Teoriler

Yapısalcılık (Strüktüralizm)

Dilimize “yapısalcılık” olarak tercüme edilen strüktüralizm, özellikle 1950’lerden itibaren Batı’da oldukça popüler olan,  sosyal bilimlerin yanısıra, matematikten sibernetiğe kadar geniş bir alanda etkili olan bir düşünce akımıdır. Böylesine geniş bir bilimsel alanda kullanıldığından tanımlanması oldukça güçleşen strüktüralizm, farklı araştırmacılar tarafından değişik biçimlerde takdim edilmektedir. Bu biçimler onun ‘teori’, ‘bilimsel yöntem’, ‘araştırma yönelimi’ veya ‘çözümleme biçimi’ olmasından bir ‘felsefe’ olarak görülmesine kadar uzanmaktadır. Strüktüralizmin önemli teorisyenlerinden biri olan Claude Lévi-Strauss, onun ‘bilimsel yöntem’ olduğunda ısrarlıdır.
Yapı (structure) kavramının kaynağına bakıldığında öncelikle Radcliffe-Brown yoluyla Spencer’ın organik teorisi ve daha sonra Lévi-Strauss yoluyla Ferdinand de Saussure’ün dilbilimi (linguistic) ile karşılaşılır. Spencer, 1876’da ilk cildini yayınladığı Sosyolojinin İlkeleri isimli eserinde canlı varlıklarla toplum arasında geniş paralellikler kurmuş, toplumun bir “organizma” olarak değerlendirilebileceği ve bu nedenle “sosyal organizma” olarak isimlendirilebileceği sonucuna ulaşmıştı. Comte’da “sosyal statik” olarak ifadesini bulan toplumun süreklilik arzeden nitelikleri için Spencer “sosyal yapı” kavramını kullanmış; terim daha sonra, Radcliffe-Brown tarafından daha belirli bir hale getirilirek İngiliz sosyal antropolojisine taşınmıştır.  Strüktüralizmin diğer kaynağı Ferdinand de Saussure Cours de Lin-guistique Génerale (Genel Dilbilim Dersleri) isimli -vefatından sonra öğrencileri tarafından yayınlanmış olan (1916)- eserinde, dilin bir sistem olarak incelenebileceğini ve kendine özgü bir sistem olduğunu ileri sürmüştü.  Ne var ki, bu iki kaynağın yapı kavramından anladıkları son noktada birbirlerinden oldukça farklıdır. Radcliffe-Brown’un yaklaşımı genel olarak fonksiyonalizm içinde değerlendiril-diğinden  biz burada, 1949 yılında yayınladığı Structures Elementaires de la Parenté (Akrabalığın Temel Yapıları) ve 1958’de yayınladığı Anthropologie Structurale (Yapısal Antropoloji) isimli eserleriyle strüktüralizm teriminin popüler olmasında büyük payı bulunan Lévi-Strauss’un yaklaşımı üzerinde duracağız. Lévi-Strauss’un özellikle akrabalık, mitler ve din üzerinde yaptığı sosyal antropolojik çö-zümlemelerden etkilenen sosyologlar, strüktüralist kavramları medya, ideoloji ve bir bütün olarak kültür alanlarına uygulamışlardır.
Strüktüralistlerin ortak özelliği, bir olgunun açıklanmasında mâziye başvurmak yerine yapıları ve yapılar arası ilişkileri vurgulamalarıdır.  Kullanıldığı yere göre farklı anlamlar belirten ‘yapı’ kavramı, genel anlamıyla izafi de olsa kalıcılık arzeden bütünlükleri ifade eder. Bottomore, Sociology isimli kitabında “sosyal yapı kavramının çeşitli kullanımları arasında bana en yararlı görüneni, sosyal yapıyı toplumdaki en önemli grupların ve kurumların ilkelerinin bütünü olarak değerlendirenidir” der.  Strüktüralizmi, “her tür toplumsal araştırmaya uygulanabilecek bir yöntem” olarak takdim eden Lévi-Strauss; yapı kavramını, birçok özelliğe sahip bir model olarak değerlendirir. Ona göre bu özelliklerin ilki, ‘yapı’nın birçok öğeden müteşekkil bir sistem oluşturmasıdır. Öyle ki, bu öğelerden hiçbirinin sistemin diğer öğelerinde bir değişiklik meydana getirmeden değişmesi mümkün değildir. İkinci olarak ‘yapı’, aynı tür yapı gruplarını oluşturmayı sağlayacak bir dizi dönüşümü düzenleme imkânı vermelidir. Üçüncü olarak, ‘yapı’nın özelliklerinden bir veya birkaçı üzerinde bazı düzenlemeler yapıldığında, ‘yapı’nın nasıl bir tepki göstereceği tahmin edilebilmelidir. Son olarak ‘yapı’, gözlemlenen bütün olguları hemen anlaşılır kılacak bir biçimde kurulmuş olmalıdır.
Yukarıdaki ifadelerden anlaşıldığına göre, strüktüralizm, sosyolojik çözümlemeyi, olguların görüntülerinin ötesinde yer alan ‘yapı’lara dayandırmakta; dolayısıyla, fertlerin bilinçli davranışlarını bir kenara itmekte; ayrıca, zaman faktöründen de bağımsız hareket etmektedir. Özlü bir ifade ile söylemek gerekirse, strüktüralizm sosyolojiyi “aktörsüz” ve “tarihsiz” olarak kurmaya çalışan bir teoridir.
Burada daha önce fonksiyonalizmi açıklarken işaret ettiğimiz bir hususu strüktüralizm için de tekrarlayalım: Strüktüralizm strüktüral analizi aşan bir iddiadır. Yapıların çözümlenmesi anlamına gelen strüktüral analiz tüm sosyolojik yaklaşımların toplumu anlamak için yararlandığı bir araçtır. Strüktüralizm ise yapıların çözümlenmesiyle toplumun yeterince anlaşılabileceğini ileri sürmektedir. Aradaki farklılık ‘gereklilik’ ve ‘yeterlilik’ terimleri arasındaki farklılıktan ibarettir.
Yapı kavramıyla ilgili yukarıda yaptığımız açıklama çerçevesinde, Radcliffe-Brown ile Lévi-Strauss arasında bir farklılık yoktur. İkisinin görüşlerinin “İngiliz strüktüralizmi” ve “Fransız strüktüralizmi” olarak isimlendirilmesine neden olan farklılık, Lévi-Strauss’un yapı kavramına yüklemiş olduğu yeni ve psikolojik anlamdan kaynaklanmaktadır. Felsefeden gelen Lévi-Strauss’a göre, sosyal yapıyı anlamak için öncelikle insan aklının evrensel yapısına inmek gerekir. Bu yapı, ben (ego) ve diğerleri (autres) arasındaki diyalektik çatışmadan doğar. Sosyal yapı, “ben” ve “diğerleri” arasındaki “karşılıklılık” (réciprocité) ilkesi çerçevesinde şekillenen ilişkiler tarafından oluşturulur. Karşılıklılık ilkesi, diyalektik ilişkinin yumuşatılmasını ve uzlaşmanın sağlanmasını ifade eden bir kavramdır. Bu durum hediye alıp verme ya da evlilik gibi bir çok olguda görülmektedir. Evrensel olan bir psikolojik ihtiyacı yansıtan bu olgular incelendiğinde diyalektik çatışma ve çatışmayı uzlaşmaya dönüştüren karşılıklılık ilişkisi kolayca görülebilir. Anlaşıldığı üzere Lévi-Strauss’un strüktüralizmini İngiliz strüktüralizminden ayıran husus, bilinçdışı mekânizmalara ağırlık vermesi ve sosyal yapının, zihindeki semantik veya kavramsal yapıların yankısı olduğunu ileri sürmesidir.

İlgili Makaleler