1911’den itibaren dil sorununu ciddiye alan Ziya Gökalp, ulusalcı bir dil ve edebiyat
anlayışına sahiptir. Ona göre, dil ulusun temelidir. Sanat, kültür, düşünce, hukuk,
din gibi toplumsal bileşenler dil aracılığı ile ifade edilir. Ulusallaşma ancak
Türk dilini yabancı dillerin etkisinden kurtarmakla gerçekleşebilir. Yeni Türk dili
mutlaka sadeleştirilmelidir ki tüm yurttaşların anlayabileceği bir dil haline gelsin.
Halkçılık ile dil arasında zorunlu bir etkileşim vardır. O nedenle dili yabancı dillerin
işgalinden kurtarmak temel hedeşerden biri olmalıdır. Dilin sadeleştirilmesi ve
ulusallaştırılması konusunda, Orta Asya Türk toplumlarını değil, istanbul’da konuşulan
Türk ağzını esas alan Gökalp, istanbul ağzının milli dil sayılmasının Avrupa
uygarlığı içinde bir Türk kültürü yaratmaya çalışan Türk ulusu açısından yararlı
olacağını belirtir (Kaçmazoğlu, 2003: 111).
Ziya Gökalp’e göre dil ve din ulusallığın en büyük ve en önemli bileşenleridir.
Dil toplulukları aynı zamanda devlet ve yurt kavramlarını da kapsar. Dil, toplumsal
yaşamın tabanı, maneviyatın dokusu, kültür ve uygarlığın temelidir. Dilsel ba-
ğımsızlık siyasal bağımsızlığın başlangıcıdır. Dilini seven ve ulusal edebiyatını,
ulusal dille oluşturmaya çalışan bir toplum kurtuluşa ulaşmış demektir. Bu nedenle
Türkçe anlam bakımından çağdaşlaştırılmalı, terim açısından islamlaştırılmalı,
dilbilgisi, söz dizimi, yazım kuralları bakımından Türkçeleştirilmelidir (Gökalp,
1976: 74-91).
Ziya Gökalp, Türk diline giren Arapça ve Farsça kelimelerin Türkçeden çıkarılması
ndan yanadır. Ancak Türkçeleşmiş, Türkçenin malı olmuş yabancı kelimelerin
dilden çıkarılmasına karşıdır. Ona göre dildeki aşırı sadeleştirme çabaları, Türkçeye
arılık, açıklık ve sadelik getirmek yerine, karışıklığa, dilin canlılığının kaybolma-
8 Türk Sosyologları
sına yol açar. Bir dil başka bir dilden kendisinde eş anlamlısı bulunmamak koşulu
ile sözcük alabilir. Ancak bir dil, başka bir dilden çekim, türetim kuralları, tamlama
kuralları ve ekler alamaz. Bir ulus, hangi uygarlık topluluğunda, hangi uluslar
arası birlikte ise onun bütün bilimsel kavramlarını, felsefi görüşlerini, edebiyat imgelerini,
şiirsel duygularını anlatacak özel sözcüklere ihtiyacı vardır. Bu tür ihtiyaçları
nı da Batı dillerinden karşılayabilir (Kaçmazoğlu, 2003: 111-116; 191-192).
Ziya Gökalp, dil konusunda tasfiyeci, dolayısıyla katı bir öz-Türkçeci değildir.
Türk kökenli Orta Asya toplumlarından kelime aktarılmasına bile karşı çıkmaktadı
r. Onun tüm çabası Türkçeyi her düzeydeki halkın kolayça anlayabileceğ
i ve iletişim kurabileceği bir araç haline getirmektir. Temel amacı, halkla aydı
n, Türk toplumu ile islam toplumları arasındaki dilsel uzaklaşmayı durdurmak
ve yakınlaştırmaktır.
Gökalp, dil konusunda ileri sürdüğü önerilerini edebiyat konusunda da sürdürmektedir.
Buna göre eski edebiyatımız Farsçanın, yeni edebiyatımız Fransızcanın
taklidiyle oluşmuş bir edebiyattır. Millî olmayan bu edebiyatları reddetmeliyiz. Bize
daha yakın olan Macar ve Fin edebiyatlarını örnek almalıyız (Kaçmazoğlu, 2003:
113-114).