe de yemişini vermiş, ondan hiç bir şeyi eksik etmemişti
(…)” (Kehf, 33); “Aralarında adaletle hükmedilir, asla haksızlığa
uğratılmazlar (Lâ yuzlemûn)” (Yunus, 54) ayetlerinde bu manalar açıkça
anlaşılmaktadır.
Kur’an’da Zulüm manası ifâde eden diğer kelimeler
Kur’ân-ı Kerim’de
zulmün değişik tondaki manalarını ifade eden bir takım başka kelimeler de
geçer. Bunları aşağıdaki şekilde sıralamak mümkündür.
Bİ gayri hak
“Haksız
yere” manasına gelen bu terkip, zulümle aynı manada pek çok ayette geçer.
(Bakara, 61; Âl-i îmrân, 21,112,181,155; En’âm, 93; A’raf, 33,146; Kasas, 39;
Fussi-let, 15; Şûra, 42; Yûnus, 23; Hac, 40; Mü’min, 75)
Bağy
Haksızlık, azgınlık,
her türlü tecavüz, haddi aşma, aşırılık muhtevalarında zulüm manasına gelir.
(Bakara, 173; En’âm, 145-146; Nahl, 90,115; Kasas, 76; Sâd, 22,24; Şûra,
28,39,42; Hucurât, 9)
‘Adv, Adî, l’teda, Ya’tedî, Mu’tedî
Bu kelimeler, haddi
aşmak, hakka tecavüz etmek, hakkı ve Allah’ın sınırlarını çiğnemek ve
haksızlık manalarında zulüm anlamı ifade eder (Bakara, 229; Yûnus, 90; Talâk,
1)
İsraf ve Müsrif
Haddi aşmak, aşırı
gitmek ve haddi aşan ve taşkınlık eden manalarında zulmün ifade alanlarına
girmektedir. (Zümer, 53; Mü’min, 28 gibi.)
‘Azâb, ‘Azzebe
Zulmün ileri
vardırılmış bir şekli olan işkence ve işkence etmek manasında bu kelimeler de
zulüm manasında geçmektedir. (A’raf, 141; Yûsuf, 25; Tâhâ, 47; Kehf, 87;
İbrahim, 6; Ankebût, 10; Sâd, 41; Nemi, 21; Nûr,2)
Eza ve Fitne
Yer yer bu iki kelime
de Kur’an’da işkence derecesine varan zulüm manasında geçer: (Âl-i îmrân,
195; Burûc, 10; Yûnus, 83; Nahl, 110; Ankebût, 10.)
Zulmün Cahİliye Anlayışındaki Yeri
Cahiliye Arapları
zulmü, zahiren “Hiç sebep yokken yapılan bir haksızlık veya kötülük
olarak” kabul etmiş olabilirler. Bu itibarla kendi içinde bulundukları
zulmün farkında değillerdi. Allah’a şirk koşmanın büyük bir zulüm olduğunu
kavrayanı ıyorlar-dı. Bu anlayış türünden olmak üzere Kur’an bize, Hz.
İbrahim’in putları kırmasının, put-perestlerce bir zulüm olarak nitelendiğini
haber verir. (Enbiyâ, 59)
Fir’avn’ın İsrail
oğullarını köleleştirmesi, köleliğe alıştırması, onlara erkek çocuklarını
öldürüp kız çocuklarını sağ bırakmaya kadar varan zulümleri, Fir’avn
tarafından normal bir durum olarak takdim edilir ve bu fiilî zulüm hâline karşı
çıkan Hz. Musa, fitne çıkaran bir nankör olarak nitelenir. (Şu-arâ, 18-19)
Meselenin hakikatini Hz. Musa, şöyle çözüverir: “O başıma kaktığın ni’met
de tsrâil oğullarını köle yapman (yüzündendir.” (Şuarâ. 22)
Öncekilerden görülen
düşünce ve davranışlar, çoğu zaman taklitle benimsenir, doğru ve yanlışlığı
kalabalık halk kitleleri tarafından farkedilmez hâle gelir. Çoğunluk
atalarının izinde olmayı yani alışkanlıklarını bir haklılık sebebi olarak
ileri sürer. Artık çok ender bazı fıtratı bozulmamış kafalar, bu müştereklerin
doğru veya yanlışlığını muhakeme konusu yapabilir ki bunların başında
elbetteki en büyük inkılâpçı şahsiyetler olan peygamberler gelir. (Bakara,
170)
Cahiliye düşüncesinde
zulmün tabiî bir icraat olarak kabul edildiği de anlaşılabilir. Çünkü baskın ve
talanlarda ele geçirilen mal ve canı meşru bir mülk kabul eden bir zihniyet
için bu durum pek de garip sayılmayabilir. Nitekim cahiliye Arap şiirlerinde
zulmü normal gösteren izlere rastlana-bilmektedir. Şair Mütenebbî (354/915)
şöyle der “Zulüm beşerî nefislerin fıtratında mevcut bir hususiyettir.
Arada müstesna olarak bir iffet sahibi geçinen bulur ve görürsen, elbette onun
da bir maksadı ve menfaati vardır da ondan zulmetmiyordur” anlamındaki
beytiyle bu cahiliye zihniyetini gayet güzel ortaya koymuştur.
Yine cahiliye
anlayışında ister haklı ister haksız olsun, yakın akrabasını kayırma duygusu
vardır, (el-hamiyyetü’1-câhiliyye)
Bütün mefhumları Allah
indindeki hakikî ve aslî manalarına kavuşturan İslâm, zulüm mefhumuna da
gerçek manalarını yüklemiştir. İşte biz bu madde boyunca zulmün hakikî manasım
Kitap ve Sünnete göre ortaya koymaya çalışıyoruz. İşte bu ölçüler dahilinde
zulmün ve zalimin kimler olduğunu bir bir göreceğiz.
Zulmün Çeşitleri
Bazı alimler zulmü,
geniş bir tasnifle üç gruba ayırmışlardır:
1- İnsan ile Allah arasında olan zulümdür ki, en büyüğü
küfür, şirk ve nifaktır.
2- İnsanla insan arasındaki zulümdür ki, insanların
kendi hemcinslerine karşı işledikleri suçlar, günahlar ve hak-
sızlıklardır.
3- İnsanın kendi kendisine zul-metmesidir ki, insanın
itikadı ve amel! her türlü yersiz ve haksız davranışı aslında ve öncelikle
kendi canına yazık etmesidir (Nah!, 33). Çünkü her yaptığının hesabım
verecektir.
Biz bu taksimden biraz
farklı olarak zulmü, aşağıdaki şekilde ele alacağız:
İnanca Zulüm
İtikadı konuların
başında şüphesiz ki Allah inancı gelir. Allah’ın zât, sıfat ve fiillerinde
eşi ve benzeri yoktur. İnsanın Allah inancı İslâm’ın tanıttığı şekilde olursa,
o kimse şirkten kurtulur. İslâm’ın tanıttığı şekilde Allah’ı tanıyamamak
insanı şirkten kurtaramaz. Şirk ise en büyiik zulümdür. Lokman (a.s.), oğluna
öğüt vererek demişti ki: “Yavrum, Allah’a ortak koşma, çünkü şirk büyük
bir zulümdür.” (Lokman, 13) “îman edip de imanlarına zulüm karıştırmayanlar
(var ya), işte korkudan emin olmak onların hakkıdır ve doğru yolu bulanlar da
onlardır.” (En’am, 82) ayeti inince, ashabın nefislerine bu ayet ağır
gelmiş de “Hangimiz nefislerine zulmetmez?” demişlerdi. Bunun
üzerine Cenâb-ı Allah, “Şüphesiz ki şirk büyük bir zulümdür.”
(Lokman, 13) ayetini inzal etmişti. Yani bu zulümle şirkin kasdedildiği
açıklanmıştır.
Kur’an’da ayrıca,
ulûhiyeti inkâr zulüm olarak nitelendiği gibi (Şuarâ, 10; Kasas, 40,50),
ulûhiyet iddia etmek de zulüm olarak nitelenir.(Enbiyâ, 29; Nâziât, 24) Çünkü
bu kâinatın yaratıcısının hukukuna bir tecavüzdür. Bundan dolayı yine Kur’an’da
Nemrud’un inkârı (Bakara, 258), İsrail oğullarının buzağıya tapmaları (Bakara,
51, 92; A’raf, 148, 150), inkârında direnmek
(Isra, 99), putlara
tapmak (ÂI-i İmrân, 127-128,151; Hac, 71), münafıklık (Tevbe, 47, 107, 109;
Haşr, 16-17), Hristiyanlık hep şirk ve zulüm olarak tanıtılmıştır. (Mâide, 72)
Kur’an’da Allah’ın
ayetlerini inkâr da zulüm olarak tanıtılır: Ayetlere zulüm, Kur’an’a ve
Kur’an’dan önceki kitaplara inanmamak (Araf, 176-177; Sebe’, 31), Allah’ın
vahiy olarak indirdiği daha önceki sözlerini değiştirmek (Bakara, 59; A’raf,
162), kibirlerinden Allah’ın ayetlerini yalan saymak (A’raf, 40), onlan bile
bile inkâr etmek (Ankebût, 49) ve Allah’ın ayetleriyle alay etmek hep bu
inançta zulüm cümlesinden sayılır. (En’am, 68)
Allah’ın
peygamberlerini doğrulayıcı mu’cizelerini inkâr etmek (A’raf, 103; En-fal, 54),
mucizelere sihir (büyü) demek (İs-ra, 59; Kasas, 36-37) de hep zulüm olarak
lavsif edilmiştir.
Kendisine vahiy
geldiğini Öne sürerek sahte peygamberlik İddiasında bulunmak da inanç sahasında
cereyan eden bir zulüm çeşididir. (En’am,21,93; A’raf, 37)
İman konularından bir
veya birkaçının inkârı da Kur’an’da zulüm olarak tanıtılmıştır. Peygamberliğe
ve peygamberlere inanmamak ve onlarla alay etmek (NahI, 113; İsrâ, 47; Furkan,
8, 27,37), Kitaplara inanmamak (Yûnus, 39; Ahkâf, 10), Kıyamet ve ahireti
inkâr etmek (Kehf, 37; Meryem, 38-39), irtidat etmek (Âl-i İmran, 86), Allah’ın
kudretinden tereddüt etmek (En’am, 57-58), kâfirleri dost edinmek (Tevbe, 23),
“Şu helâldir, şu haramdır.” şeklinde kendiliğinden hüküm koymak
(Nahl, 116-118) Kur’an’a göre zulümdür ve bu inancın sahipleri de zalimdirler.
Kur’an’da Zulüm Olarak Gösterilen Fiiller
Zulüm kavramı
Kur’an’da çok geniş bir kullanım alanına sahiptir. Amelî sahada her nevi büyük
ve küçük günahlar zulüm olarak nitelenebilmektedir. Peygamberlerin
zelle-lerinden tutun da (Bakara, 35) kebâir denilen büyük günahlara kadar
zulüm ismi kullanılabilmektedir. Elbette bunlar arasında derece ve mahiyet bakımından
çok farklar bulunduğu için, sorumluluk ve cezalan da farklı farklı olacaktır.
Kısaca haksız ve yersiz her türlü inanç ve amel zulüm olduğu için, Taberî’nin
dediği gibi bu geniş mana bütün Kitaba yayılan değişik anlamlardadır.
Allah yolundan men etmek
(A’raf, 44-45), adam öldürmek (Mâide, 29), hırsızlık etmek (Yûsuf, 75),
erkeklere yaklaşmak (homoseksüellik), yol kesmek ve kötülük işlemek (Ankebût,
29-31), yetim malı yemek (Nisa, 10), haksız yere başkalarının malını yemek
(Nisa, 29-30), namusa hainlik etmek (Yûsuf, 23), suçludan başkasını
cezalandırmak (Yûsuf, 78-79), Allah’a yalan isnat etmek (Âl-i îmran, 94),
cürüm ve suç işlemek (A’raf, 165), Allah’ın indirdiği ahkâm ile ile hükmetmemek
(Mâide, 45), Allah’ın layin ettiği sınırlan çiğneyip geçmek (Bakara, 229;
Talak, 1), Allah’ı bu dünyada açıktan görmek istemek (Nisa, 153), kâfirleri
sevip onları dost edinmek (Tevbe, 23; Mümtehine, 9) ve onların hatırını üstün
tutmak (En’âm, 52), şeytan ve zürriyetini dost edinmek (Kehf, 50) Kur’an’da
zulüm olarak anıldığı gibi, günahtan tevbe etmemek (Hucurat, 11) ve gerektiğinde
hicret etmemek de zulüm olarak anılır. (Nisa, 97)
Cihada gitmemek
(Bakara, 246), aldatıcı va’dde bulunmak (Fâtır, 40), şeytana uyup lüks ve
konfor içerisinde Rahman’ı anmaktan gaflet etmek (Zuhruf, 38-39; Kehf, 16-17),
azabı acele istemek (En’âm, 58), suçlulara yardımcı olmak (Kasas, 16-17),
keyfine uymak (Kasas, 50), boşadığı kadının evlenmesine mani olmak (Bakara,
231), ziraî mahsullerin öşrünü vermemek (Kalem, 27-29), Allah’ın hazineleri
benim yammdadır, gaybı ben bilirim, ben bir meleğim, küçük görülenler için,
“Allah onlara bir hayır vermeyecek” demek (Hûd, 31) de Kur’an’da
zulüm olarak nitelenir ve bu davranışların sahipleri de Kur’an’a göre
zalimdirler.
Kimler Daha Zalimdir?
Yüce Allah Kur’an’da
zulmü ve zalimleri tanıttıktan başka bir de ism-i tafdil sîga-sıyla bazı
vasıfların kendilerinde bulunduğu kimseleri daha zalim (en zalim) olarak
tanıtmaktadır. Bu vasıflardan bazıları önceki kısımda da bulunmakla beraber,
bir kısmı onlar içerisinde mevcut değildir. Bu bakımdan onları burada ele
almak yerinde olur istedik. Yüce Allah, Allah’ın mescitlerinde Allah’ın adının
anılmasına engel olanları (cami kapatanları) ve onların harap olmasına
çalışanları (Bakara, 114), bildiği şahitliği gizleyenleri (Bakara, 140)
Allah’a iftira ederek onun ayetlerini yalanlayanları (En’am, 21,157; Yûnus,
17), yine Allah’a karşı yalan uydurup bana vahiy geliyor diyeni (En’am, 93),
bilgisizce insanları saptıranı (En’am, 144), kendisine hak ve hakikat ulaşınca
onu yalan sayanı (Ankebût, 68; Zümer, 32), ayetlerle nasihat edilince yüz
çevireni (Secde, 22) ve günahını unutanı (Kehf, 57) ötekilerden daha zalim
olarak tamor ve bunlardan daha zalim kimse bulunmayacağını ifade buyurur.
Zulmün Cezası ve Allah
Zulmetmez Hak, hakikat ve adalet Ölçülerini koyan Allah, zalimleri
cezalandırmakla adaleti gerçekleştirmiş olur. Çünkü O, Adil-i mutlaktır. Bu
dünya imtihan yeri, hesap ve muhakeme ise ahirette görülecektir. Ancak bazı
çok azgın zalimler zulümlerinde çok İleri giderek mazlumun ânını almakta ve
gayre-tullaha dokunmaktadırlar. Böyleleri için, bazan bu dünyada da Allah’ın
cezasının indiği görülmektedir. Çünkü Allah zalimleri sevmez (Âl-i İmrân,
40,57) ve onlardan intikamını alır. (Hicr, 78-79) Peygamberimiz (s.),
“Mazlumun duasından sakınınız, çün-
kü onunla Allah
arasında perde yoktur.” buyurmuştur. (Buhârî, Cihâd, 180) Cenâb-ı Allah
da “Biz ahâlîsi zâlim olan memleketlerden başkasını helak edici
değiliz.” (Kasas, 59) buyurmuştur. Şu halde bu dünyada helake uğrayan Nûh
(a.s.)’ın kavmi suda boğulmayı (Mü’minûn, 28), Âd kavmi, korkunç sesli azgın
bir kasırgaya tutulmayı (Mü’minûn, 41), Lût kavmi üstlerinden taş yağmayı (Hûd,
82), Medyen halkı depremle (A’raf, 91), Eykeliler buluttan ateş yağmakla
(Şuara, 189), Fir’avn ve adamları suda boğulmakla (A’raf, 136) helak olmayı hak
etmişlerdir. Yoksa “Rabb’in hiç kimseye zulmetmez. (Kehf, 49)
Veli ULUTÜRK