Kimdir

Yeni-Platonculuk ve Yeni-Platoncu Felsefenin Temelleri

Yeni-Platonculuk ve Yeni-Platoncu Felsefenin Temelleri: Helenistik-Roma  döneminde  ortaya  çıkan  sonuncu  önemli  felsefe  akımı,  Plotinos  (MS  205-270) tarafından kurulmuş olan Yeni-Platonculuk ‘tur. Yeni-Platonculuk, yalnızca  tarihsel bakımdan da değil Hıristiyan Ortaçağ felsefesiyle İslam felsefesine yaptığı etkiler bakımından önem taşıyan bir felsefedir. Çünkü, dini inancı felsefe yoluyla temellendirmeyi ve açıklamayı düşünen Ortaçağ filozofları, özellikle Batı  dünyasında, Aristoteles’i  keşfedinceye  kadar,  öncelikle  Plotinos’un  felsefesine  başvurmuşlardır. Plotinos’un  felsefesi,  bu  şekilde  kullanılmaya  son  derece  uygun  bir  felsefedir.  Zira,  Plotinos’un felsefesinde,  Orpheos’tan,  Pythagoras’tan  ve  nihayet  Platon’dan  gelen  “öte  dünyacı”  eğilim,  onun felsefenin  nihai  ve  en  yüksek  amacı  olarak  gördüğü,  Tanrıya  yükseliş  ya  da  Bir  olanla  birleşme sürecinde en tam ve en sistematik ifadesini bulur. Bu nedenle, onunla birlikte, felsefe yalnızca mantık, kozmoloji, psikoloji, metafizik ve ahlakı değil fakat bir din teorisi ve mistisizmi de içermek durumuna gelir. Daha doğrusu, Plotinos’ta en yüksek bilgi  türü Tanrıya  ilişkin mistik bilgi olduğu ve mistisizm anlayışını  geçmişten  gelen  spekülasyonlara  olduğu  kadar,  kendi  kişisel  tecrübelerine  de  dayandıran filozof,  mistik  tecrübeyi  filozofun  en  yüksek  amacı  olarak  gördüğü  için  Plotinos’ta  felsefe,  felsefe olmaktan çıkarak, bir tür din ya da bir kurtuluş felsefesi haline gelir.

Yeni-Platonculuk Felsefesinin Temelleri

Mısır’da doğmuş olan Plotinos, Ammonias Sakkas’ın  (MS 175-242) öğrencisi olmuştu. Doğu’yla Batı’nın kesiştiği İskenderiye’de klasik felsefenin, başta Pythagorasçı felsefe, Platonculuk, Aristoteles felsefesi, Epikürosçuluk ve Stoacı felsefe olmak üzere, bütün önemli akımlarını öğrenmişti. Bütün bu akım ya da öğretilerden, o hakikatin en sağlam kaynağı olarak gördüğü Platonculuğa bağlandı. Önce İran’a gittikten sonra Roma’ya yerleşip burada, üst düzey resmi görevlilerin, hatta  imparatorların bile devam ettiği bir okul kurmuştu. Platon’un Devlet adlı eserinin öğretilerine dayanan, Platonopolis adını verdiği bir kent kurma tasarısını hep korumuş olmakla birlikte, en nihayetinde Tanrı, ruh ve dünya ile ilgili  büyük  felsefi  sorulara  olumlu  yanıtlar  verebileceğine  inandığı  bir  tinsel  idealizmin savunuculuğuna  soyunmuş  bir  filozoftur. Bu  inanışa  bağlı  olarak, kendisinden  önceki Yunan  felsefe geleneğine yönelmiş, bu geleneğin bilgeliğini her  şeyi kucaklayan  tinsel bir  sistem  içinde özümleyip ifade etmenin yollarını aramıştır. Buna göre, o Pythagorasçı  filozoflarla Aristoteles’ten ama özellikle de  Platon’dan  etkilenmiştir.  Nitekim  onun  felsefesine  Yeni-Platonculuk  adı,  Platon’un,  onun sisteminde çok belirgin görülen etkisinden dolayı verilmiştir.

Plotinos’un  felsefesini  ayrı,  özgün  ve  son  derece  önemli  bir  felsefe  haline  getiren  hususların  en başında, bu felsefenin gerçekliğin spekülatif bir tasvirini dini bir kurtuluş öğretisiyle bir araya getirmesi geliyordu.  Yeni-Platonculuk  felsefesi,  dünyayı  tasvir  etmekle  yetinmeyip,  onun  kaynağı,  insanın  bu dünyadaki  yeri  ve  insanların  bu  dünyada  karşı  karşıya  kaldıkları  ahlaki  ve  manevi  güçlüklerin üstesinden nasıl gelecekleriyle  ilgili bir  açıklama geliştirdi. Kısacası, Plotinos Tanrıyı hem her  şeyin kaynağı ve hem de insanların kendisine dönecekleri yer olarak gösteren bir felsefi öğreti geliştirdi. Bu öğretiyi  geliştirir  veya  ortaya  koyarken,  Stoacıların,  Pythagorasçıların,  Epikürosçuların  ve Aristotelesçilerin sadece yetersiz değil fakat bir yandan da hatalı olduklarına inandığı görüşlerini analiz edip, en nihayetinde reddetti. İtirazlarının en başında ise bütün bu düşünce okullarının ruhun doğasını kavrayamamaları  gerçeği  gelmekteydi. Buna  göre  Stoacılar  insan  ruhunu maddi  bir  cisim,  bir  nefes olarak tanımlamışlardı. Materyalizme bağlanmış okullar olarak Epikürosçuların da Stoacıların da ruhun beden karşısındaki bağımsızlığını kavrayamadığını savunan Plotinos’a göre, Pythagorasçılar da ruhun bedenin  ahenk  veya  uyumu  olduğunu  öne  sürmüşlerdi.  Demek  ki  bedende  ahenk  olmadığı  zaman, insanın ruhu da olamayacaktı. Aynı şekilde Aristotelesçi  insan varlığının formu olarak ruh anlayışına da  karşı  çıkan  Plotinos,  bu  tarihten  sonra,  sistemini  birtakım  denemeler  halinde  kaleme  almaya koyuldu. Yayımlanması amacıyla değil de onun yakın dostları ve öğrencileri tarafından okunması için yazdığı bu denemeler, daha sonra öğrencisi Porphyros  tarafından dokuzar bölümden oluşan altı kitap halinde  tasnif  edildi;  eser,  bundan  dolayı  “dokuzluklar”  anlamına  gelecek  şekilde, Enneadlar  adıyla bilinir.

Varlık Sistemi – Yeni-Platonculuk

Kendisine  Platonculuğu  rehber  edinen  Plotinos,  ustanın  Devlet  adlı  diyalogunda  yer  alan  İyi İdeasıyla ilgili görüşlerinden yola çıktı ve Platon’un İyi İdeasını Tanrılaştırdı. Platon, bir yanıyla akılla anlaşılabilir  İdealar  dünyası,  diğer  yanıyla  da maddi,  duyusal  dünyadan meydana  gelen  iki  dünyalı metafiziğinde,  varolan  her  şeyin  bir  anlamda  ereksel  nedeni,  İdeaların  varlık  sebebi  olarak,  İdealar dünyasının üstünde  yer  alan  İyi  İdeasından  söz  etmişti. Söz  konusu  İyi  İdeasıyla  güneş  arasında  bir analoji  kuran  Platon,  İyi  İdeasının  varlık  ve  bilginin  ötesinde  olduğunu  öne  sürmüştü.  Buna  göre, varlığa aşkın olan İyi İdeası, ne matematiğe özgü diskürsif bilgiyle ne de diyalektik yoluyla bilinebilir.

Bilginin  de  ötesinde olan  İyi  İdeası,  bir  tür  sezgiyle, matematik  ve diyalektikle  uzun  yıllar  boyunca uğraştıktan sonra, ruha düşecek bir kıvılcımla, aydınlanma yoluyla kavranabilir. Plotinos,  Platon’dan,  İyi  İdeasıyla  ilgili  görüşleri  yanında,  gerçekliğin  değişmez  olduğu  görüşü noktasında da etkilenmişti. Nitekim o da tıpkı Platon gibi, maddi dünyanın, sürekli olarak değiştiği için gerçek  olamayacağını  düşünür.  Değişen  bir  şey  çelişik  bir  karakterde  olduğundan,  gerçekten  var olamaz.  Yalnızca  değişmeyen  bir  şey  gerçekten  var  olabilir.  Bundan  dolayı,  bu  değişmeyen gerçekliğin,  Platon’un da  göstermiş  olduğu  gibi, maddi  dünyadan  farklı  ve  ayrı  bir  gerçeklik  olarak Tanrı olması gerekir.

Plotinos  Tanrı  hakkında,  O’nun  bu  dünyadaki  her  şeyi  aştığını  söylemek  dışında,  hiçbir  şey söylenemeyeceğini öne sürer. Tanrı bu dünyayı aştığı, maddi dünyanın ötesinde bulunduğu için maddi, sonlu ve nihayet bölünebilir olan bir varlık değildir. Madde, ruh ve zihinden her biri değiştiği için Tanrı ne  madde,  ne  ruh  ne  de  zihindir.  Plotinos’a  göre,  Tanrı,  insan  zihninin  düşünceleriyle  de sınırlanamayacağından, dil yoluyla ifade edilemez. Tanrının bütünüyle saf ve basit olduğunu, Tanrıda kompleks  hiçbir  şey  bulunmadığını  belirtmek,  Tanrının  Mutlak  Birlik  olduğuna  işaret  etmek  için Plotinos  ondan  Bir  diye  söz  eder.  Bir  olan  Varlık  olarak  Tanrı  tanımı,  Tanrının  değişmediğini  ve dolayısıyla O’nun yaratılmamış ve bölünemez olduğunu gösterir. Zira Tanrı değişse, bölünebilse ya da yaratılmış olsa, birliğini kaybeder. Buna göre, her tür çokluktan uzak ve mutlak bir biçimde aşkın bir gerçeklik olarak Tanrı, ‘Bir’dir.

O, sonsuzluğunda, varolan her şeyi  içeren Birliktir. O, varlığa gelen, kendisinden çıkan her şeyin, nedeni  olmayan  İlk  Nedenidir,  zira  çokluk  birliği  varsayar.  Birlik  çokluktan,  tüm  varlıklardan  hem mantıksal olarak öncedir ve hem de çokluğun ötesinde bulunur. Başka bir deyişle Tanrı, varolan  tüm bireysel şeylerin toplamıyla özdeş olamaz çünkü bir kaynak, neden ya da ilkeye ihtiyaç duyan varlıklar bireysel varlıklardır ve bu  ilkenin onlardan ayrı olması ve onlardan mantıksal ve zamansal bakımdan önce gelmesi gerekir. Bir ya da Tanrıya, duyusal varlıklar  için geçerli olan  töz-ilinek kategorileri de yüklenemez, zira bu kategoriler, O’nun birliğine  zarar verip, O’nda  ikiliğe yol  açar. Plotinos’a  göre, Tanrının, şöyle ya da böyle olduğunu söyleyemeyiz, O’na birtakım nitelikler izafe edemeyiz çünkü bu, O’nu sınırlamak ya da belirlemekle ve O’nu bireysel bir varlığa dönüştürmekle eşdeğerdir. Kısacası, Tanrı, varlığa o derece aşkındır ki O’nun hakkında söyleyeceğimiz her şey, cansız varlığı ya da insan varlığını betimlerken ve açıklarken kullandığımız her niteleme, yalnızca O’nu sınırlamaya yarar. Bu  nedenle, Tanrıya,  iyilik, güzellik,  düşünce  ve  irade  yükleyemeyiz,  zira bütün bu  nitelikler Tanrı  için bir sınırlama ve dolayısıyla bir eksikliği  ifade eder. Başka bir deyişle, O’nun ne olduğunu söyleyemeyiz  fakat  yalnızca,  ne  olmadığını  söyleyebiliriz.  Buna  göre,  O’nu  Varlık  olarak tanımlayamayız çünkü varlık düşünülebilir olan bir şeydir; düşünülebilir olan bir şey ise düşünen özne ile düşünülen nesneyi gerektirir ve bu durum bir ikiliğe yol açar. Tanrıyı, Plotinos’a göre, düşünen bir Varlık  olarak  tanımlayamayız  çünkü  düşünme  faaliyeti,  düşünen  ile  düşünceyi  gündeme  getirir. Tanrının düşündüğünü ve istediğini söyleyemeyiz zira bu, O’nu düşündüğü ve istediği şeyle sınırlamak olur  ve O’nun mutlak  bağımsızlığına  zarar  verir. Bu  durumda,  Tanrı  hakkında,  yalnızca O’nun  bir, bölünemez, değişmez, ezeli-ebedi olduğunu, varlığın ötesinde bulunduğunu, kendi kendisiyle hep aynı kaldığını, O’nun için geçmiş ya da gelecekten söz edilemeyeceğini söyleyebiliriz.

Yeni-Platonculuk

Hal böyle olduğuna göre, Tanrı dışında kalan varlıklar, maddi dünya nasıl açıklanabilir? Bu dünya, Plotinos’a  göre,  Tanrı  tarafından  yaratılmış  olamaz  çünkü  yaratma  bir  eylemdir  ve  her  eylem  bir hareketi  ya  da  değişmeyi  gerektirir;  oysa Tanrı  değişmez. Yine,  yaratma  bilinç  ve  iradeyi  gerektirir fakat bunlar da Tanrı için bir sınırlamaya işaret eder. Öte yandan, özgür bir yaratma eylemi, Tanrının mutlak bir yetkinlik ve dinginlik halinden çıkması, O’nun kendi kendine yetememesi anlamına gelir. Fakat Plotinos bunu da kabul etmez. O,  işte bu noktada bir kez daha Platon’dan yararlanır, onun  İyi İdeasıyla güneş arasında kurduğu analojiyi kullanır. Başka bir deyişle, varolanları açıklayabilmek için Tanrının  özgür  yaratma  faaliyetine  başvuramayan  Plotinos,  emanasyon  metaforuna  başvurarak,  bir sudur, türüm öğretisi geliştirir. Asıl  işlevi,  Hıristiyan  teolojisinin  yaratım  anlayışından  farklı  olarak,  Tanrı  ve  “yaratıklar” arasındaki  mesafeyi  azaltmak  olan  bu  öğretiye  göre,  varolan  şeyler  Tanrıdan,  ışık  kaynağı  olan güneşten nasıl çıkıp yayılıyorsa, öyle çıkıp yayılır, sudur eder. Tanrı var olan her şeyin yetkin kaynağı ve varlık nedenidir. Bununla birlikte, nasıl ki  ışık  ışınları güneşe eşitlenemezse, aynı şekilde var olan şeyler de Tanrıya eşitlenemez, Tanrıyla bir ve aynı olan şeyler olarak görülemez. Tanrı, ona göre, bu türüm süreci boyunca değişmeden, azalmadan ve hareket etmeden kalır.

Plotinos, söz konusu anlayışa, özgür yaratma eylemine olduğu kadar, panteist bir Tanrı anlayışına da  karşı  çıkar.  Tanrının  varolan  şeyleri  hiçten  özgür  bir  şekilde  yaratmasına,  bunun  Tanrıda  bir değişmeye yol açacağı, Tanrının sükûnetini ve kendi kendine yetme halini bozacağı gerekçesiyle karşı çıkan Plotinos, Tanrının kendisini bölerek, bireysel yaratıklara aktarmasını da kabul etmez. Emanasyan ya  da  türüm metaforuyla  anlatılmak  istenen,  teist  bir  görüşle  panteist  bir  görüş  arasında  tutulan  söz konusu  orta  yoldur.  Plotinos,  buradan  da  anlaşılacağı  üzere,  türüm  anlayışıyla, Tanrının,  İlk  İlkenin mutlak gücünü ve mutlak bağımsızlığını korumak ister. Bu anlayışta, Neden ya da İlk İlke, panteist bir anlayışta  olduğu  gibi,  esere  içkin  değildir,  sonuç  ya  da  üründe  kaybolmaz.  Sonuç,  yani  varolanlar Nedeni sınırlamadığı için Tanrının mutlak bağımsızlığı ve yetkinliğine zarar gelmez. Eserin Tanrı için hiçbir önemi ya da değeri yoktur; tinsel bir güç olarak Tanrının maddi varlık alanına bağımlılığı yoktur fakat maddi varlık alanı, varoluşunu Tanrıya borçlu olduğu için O’na zorunlu olarak bağımlıdır. Buna göre,  yetkin olan yetkin olmayandan  tümüyle bağımsızdır ama yetkin olmayan, kendisinden  türediği yetkin güce tabidir.

Bu  anlayış,  bütün  bir Ortaçağ  felsefesine  damgasını  vuran  bir  varlık  hiyerarşisi,  daha  doğru  bir deyişle, değere dayalı bir varlık hiyerarşisine yol açar. Nasıl ki varlıklar güneşe, ışık kaynağına yakın oldukları  ölçüde  aydınlık  içinde  olup,  güneşten  uzaklaştıkları  ölçüde  karanlığa  gömülürlerse,  aynı şekilde Plotinos’un Tanrıdan başlayan türüm sürecinde varlıklar, Tanrıya yakın oldukları ölçüde değerli ve yetkin, Tanrıdan uzak oldukları ölçüde değersiz ve kusurludurlar. Bu değer ya da varlık cetvelinin tepesinde  yetkin  Tanrı  vardır;  cetvelde  aşağılara  doğru  indikçe,  yetkin  olandan  yetkin  olmayana, değişmezlikten değişmeye, birlikten çokluğa ve nihayet, tinsel olandan maddi olana doğru bir gidiş söz konusu  olur.  Buradan  da  anlaşılacağı  üzere,  Plotinos’un  varlık  hiyerarşisinin  en  alt  noktasında, Tanrının en uzağındaki varlık, mutlak yokluk ve yoksunluk olarak madde bulunur.

Kaynak: Felsefe Tarihi, Ahmet Cevizci

İlgili Makaleler