33Sosyoloji Sözlüğü

YAPI

 

YAPI

 

Doğrudan gözlemlenebilir bir “hakikat”
anlamında veya fonksiyon ve organizas­yonun soyut bir şeması anlamında kullanı­lışına
göre farklı anlamlar yüklenen yapı kavramı deneysel kullanımıyla, ilk anla­mında
gözlemlenebilir olguları niteler. Bu olgular “verilmiş”tir ve
ekonominin mimarî yönünü oluşturur.

Herşeyden önce olgular nicelik tarafta­rıyla
düşünülmelidirler. Yapı, bu durumda, zaman ve mekânda belli bir yer tutan eko­nomik
bir bütün anlamına gelen ilişkilerle nispetlerin bütünü anlamına gelebilir.
Gene niceliksel yönüyle ele alındığında yapı, ekonominin bazı değişmeler
karşısında ta­kındığı tavn anlatır. Ekonometrik terimler­le düşünüldüğünde ise
bu terim, ekonomi­nin bazı değişkenlerle değişimini belirle­yen kimi sabit
çarpanların, eğilimlerin, vb.nin tümüne işaret eder.

Öte yandan yapı, gerçeğin niteliksel yö­nünü de
tanımlayabilir. O zaman da ekono­minin kurumsal özelliklerinin tanımı gün­deme
gelir (‘çerçeve yapı’ gibi).

Uzun vadeli düşünülürse yapı, statik ve­rilerden
müteşekkil bîr kümeye sokulamaz. Zira bu tutum, çok yavaş bir şekilde
başka-laşan, değişen öğelerin de “yapısal” diye ta­nımlanmalarına
neden olur. Daha genci olarak, ekonomik fenomenlerin peryodlar halinde
düşünülmesi fikri, ayn ayn ele alı­nan fenomenlerin kategoriler halinde düşü­nülmesine
yol açü. Bu çerçevede yapı, konjonktür terimine zıt olacak şekilde tanım­lanmıştır.

G. Gourvitch’de sosyal yapı kavramının esas özelliği
unsurların dinamik kombinas­yonu olarak alınır. Bu arada yapı dinamiği­nin
incelenmesiyle elde edilen bazı kav­ranılan da unutmamak gerekir (hareket etti­rici
yapılar, yapısal limitler gibi).

Yapı, incelenen objenin soyut bir kul­lanım şekli
olarak algılandığında, yapının mantıkî içeriği yapısalcılıkla edinilen bir­çok
formla yakından ilişkili hale gelir. Jean Piaget’ye göre, bu arada tüm
yapısalcıların amacı olan “kolay anlaşılırlık” gibi ortak bir ideal
de vardır.

Yapı deneysel gerçeğin ötesinde bir yer­dedir.
İncelenen objenin hem varoluşunu, hem de hareketini belirleyen bir transfor­masyon
sistemidir.

Yapının bütünsel bir Özelliği vardır ve bir takım
unsurlardan meydana gelir. An­cak bu unsurların bağlı olduktan öyle bir
içiçelik yasası vardır ki, bunların tek tek atomistik parçalara ayn I ma lan
imkân hari­cindedir. Bu elemanlar bütüne, kendilerin­de tek tek bulunan
özelliklerden farklı özel­likleri kazandırırlar.

Bir yapıya ait dönüşümler onun sınırlan dışına
çıkamazlar, ama meydana gelmesine neden oldukları unsurlar da gene o yapının
unsurlarıdırlar ve onun kurallarını muhafa­za ederler. Şu halde, yapı otonomdur
veya başka deyişle ‘kapalı’dır.

L. Althusser’e göre Marks, kullandığı mantık sistemini
belirsiz bırakmıştır, ama gerçekte iktisadî realitelere yapısal yaklaşı­mı ilk
gerçekleştiren de o olmuştur.

(SBA)

Biribirine yardım etme, bir toplumdaki bireylerin
karşılıklı olarak birbirlerinin ihti­yaçlarını giderecek şekildeki
faaliyetlerine yardımlaşma denir.

İnsanın tek başına yaşayamaması, sosyal bir varlık
olması ve toplumdaki işbölümü, onu diğer insanlarla yardımlaşmaya itmek­tedir.
Çocuk daha doğduğu andan itibaren uzun bir süre başkalarının yardımına muh­taçtır.
Anne-babasından yahut bir başkasın­dan yardım görmediği sürece yaşayamaz. İşte
insanlar sadece küçük yaşlarda değil, yetişkin bir kişi oldukları zaman da
diğer insanların yardımına ihtiyaç duyarlar. Çün­kü yardımlaşma toplum
hayatının bir gere­ğidir.

Yardımlaşmanın kapsamı aile bireyle­rinden başlayıp,
akrabalar, komşular ve toplumun diğer bireylerine doğru yaygınla­şır.

İlk topluluklardan itibaren bütün top­lumlardaki
özellikle dinî ve ahlâki kurallar, bazı farklılıklarla beraber, kişileri yardım­laşmaya
teşvik eden esaslara sahiptir. An­cak tarihe bakıldığında, birçok toplumlarda
insanların efendiler, köleler vb. şekilde sı­nıflara ayrıldığı ve
yardımlaşmanın her sı­nıfın kendi bireyleri arasında olduğu, sınıf­lar arasında
ise yardımlaşma yerine müca­delenin hüküm sürdüğü anlaşılmaktadır. Batı
toplumlarının tarihi bir anlamda sınıf-lararası mücadele ve savaş içinde geçmiş­tir.

Diğer taraftan İslâm dünyasına bakıldı­ğında, İslâm
dininin yardımlaşmayla ilgili kuralları nedeniyle, İslâm toplumunda yar­dımlaşmanın
önemli boyutlara ulaştığı gö­rülmektedir. İslâmiyet, iktisaden zayıf durumda
olanlara, yani fakirlere yardımı farz kılmış (mecbur tutmuş), zengin olanların
zekât vermesini İslâm’ın şartlarından say­mıştır, îslâm dünyasında ortaya çıkan
va­kıflar muhtaç olanlara yardım için çeşitli alanlarla ilgili olarak kurulan
kurumlardır. Ayrıca İslâm dini, “iyilik ve takvada (ya­saklardan
kaçınmada) yardtmlaşılmasını, günah işleme ve düşmanlık yapmada yar­dımlaş
ılmaması gerektiğini” vurgula­mıştır.

Günümüz modern toplumlarında, birey-lerarası
yardımlaşma gittikçe yerini devle­tin oluşturduğu ve muhtaç olanlara yapıla­cak
yardımların organize edildiği “sosyal güvenlik” kurumlarına
bırakmaktadır. Sağ­lık sigortası, işsizlik sigortası, huzur evleri gibi. Modern
toplumun giderek karmaşık-laşan teknolojik örgütlenmesi içerisinde, bireyin
giderek manevi açıdan yoksullaş­ması sonucunda yardımlaşma duygusu za­yıflamış,
insanlar “yalnız kalabalıklar” ha­line dönüşmüşlerdir. Oysa İslâm,
getirdiği ekonomik, sosyal ve siyasî çerçeveyle bi­reyleri yalnızlıklarından
kurtaracak ilâhi mesaja sahiptir ve günümüz İnsanının ihti­yacı olan bu
‘müşfik’ yaklaşımla modern­leşmenin zayıflatıcı etkisine karşın giderek
güçlenmeye devam etmektedir.

Hüseyin PEKER

 

İlgili Makaleler