Sosyologlar

ZİYAEDDİN FAHRİ FINDIKOĞLU HAYATI ESERLERİ VE SOSYOLOJİSİ

 

Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu’nun eserlerini, çeşitli sorunlara karşıgeliştirdiği düşüncelerini ve sosyolojik yaklaşımlarını sıralayabilmek.Çalışmalarının “çeşitliliği” ve “çok yönlülüğü”ne dikkat edilirse onun temel hedefinin“Türkiye’de yerli ve millî bir düşünce geleneği kurmak” olduğu görülür. Buamaca yönelik olarak çeşitli monografik çalışmalar yapmış, çeviri faaliyetlerindebulunmuş, Türkiye’nin güncel problemleriyle ilgili temel eserler ortaya koymuş,çeşitli sivil toplum kuruluşlarını ve yayın organlarını kurarak bilimsel ve felsefi birikimekatkıda bulunmuştur. Fındıkoğlu’nun Türk sosyolojisine önemli bir katkısıda çeşitli yönlerdeki uygulamalarını göstererek bütüncü yaklaşımı temellendirmeyeçalışmasıdır. Bir diğer önemli katkısı, tarihî bakış açısıyla Türkiye’de çeşitli olguları,kuruluşları ve disiplinleri inceleyerek temel eserler ortaya koymak ve bilimselbirikime katkıda bulunmak olmuştur.

Sosyolojinin Konusu

Fındıkoğlu’na göre eski ya da yeni sosyolojinin konusu “toplum (cemiyet)”dur.Sosyoloji toplum bilimidir. Sosyal realite (gerçeklik), realiteler serisi içinde ayrı birvarlığa sahiptir. Realite âlemi bir bütün olarak toptan göz önüne alındığında, onunsosyal parçası, diğer parçaları ile karmaşık ilişkiler içindedir.Durkheim, sosyolojinin metodunu açıklarken sosyal olguların bir nesne, şey gibiele alınması kuralını koymuş, sosyal kurumların büyük bir bölümünün bize öncekinesiller tarafından hazır olarak bırakıldığını belirtmiştir. Fındıkoğlu sosyolojininkonusunu açıklamak için (bkz. Fındıkoğlu 1971, s.113-116) Altınova adlı birTürk şehri hayal eder. Araştırmacı bu şehirde gezerken Altınovalıların Türkçesindeörf ve âdetlerinde, edebî ve estetik zevklerinde farklılık gözler. Ameleler, öğrenciler,memurlar, askerler, emekçiler gibi farklı toplum kesimleri vardır. Araştırmacıbu şehirden ayrılıp tekrar döndüğünde Altınovalıların amele hayatı, burjuva hayatı,eğlencesi, şivesi, zevkleri, örf ve âdetlerinin bu olaylara katılan fertlerin varlıklarından ayrı bir realite teşkil ettiğini görür. Bu şehrin estetik zevki, bu zevki duyanfertlerin doğup ölmelerine ve başkalaşmalarına rağmen bir süre aynıkalmaktadır. Ortada değişmeyip nesilden nesile devredilen bir şey var. Bu şey yaher çeşit gelenek gibi donmuş bir görünüş taşır ya da estetik zevk ve dinî duygulardaolduğu gibi oldukça akıcı bir şekilde görülür. Bir neslin fertleri bu şeyleri hazır ve yapılmış bulurlar.Durkheim, ferdî şuurlardan ayrı ve bunların dışında bulunan bir ‘kolektif şuur’kavramını kabul eder. Ferdî şuurların dışında bulunan, kendini ferde zorla kabulettiren sosyal olaylar, kolektif şuur denen bir varlıkta yer alırlar. Fındıkoğlu’na görede tasarlanan uzun bir zaman içinde aynı kalan Altınova’daki sosyal realiteninbu realite havası içinde yaşayan fertlerden ve iradelerden bağımsız bir çeşit kolektifşuur olaylarının varlığını kabul etmek gerekir. Askerler değişmekte, ordu Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu (1901-1974)Türk sosyolojisinde Ziya Gökalp ve PrensSabahaddin ile başlatılabilecek kronolojik zincirinMehmet izzet’ten sonra gelen halkasını teşkil edenZiyaeddin Fahri Fındıkoğlu, 1901 yılındaErzurum’un Çamlıyamaç köyünde doğmuştur.Ziya Gökalp ve Türk Aile Hukuku üzerinehazırladığı Doktora çalışmasını 1935 yılındaStrazburg’da tamamlamıştır. 1934 yılındanitibaren istanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi ileiktisat Fakültesinde görev yapmıştır. içtimaiyataGiriş (1944), Hukuk Sosyolojisi (1944), Metodoloji(1945), içtimaiyat Dersleri- Sosyoloji Doktrin veKolları (1971), iktisat Sosyolojisi BakımındanSosyalizm I ve II (1976a ve b), onun 3000’inüzerindeki yayınından sadece birkaç adedidir.Fındıkoğlu’na göre eski yada yeni sosyolojinin konusu“toplum (cemiyet)”dur.Sosyoloji toplum bilimidir. durmaktadır; dindarlar değişmekte din ve cami yaşamaktadır; ameleler değişmekteamele sınıfı durmaktadır… Tek tek askerlerin dışında bir ordu realitesi, de-ğişen memurların dışında bir memurluk realitesi, değişen amelelerin dışında biramelelik realitesi vs. vardır.Fındıkoğlu’na göre sosyolojinin asıl konusu olan realite budur. Fakat bir kerebu realitenin içine giren sosyolog, sonradan onun düşündüğünden daha fazla derinleştiğini görecektir. Altınova Araştırmasını tasarladığı uzun sürenin sonuna getirdiği zaman, şehrin düzeninin, kurumlarının ve âdetlerinin dengesini bozan dönüşümleretanık olacaktır. Sınıf ve tabakalar düzeni bozuluyor, boşanmalar çoğalıyor,okullaşma düzeyi yükseliyor. Fındıkoğlu sosyal realitedeki bu değişmeleri organizmacı-evrimci bir görüşle açıklamaya çalışıyor. Ona göre bu değişme, sosyal realiteyigörmeyi bilmeyenler için birden ortaya çıkmış ani bir olaydır. Fakat araştırı-lırsa az-çok uzun bir zamanın bu değişmeyi için için hazırladığı görülür.Görülüyor ki, Fındıkoğlu da Durkheim ve Gökalp gibi sosyolojinin konusunu“sosyal realite” olarak gösteriyor. Onlara katkı olarak sosyal realitenin diğer realitelerleilişkilerini görüyor ve vurguluyor.

Sosyolojinin Metodu

Fındıkoğlu’nun metodolojik görüşlerini üç başlık altında incelemek mümkündür.

Determinizm ve Hürriyetçilik

Fındıkoğlu, çağdaş bilimsel görüşe uygun olarak tabiî bilimlerde olduğu gibi sosyalbilimlerde de mutlak hakikatler peşinde koşmanın doğru olmadığını belirtmiştir.“Mutlak hakikatler peşinde koşmak, tabiata esaret gibi, mevcuda esaret neticesinidoğuracaktır.” (Fındıkoğlu, 1948a: 115). Determinizm hakkındaki yeni anlayış,araştırmacıyı tabiat olaylarını önceden tahmin edebilmek için bir olasılık fikrinegötürmektedir. Tabiatın yapısına uygun durum da budur. Tabiatta artık kesin kanunlardüşünmek mümkün değildir. Günümüzde sosyal bilimlerde de artık mutlakanlamda bir determinizmden bahsetmek mümkün değildir.

Tarihî Metot

Fındıkoğlu’nun çok önem verdiği ve kullandığı “tarihî metot” da savunduğu bütüncügörüş içinde daha iyi değerlendirilebilir. O herhangi bir sosyal olayı, bir şahsı,bir düşünceyi, bir kurumu incelerken onun geçmişini aydınlatarak mevcut durumunuaçıklamaya çalışır, dolayısıyla geleceğine de ışık tutmaya çaba gösterir.Onu çevreleyen tarihî, sosyal, ekonomik… şartları zaman ve mekân boyutlarındabir bütün olarak vermeyi amaçlar. Bu tarihî bakış açısını da onun metodolojik yöndensosyolojiye katkısı olarak düşünmek mümkündür. Çünkü Durkheim sosyolojisindebu anlamda bir tarihî bakış açısı belirginleşmemiştir (Güngör-Ergan, 2008:669). Fındıkoğlu tarihî bakış içinde çeşitli olguları, kuruluşları ve disiplinleri incelemiş,bu alanlarda çok sayıda temel eser ortaya koymuştur (Güngör-Ergan, 2008:640-641).

Bütüncü Görüş

Fındıkoğlu karmaşık bir yapıya sahip olan toplumsal olayların Gestaltçı-Bütüncügörüş çerçevesinde açıklanmasını savunur. fiu cümlesi Fındıkoğlu’nun sosyal meselelerebakış şeklini çok net olarak göstermektedir: Sosyoloji disiplini her tek sosyalmeseleyi bir “nokta” hâlinde tasarlar ve bu noktayı çerçeveleyen tarihî hava vesosyal şartları bu noktaya kuvvetli bir projektör gibi tutar (Fındıkoğlu, 1966. 66).30 Türk Sosyologları“Mutlak hakikatler peşindekoşmak, tabiata esaret gibi,mevcuda esaret neticesinidoğuracaktır.”Sosyoloji disiplini her teksosyal meseleyi bir “nokta”hâlinde tasarlar ve bunoktayı çerçeveleyen tarihîhava ve sosyal şartları bunoktaya kuvvetli birprojektör gibi tutar. Fındıkoğlu, “bütüncü görüş” ile hem “toplum” veya “sosyal realite” denen karmaşık yapıya bir bütün olarak bakmayı hem de sosyal olayları toplumun bütünüiçinde birbirleri ile ilişkileri olan birer bütün olarak incelemeyi getirmiştir. Bu açıklamalarında tek taraşı ve tek sebepli mutlak açıklamalardan kaçınılması gerektiğinivurgulayarak sosyolojinin relativist karakterine de işaret etmiştir. Sosyal olayları ortayaçıktıkları yer ve zamanı dikkate alarak çeşitli metotlar yardımıyla ve bilimlerarası bir yaklaşımla incelemek, bu inceleme ve açıklama esnasında gerektiğinde dahaönce ortaya atılmış doktrinlerden de faydalanmak gerektiğini somut örnekler devererek açıklamıştır. Bilimsel araştırmada akıl ve tecrübenin, tümevarım ve tümdengeliminbirlikte kullanılması gereğini de belirtmiştir (Güngör, 1991. 39).Fındıkoğlu metodolojik görüşlerinde Durkheim ve Gökalp’tan nasıl etkilenmiştir? Açıklayınız.

Türkiye’de Kültürel Hayat ve Aydınlar

Fındıkoğlu bir dizi makalesinde belirli bazı sebeplerden dolayı Türkiye’de kültürelhayatın gelişmemiş olduğunu, bu sebepler ortadan kaldırılmadıkça da Türkiye’dekültür düzeyini yükseltmenin mümkün olamayacağını belirtir. Onun Türkiye’dekültürel hayatın durumu ve geliştirilmesi üzerine görüşlerini şu başlıklar altındatoplamak ve açıklamak mümkündür:

Sosyal Değerleri Birbirinden Ayırma

Fındıkoğlu’na göre Türkiye’de son yüzyıldaki fikir hareketlerinin gelenek hâlindeyaşayamaması, sosyal değerleri birbirinden ayırma gereğinin anlaşılmamasından,yani bilim ve felsefe ile doğrudan doğruya ilgisi olmayan din ve siyaset ihtirasları-nı bu alana karıştırmaktan ileri gelmiştir. Örneğin, 1870 yılında tabiata ait bilimlerinDarulfünun’da okutulmasından dolayı çıkan dedikodular, Darulfünun’un kapatılmasına sebep olmuştur. Yine 1919’daki istanbul idaresi, Darulfünundaki eğitiminbir kısmının devamına sırf siyasi ihtiraslar yüzünden engel olmuştur. Bilim ve felsefehayatı üzerine yapılan bu gibi müdahaleler, Türkiye’de bilimsel ve felsefi hayatın gelişmesini ve yaygınlaşmasını önlemiştir. Türkiye’de sağlam bir düşünce geleneğinin kurulması, fikir faaliyetlerinin değerinin ve hürriyetinin gözetilmesinebağlıdır. Bu hürriyeti sağlamak için her şeyden önce sosyal değerleri birbirindenayırmak, her işi ehline bırakmak gerekir (Fındıkoğlu, 1938: 18).

Aydın-Toplum Etkileşimi

Fındıkoğlu’na göre Türkiye’de bilimsel ve felsefi faaliyetin gelişmesini ve gelenekhâlinde devam etmesini engelleyen önemli bir sebep de düşüncenin, içinde doğ-muş olduğu toplum yapısı ile ilgili olmaması, Avrupa’da ortaya atılmış düşünce sistemlerinindüşünürlerimiz tarafından aynen taklit edilmesidir. içlerindeki yabancı-laşma duygusu onların etkili ve verimli fikirler ortaya koymalarına, geliştirmelerineengel olmakta, dolayısıyla çalışmaları kendilerini de içinde yaşadıkları toplumuda tatmin etmemektedir (Fındıkoğlu, 1938: 20).Ona göre aydın düşünme ve inceleme konusunu içinde yaşadığı toplumdan almalıve kendi ülkesinin yapısına göre bir düşünce geleneği oluşturmaya çalışmalı-dır. Aydın toplumsal incelemelerinde kendi toplumunun ihtiyaç ve değerlerini gözönüne almalı, milletlerarası nitelikteki düşünme şekillerini de taklitle kalmayıpözümsemeli ve yaratıcılığa götürecek yolları bulmalıdır.

Kültürde Ademimerkeziyet’in Sağlanması

Fransız filozofu Fr. Rauh ve Mehmet izzet’in görüşlerinden etkilenen Fındıkoğlu,tarihî bir bakış açısıyla Türk düşünce hayatını gözden geçirir; Türk düşünce hayatında merkeziyetin ve ademimerkeziyetin hakim olduğu dönemlere işaret eder.Fındıkoğlu, “kültürde ademimerkeziyet”i Türkiye’de fikrî hayatın canlanmasını,bilimsel ve felsefî hayat geleneğinin kurulmasını, ülkenin her tarafındaki kabiliyetlerinortaya çıkarılıp değerlendirilmesini… sağlayacak faktörlerden biri olarakönemle ele almakta ve çeşitli yönleriyle düşünmektedir. Bu probleme bütüncü görüşleyaklaşarak kültür merkeziyetsizliği konusunda da taklitçilikten kaçınılmasını;zaman ve mekân şartlarını, eldeki kaynakları ve memleket ihtiyaçlarını düşünerekve etkili olabilecek bütün faktörleri hesaba katarak, relativist ve gerçekçi bir yaklaşımla, problemlerin çözümlenmesini önerir. fiöyle ki, kültür merkeziyetsizliği yaparken,düşünce ile mekân ilişkisini daima göz önünde tutmak; okul, fakülte, üniversite,enstitü kavramlarını mutlak taraşarı ile değil, relatif taraşarıyla düşünmekgerekir. Türkiye için bir fakülte tasavvuru, bir üniversite hayali hiçbir zaman örne-ğin, Fransa veya Almanya’daki örneklerini düşündürtmemelidir. Çünkü iki farklıülkenin nüfusları, sosyal ve ekonomik yapıları vs. farklı olduğu gibi, şehir yapılarıda farklıdır.

Batı Medeniyetinin Bilimsel ve Felsefi Ortamını Bir Bütün Olarak Yaratmaya Çalışmak

Fındıkoğlu’na göre Batı medeniyetinin bilimsel ve felsefi ortamını teşkil eden özelliklerbirtakım ahlaki ilkelerde toplanmaktadır. En başta “bilimsel ahlak” gelir. Bilimselve felsefi faaliyetlerin siyasi, dinî ihtiraslardan uzak tutulması, bilim adamı-nın kendisini nefsine bağlılıktan kurtarması, metotlu ve disiplinli çalışması gerekir.Fındıkoğlu, Batı medeniyetinden hangi unsurların alınacağı konusunda Gökalpile olduğu kadar Mümtaz Turhan ile de hemfikirdir. Milletlerin hayatında32 Türk Sosyologlarıtek taraşı veya karşılıklı kültür alışverişleri tabiî olaylardır. “Aldığımız ve naklettiğimiz yabancı kültürün muhtevasından ziyade zihniyetini ve metodunu kavramayaçalışmalı, millî bir kültür muhtevası yaratmaya çalışmalıyız” (Fındıkoğlu,1948b:163-164).

Devletin Kültürel Hayatta Rol Alması

Fındıkoğlu birikmiş manevi bir servetin bulunmaması dolayısıyla henüz bilimselve felsefi düşünce geleneğinin kurulamadığı; tarihî, sosyal ve siyasi şartların bilimadamlarını idare ve siyaset alanına kaydırdığı; ülke meseleleriyle ilgili ciddi ve bilimselyayınların değil, günlük dedikodular ve zevklerle ilgili yayınların rağbet gördüğü… Türkiye’de devlete “kültür devletçiliği” yapma görevini verir.Kültürel faaliyetlerin korunması ve teşvik edilmesi: Kültür faaliyetleri normalşekilde bulundukları ülkenin meselelerine bağlanmalı, siyasi otoriteler bunları şuveya bu şekilde yönlendirmeksizin çalışılmasını kolaylaştırmalıdırlar (Fındıkoğlu,1936a: 306).Yalnız, Fındıkoğlu’na göre kültürel faaliyetlerde devletin koruyucu rolüancak kültürel faaliyetler tabii olarak işlediği zaman bu kadarla kalabilir; kültürelhayatın tabii işleyiş tarzı bozulduğunda, devletin bu işleyişe yön vermesi kaçı-nılmaz olur. Millî kültür mekanizması, sınır ve çerçevesi belli bir kitle sempatisi gerektirir.Kendisine, orijinalitesine bağlanan sanatçı kadar, her türlü millî kayıtlardan sıyrılmış, insanlık âşığı bilim ve kültür adamı da bu sempatiye uzaktır. insanlık henüzmillî kayıtlardan sıyrılacak çağa gelmemiştir. Kültürel faaliyetlerde millî sempatidenuzaklaşıldığı durumlarda devlet (siyasî kurum) kültürel faaliyetleri “millî mefküre”ye yöneltmelidir (Fındıkoğlu, 1936b: 355-356).Sosyal, tarihî ve siyasi sebeplerle idare ve siyaset alanına kaymış bilim adamlarınıbilim alanına çekme: “Dili Türk, havası Türk, düşünce ve anlatım tekniği Türk, yerlibir fikir atmosferi yaratmak” (Fındıkoğlu 1938b: VIII) Türkiye için ideal bir olaydır. Fındıkoğlu’na göre, bu havayı yaratacak elemanlar da ülkenin sosyal ve tarihîşartlarını, problemlerini bilen, zihnini ülke problemleri üzerinde yoran, “ideal sahibi”bilim ve fikir insanlarıdır. Oysa bu yıllarda bilim ve kültür hayatının teşvik vetatmin edici olmayan şartları bilim insanlarını idarî ve siyasi hayata kaydırmaktadır.Devlet bu bilim insanlarının kendilerini daha iyi tatmin eden tarafı tercih etmelerigerçeği ile, üniversitelerin kendi mali güçlerini aşan şartlarda yabancı bilim adamıgetirme olaylarını düşünmeli, “kültür devletçiliği” rolünü üstlenerek ve ülkenin ihtiyaçlarını göz önüne alarak bilim insanlarının ne pahasına olursa olsun bilim alanında kalmalarını sağlamalıdır.Bilimsel ve felsefi teşkilatlanmayı sağlama: Fındıkoğlu’na göre Türkiye’de bilimselve felsefî bir düşünce geleneğinin kurulamamış olmasının başlıca sebeplerindenbiri de aydınların biraraya gelip aynı çatı altında toplanamamaları, kolektifçalışma alışkanlığına sahip olmamalarıdır. “Ferdî çalışmalar bir teşkilata bağlanmadıkça kumlar arasında süzülüp kaybolan küçük sulara benzer.” diyerek fikir vekültür faaliyetlerinde teşkilatlanmanın önemine işaret eden Fındıkoğlu, teşkilatlandırma işini devletin fonksiyonları arasına koyarken, yine devlet otoritelerinin yardımı ve desteği ile özel kültür kuruluşlarının kurulmasını da gerekli görür.Fındıkoğlu’na göre devlet kültürel hayatta nasıl rol almalıdır? Açıklayınız.2. Ünite – Mehmet izzet ve Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu 33“Aldığımız ve naklettiğimizyabancı kültürünmuhtevasından ziyadezihniyetini ve metodunukavramaya çalışmalı, millîbir kültür muhtevasıyaratmaya çalışmalı”yız.“Ferdî çalışmalar birteşkilata bağlanmadıkçakumlar arasında süzülüpkaybolan küçük sularabenzer.”

Türkiye’de Eğitim

Fındıkoğlu yazı hayatının ilk yıllarından başlayarak sonuna kadar Türkiye’de özelliklegüncel eğitim problemleriyle ilgilenmiştir. O eğitimi toplumun değer ve normlarını yeni nesile aktaran, şahsiyet bütünlüğünü kazanmış ve millî mefkûre sahibiolmuş vatandaş tipini yetiştiren, hızlı değişme hâlindeki Türk toplumunu bütünleştirecek,özellikle yükseköğretim aşamasında kültür yaratarak ülke kalkınmasınısağlayacak temel faaliyetler ve kurumlar toplamı olarak ele alıp, sosyal yapıdakideğişmeler çerçevesinde değerlendirmeye ve yine bu çerçevede öneriler getirmeyeçalışmıştır. En çok üzerinde durduğu eğitim kurumu üniversitelerdir.

ÜniversitelerÜniversite Özerkliği

Fındıkoğlu’na göre özerk üniversiteden Türkiye’de şimdiye kadar anlaşıldığı gibi, öğ-retimin diğer kademelerinden, memleket meselelerinden, çevreden kopuk, kendi içmeselelerini çözmekten aciz, elemanları üniversite dışı işlerle meşgul. bir üniversiteanlaşılmamalıdır. Tam aksine özerk üniversite; eğitimin diğer kademeleri ve diğerüniversitelerle işbirliği hâlinde, ülke ve çevre meselelerinden haberdar olup onlaraçözüm arayan, kendi organlarını dışardan bir müdahaleye gerek bırakmaksızın kendiiçinde kontrol altında tutabilen bir üniversitedir. Kısaca ona göre Türkiye’de “dinamikbir üniversite özerkliği” düşüncesine sahip olmak gerekir (Güngör, 1991: 141).Üniversitelerin Birbirleriyle, Toplum ve Çevre ile ilişkileriFındıkoğlu genelde Türkiye’de üniversitenin Türkiye’nin meselelerinden ve eğitimindiğer kademelerinden kopuk bir durumda olduğu görüşündedir. Bir üniversitekendi bilgisini dinleyicisinin hayatına ne kadar sokarsa, ilim denen nesneyi onunhayat bilgisi hâline ne kadar getirebilirse kendisini izole bir durumdan çıkarır ve“halktan bir parça olmak…” sırrına o nispette kavuşur (Fındıkoğlu, 1947: 2).Ona göre üniversite kendi araştırma inzivasından uzaklaşarak üniversite dışıhayat için bir güneş rolünü oynamalıdır. Dışarıdaki hukukçuya, politikacıya, teolo-ğa, mühendise, memura, kısaca halka ışıklarını saçmalıdır. Üniversite ile üniversitegençliği ile temas etmesini başka ifade ile gençliği iç ve dış politika meselelerininyüksek siyasetiyle ilgilendirmeyi bilmelidir.

Yükseköğretimde Verimlilik ve Nitelik Konusu

Yükseköğretimde niteliğin esas alınması konusu yetiştirilen öğrencinin sayısının de-ğil, kalitesinin yüksek olmasını ifade eder. Fındıkoğlu’na göre ortaöğretimin dahaçok lise düzeyi ile başarısızlık başlar ve yükseköğretime gelince başarısızlık ve verimsizlikmüzmin bir dert hâline gelir. Ortaöğretim gençliğinin liselerden dil, bilgi vekültür açısından yetersiz olarak gelmesi, meslek seçiminin aile ile okul arasında yapılan bir anlaşma sonucu değil, gelişigüzel yapılmış olması, liselerdeki dil bozuklu-ğu, giriş sınavlarının öğrencileri kabiliyetli ve başarılı oldukları alanlara yerleştirememesive zorunlu olarak girilmiş bulunulan bölümün verimsizliği, eski adı sınıf yeniadı sömestre olan uygulamadaki tutarsızlık başlıca başarısızlık faktörleridir (Fındı-koğlu, 1952: 2). Fındıkoğlu, yükseköğretimin bütün alanlarında daha başlangıçta çoksıkı eleme ve seçmeyi gerçekleştiren bir yarışma sisteminin uygulanmasını ister.

Eğitim ve Öğretimde Temel ilkeler

Şahsi Teşebbüs: Fındıkoğlu, Prens Sabahaddin’in “şahsi teşebbüs” ilkesini eğitimalanında temel bir ilke ve amaç olarak almaktadır. Türkiye’de okullar ve eğitim sistemiyeni bir dünya görüşüne sahip kılınmalıdır. Ona göre eğitim ve öğretim sistemimizöyle bir yön takip etmelidir ki okul bitiren çocuk “kaleme çırağ buyurulmadan,maaşlandırılmadan, bareme sokulmadan uzaklaşsın, taştan ekmeğini çıkaracakmukaddes alın terinin temin ettiği menfaatlerle öğünecek yeni Türk tipininmüjdecisi olarak görünsün” (Fındıkoğlu, 1947b: 17-18).Fındıkoğlu bu konuda Türk eğitim sisteminde şu değişikliklerin yapılmasını önerir:Öğretim sisteminde kitaptan hayata doğru yönelme, yarışma yoluyla değerli kitapların yazılmasını sağlayarak tek kitaba bağlı kalmama, öğretmenlere dil konusundabaskı yapmama, şahsiyet ve kalite esaslarına değer verme (Fındıkoğlu, 1947c: 2).Ademimerkeziyet: Fındıkoğlu Prens Sabahaddin’in idari hayat ve eğitim hayatı-nın yeniden düzenlenmesi için önerdiği ademimerkeziyet ilkesini de eğitim konusundaileriye sürdüğü önerilerinde temel ilke olarak almaktadır. 1954 yılında hazırlamış olduğu bir raporda “Maarif işlerinde her şeyin devlet ve hükümetten beklendiği ve buna çok kötü surette alışıldığı, bu yüzden hür meslek teşekküllerinin istendiği kadar alâka görmediği bir çevrede bulunduğumuz düşünülürse, karşılaştı-ğımız güçlüklerin sizlerce takdir edileceğine de kaniiz…” (Fındıkoğlu, 1954: 15) diyerekTürkiye’de eğitim işlerindeki “merkeziyetçilik”ten şikâyet etmektedir.ilkokulların memur ve kalem efendisi hedeşerine uygun yetiştirdiği çocuklar,artık hayata hazırlayan okullarda “iktisadi havza adamı” ve “şahsi teşebbüs sahibi”olarak yetiştirilmelidirler.Nicelik Değil Niteliğin Esas Alınması ilkesi: Fındıkoğlu’na göre ekonomik kalkınma gibi fikri kalkınma da yığın hâlinde aydın yetiştirme işine son vermekle başlayabilir.Ona göre eğitimde nitelik davasının gerçekleşmesi için biri öğretmenlere,diğeri öğrencilere düşen iki görev vardır: “Hocalar, artık cami vaizleri olmaktançıkarak okuttukları talebelerin kafaları işlenecek birer insan olduğunu düşünmelitalebeler, sadece “diplomalı” olmayı değil; fakat aynı zamanda Türkiye’nin muhtaçolduğu birer ‘şahsiyet’ olmak idealini gütmeli. Yeni nitelik savaşı, ancak bu iki taraşıiş üzerinde durmak ile bir mana kazanacaktır” (Fındıkoğlu, 1952: 3).Fındıkoğlu’na göre eğitimde niteliğin yükseltilmesi için öğretmenlere ve öğrencilere düşengörevler nelerdir?Öğretmenliğin Değerinin Yükseltilmesi: Eğitimde niteliğin yükseltilmesi her şeydenönce öğretmen ve öğretmenlik mesleğiyle ilgili bir meseledir. Fındıkoğlu ‘kafave zihniyet mimarı’ olarak nitelendirdiği öğretmenlere Türkiye’de değer verilmediğinive öğretmenlik mesleğine rağbet edilmediğini birçok örnekler vererek gösterir.Mümtaz Turhan’ın da belirttiği gibi, bunu yükseköğretim aşamasına gelmiş gençlerinöğretmenliğe karşı gösterdikleri rağbetle ölçmek mümkündür. 1925 yılındanitibaren zeki, kabiliyetli öğrenciler öğretmenlik mesleğini seçmemekte, sonuçta ortaöğretim kurumları özellikle liseler kaliteli öğretmenden mahrum kalmakta, böylecebu meslek de gittikçe zayıf düşmektedir (Turhan, 1980: 315-316). Meslek zayıfdüşüp öğretmenlerin kalitesi düşünce tabii olarak eğitimin kalitesi de düşecektir.Ona göre öğretmenlerin özellikle maddi ve kültürel durumları düzeltilmelidir.Meslek Kuruluşları: Fındıkoğlu bir iş görebilmek için o meslek mensuplarınınteşkilatlanmasına önem vermektedir. Ona göre hangi dönem düşünülürse düşünülsünTürkiye öğretmenleri diğer ülkelerdeki meslektaşları gibi resmi okul çevre-2. Ünite – Mehmet izzet ve Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu 35“Hocalar, artık cami vaizleriolmaktan çıkarak okuttuklarıtalebelerin kafalarıişlenecek birer insanolduğunu düşünmeli,talebeler, sadece ‘diplomalı’olmayı değil, fakat aynızamanda Türkiye’ninmuhtaç olduğu birer‘şahsiyet’ olmak idealinigütmeli”dir.si dışında teşkilatlanamamışlardır. Yalnız 1923-1927 yıllarında öğretmenlerin teşkilatlanmasına önem verilmiş, bu dönemde öğretmenlik mesleği de değer kazanmıştır. Fındıkoğlu bu yıllardan itibaren geçen her yılın özellikle öğretim mesleğininkalitesinde bir düşmeye yol açtığını araştırılacak bir hipotez olarak ileriye sürmektedir(Fındıkoğlu, 1947d: 2).Eğitim ile Ekonomi Arasında Koordinasyonun Sağlanması: Her toplumdamaarif meselesi o toplumun sosyal bütünlüğüne bağlıdır; toplumun sosyal yapısıve düzeyi içinde şekillenir. Bir dönemin okulu o dönemin medeniyet ve kültürderecesini aksettirir. Okula bakınız, okulun sahibi olan milletin hayat ve medeniyetanlayışı, derecesi hakkında bir fikir edinirsiniz. (Fındıkoğlu, 1951: 5). Fındı-koğlu’na göre 1950’li yıllarda Türkiye’de maarif sistemi her kademesiyle bir bütünolarak ekonomik zihniyetle ilgisizdir. Çok sayıda okul ülke kalkınması amacıylaaçılır; bir dönem sonra bu kurumlar yine ülke kalkınması amacıyla kapatılır. Maariftopu vekillerin paslarıyla meydanda gidip gelirken millî gelirin bu teşebbüsleringerçekleşmesi adına feda edilen büyük payı hiç kimseyi düşündürmez. (Fındıkoğlu, 1951: 5).Ona göre maarifi millîleştirmek, yeni bir yol tutmak gerekir. Bu yolun bulunmasıiçin mevcut öğretim dereceleri, okul çeşitleri, çağdaş ekonomistlerce “millî muhasebe”kalburundan geçirilmeli, açılan her kurumun milli gelirden ne kadar götüreceği,buna karşılık ülkenin ekonomik değerlerine ne katkıda bulunacağı hesaplanmalıdır.“Okula bakınız, okulunsahibi olan milletin hayat vemedeniyet anlayışı, derecesihakkında bir fikiredinirsiniz”  ZiyaeddinFındıkoğlu’nunYayımladığı işMecmuasıMehmet izzet’in eserlerini, çeşitli sorunlara karşıgeliştirdiği düşüncelerini ve sosyolojik yaklaşımlarını özetleyebilmek.Mehmet izzet’in epistemolojisi pozitivist/ idealisttir.Durkheim gibi Tümevarım, Özdeşlik Mantığıve Karşılaştırmalı Yöntemi kullanır. Toplumsalgerçekler bireylerin istek ve arzularının ötesindebir şeydir. Toplum da doğa kadar büyük,bireyi ezen ve ona egemen olan bir olgu niteliğitaşır. Toplum insanı, doğanın kölesi olmaktankurtarır. Toplum bir olgudur. Toplumsal hürriyetile zihinsel hürriyetin birleştiği yer uygarlık alanı-dır. Aralarında bir zıtlık bulunmasına rağmen toplumunvarlığı bireyi ortadan kaldırmaz, öncedenkeşfedilmesi gerekir. Toplumsal gerçekler bireylerinistek ve arzularının ötesinde bir şeydir.Durkheim toplumu bireysel bilinçlerden bağımsız bireye dışarıdan baskı yapan işlevsel organikbir yapı olarak tarif eder (Durkheim, 1985). izzet,toplumu bireysel bilinçlerden bağımsız, bireylerüzerine baskı yapan doğal bir varlık olarak tanımlar. Durkheim için birey bir kurgu değil, ahlakive soysal bir varlıktır. Birey aktördür toplumunona verdiği rolü oynar (Durkheim, 1985) izzet’egöre her insan benliği ya içinde yaşadığı toplumunveya toplumların etkisi altında yoğrulur. Bireyitoplumla açıklamak gerekir. Durkheim sosyologve devletin ilişkisini biyolog ile doktorunilişkisine benzetir. Bilim/sosyoloji=toplumun do-ğal yasalarını bulacak. Teknik/siyaset=bu yasalarıuygulayacak düzeni oluşturacaktır (Durkheim,1985). izzet toplumda bilim ile siyaset arasındakiilişkiyi tıp ile biyoloji arası ilişkiye benzetir. “Biyolojiteorik bir bilimdir, tıp onun uygulamalı sonucudur.izzet “sosyoloji teorik bir ilim olmalı, siyasetde onun uygulayıcısını oluşturmalıdır”der.Toplumsal farklaşmanın nedenleri: Nüfusun yo-ğunluğunun artması, nüfus hacminin büyümesisonucu organik toplum oluşur. Bir toplumun çağ-daş diye nitelendirilmesi için o toplumun içindemesleki farklılaşmanın ne ölçüde arttığına bakı-lır. Meslek bireysel bilinci belirler. Demokrasi bireylerikorporasyonlarda toplanmaya zorlamakve özellikle siyasal karar alma mekanizmasınakatılmalarını engellemektedir. Korparatizm devletiyığınların baskısından kurtaracaktır. (Durkheim,1986 ). izzet içinde toplumsal farklaşmanın nedenleri tıpkı Durkheim gibi nüfusun yo-ğunluğunun artması nüfus hacminin büyümesidir;Bunun sonucu iş bölümüdür. iş bölümü sonucundacemiyet (organik dayanışma) toplumunoluşması sağlanır. Durkheim için devlet, toplumsalorganlar gibi bir organdır. Yansız bir organdır. işlevi toplumda organik dayanışmayı sağlamaktır. Ekonomik anarşiye engel olmanın tekyolu ekonomik etkinliğin toplumsal bütünün çı-karını gözeten bir güç tarafından denetlenmesidir.Devlet ticaret ve sanayi alanlarına mutlaka elatacaktır. Bu karışmacılık toplumculuğun özelli-ğidir (Durkheim, 1985). Çağdaş devlet laik vedemokratiktir. Durkheim için ideal bir toplumyalnızca kendisini meydana getiren fertler yığı-nından, onların işgal ettikleri topraktan kullandıkları şeylerden ve icra ettikleri hareketlerdendeğil, özellikle de onun kendisi hakkında oluşturduğu idealden meydana gelir (Durkheim,1985). izzet de “idealler gereklidir”der ve bunlartoplumsal yaşamın ürünüdür. Toplum olmadanbirey ideal yaratamaz. Toplumsal vicdanın gere-ğine uymayan, uyum sağlayamayan bir bireyselistek, özel bir amaç ne kadar yüksek olsa da yinede ideal kabul edilmez. Toplumsal vicdanauygun idealin gerçekleşmesi mümkündür. idealingerçekleşme kriteri toplumsal vicdandır. DurkheimAhlak bilimi için “Ahlakın toplumsal bir işlevivarsa toplumsal bir gereksinmeyi karşılıyorsave toplumsal bir gerçeklik olarak bilimsel çözümlemeninkonusunu oluşturuyorsa mümkündür.”der. (Durkheim, 1986). izzet ahlak konuları-nın önemli sorununu ahlaki kıymetlerin oluşu ileahlakın ayırt edici özellikleri şeklinde somutlaştı-rır. Ahlakın esası bireysel ilişkilerdir. Bundan dolayıkonu toplumsal mahiyettedir. Ahlaki harekettarzı sadece toplumsal yaşayış ile toplumsal hareketlerinbir şeklidir.Mehmet izzet’in konuları ele alış şekli çağdaş biranlayışı yansıtır. Türkiye’deki felsefi idealizminen önemli temsilcisidir. izzet, Gökalp’in kültür ileilgili düşüncelerini aşmayı deneyerek, ihtiyatlı diyalektikölçüsüyle, bir senteze ulaşmaya yönelmiştir. Pek çok düşünür ile polemiklere girerekfelsefenin ihtiyaç duyduğu tartışma ve dinamizmortamının oluşmasını sağlayan ender kişilerdenbiridir. Çağdaş Türk düşüncesinde ideoloji veideali ayırdığı gibi milliyetçilik ve milliyeti de birbirindenayırır. Sonuçta milliyet duygusunu dinileştirmiştirve bunda Gökalp’in kültür ile kalp arasında benzerlik görmüş olmasından faydalanmıştır. iddia etmiştir ki milliyet dini bir bağdır, birimandır. Fakat her iman, millî iman değildir. izzet,medeniyet birleşince kültürlerin de birleşece-ğine hükmetmiştir. Mehmet izzet fikir ve ahlakbütünlüğü ile kendini farklılaştırır, tenkit gücü vegörüşleri ile Ziya Gökalp’in düşüncelerini felsefibir diyalektikle tamamlamaya, ya da aşmaya çalı-şır. Bunu yaparken izzet Durkheim’ın düşünceleriniGökalp’tan daha çok kullanır.Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu’nun eserlerini, çeşitlisorunlara karşı geliştirdiği düşüncelerini ve sosyolojikyaklaşımlarını sıralayabilmek.Fındıkoğlu’na göre sosyoloji toplum bilimidir. Sosyolojininkonusu toplum veya toplumsal realitedir.Toplumsal realite realitenin diğer parçaları ileilişkilidir. Realitenin içindeki sosyal olgular birnesne, şey gibi ele alınmalıdır. Bu realite içindekisosyal kurumların çoğu önceki nesiller tarafındansonrakilere hazır olarak bırakılır. Realitedeki de-ğişmeden nesilden nesile aktarılan şey ya geleneklergibi donmuş bir görünümdedir, ya da estetikzevk ve dini duygular gibi akıcı bir şekildedir.Fındıkoğlu’na göre tasarlanan uzun bir zaman içindeaynı kalan sosyal realitenin bu realite havasıiçinde yaşayan fertlerden ve iradelerden bağımsızbir çeşit kolektif şuur olayları vardır ki sosyolojininasıl konusu budur. Sosyal realitedeki değişmelerorganizmacı-evrimci bir modelle açıklanabilir.Fındıkoğlu’na göre sosyolojide kesin deterministaçıklamalar değil, olasılıklı açıklamalara dayalıbir determinizm görülür. Sosyolojinin konusuolan sosyal olay ve olgular zaman ve mekan içindeserpilmiş olarak ortaya çıkarlar. Bu sebeple birsosyal olayı, şahsı, düşünceyi, bir kurumu incelerkenonun geçmişini aydınlatarak mevcut durumunuaçıklamalı, dolayısıyla geleceğine de ışıktutmalıyız. Sosyal olay ve olgular bütüncü görüşleaçıklanmalıdır. Sosyolog tek yönlü ve tek faktörlümutlak açıklamalardan kaçınmalı, relativizmilkesini dikkate alarak sosyal olayları ortaya çıktıkları yer ve zamanı dikkate alarak, çeşitli metotlaryardımıyla ve bilimlerarası bir yaklaşımla incelemelidir.Bilimsel araştırmada akıl ve tecrübe, tümevarım ve tümdengelim birlikte kullanılmalıdır.Fındıkoğlu’na göre belirli bazı sebeplerden dolayıTürkiye’de fikir hayatı gelişmemiş, bir düşüncegeleneği oluşmamıştır. Bu düşünce geleneğininsağlam bir şekilde kurulabilmesi ve kültürelhayatın geliştirilmesi için sosyal değerleri birbirindenayırmak gerekir, aydının içinde yaşadığıtoplumla sağlıklı bir etkileşiminin kurulması, kültürdeademimerkeziyetin sağlanması, Batı medeniyetininbilimsel ve felsefi ortamını bir bütünolarak yaratmaya çalışmak gerekir. Ayrıca devletkültür devletçiği yapmalı; kültürel faaliyetleri korumalıve teşvik etmeli, bilim dışı alanlara kaymış bilim adamlarını bilim alanına çekmeli, bilimselve felsefi teşkilatlanmayı sağlamalıdır.Fındıkoğlu’na göre Türkiye’de üniversite özerkli-ği konusu yanlış anlaşılıp uygulanmaktadır, yükseköğretimde nitelik ve verimlilik düzeyi düşüktür.Özerk üniversite eğitimin diğer kademelerive diğer üniversitelerle işbirliği hâlinde, ülke veçevre problemlerinden haberdar olup onlara çözümarayan, kendi organlarını dışardan bir müdahaleyegerek bırakmaksızın kontrol edebilenbir üniversite olmalıdır. Üniversitede verimin veniteliğin yükselmesi için öğretim üyeleri öğrencileriniülke kalkınmasında rol alacak şahsiyetlerolarak düşünerek kendilerini sürekli yenilemeli,öğrenciler de sadece diplomalı olmayı değil, ülkekalkınmasında etkili olabilecek bir aktör olarakrol almayı hedeşemelidirler.Eğitim ve öğretim alanında kendi şahsi teşebbüsüylevarlığını sürdürebilen fertler yetiştirilmelidir.Eğitim kurumları ülkenin değişik yerlerinde ademimerkeziyetesasına göre kurulmalıdır. Eğitim veöğretim alanında yetiştirilecek öğrencinin sayısı-nın değil, kalitesinin yüksek olmasına dikkat edilmelidir.Bunun için öncelikle öğretmenler iyi yetiştirilereköğretmenliğin kalitesi yükseltilmelidir.Bu amaçla eğitim alanında meslek kuruluşları kurulmalıdır. Eğitim ve öğretim alanında kurulacakteşkilatların ekonomik yönü de düşünülmelidir.

İlgili Makaleler